Kapak

Bizim hikâyemiz ne âlemde?

 

Zaman: ahir zaman… Dünyanın yaşlılık dönemi olduğu gibi, günün de sonuna yaklaşılmış. Gökyüzü kararmış, yatsılar kılınmış. Siyah bir kefen giymiş ortalık. Ve bir çığlık duyuluyor karşıdaki evin penceresinden. Hem bu karanlığa, hem insanoğluna, kısacası; imtihan dünyasına atılan ilk çığlık… Bir bebek geliyor dünyaya. Adı okunuyor ezanla kulağına: “Ayşe”.

Ayşe bebek ilk olarak annesiyle tanışıyor dünya denilen bu yerde. Uzun bir süre en büyük yardımcısı annesi oluyor. Haliyle, en birinci dersini annesinden alıyor küçük Ayşe, ancak ters giden bir şeyler oluyor dünya denilen bu yerde. Çocuğuna ilk model olan anne, gelişigüzel değiştiriyor Ayşe’nin üzerini, etrafında kimler var, kimler yok dikkat etmiyor, hassas davranmıyor. Ayşe’nin fıtratına konulan utanma duygusu daha bu küçük yaşlarında tahribata uğruyor. Ve daha doğduğu andan itibaren evde sürekli ses çıkaran, içinde küçük insanların hiç durmadan hareket ettiği garip bir cihazla karşılaşıyor Ayşe, ailesi ona televizyon diyor. Büyüdükçe daha çok sevmeye başlıyor televizyon denen bu cihazı ve her gün mutlaka çizgi film izler oluyor. Erkek arkadaşı olan barbie bebekler izliyor, kocaman bir köyde bütün erkeklerin arasında tek bir tane kız karakterin (Şirine’nin) olduğu şirinler izliyor. Ahlakının temellerini bu garip çizgi filmler ile atmaya başlıyor. Açık şaçıklık hastalığına kapılmış bütün hastalar her gün bu televizyonda boy gösteriyor, Ayşe sürekli onları görüyor. Barbie bebek gibi giyinmek istiyor bir süre sonra, onun gibi olmak istiyor. Saçları uzun ve sarı olmadığı için mutsuz oluyor. Bir yandan da zaten tesettürüne dikkat etmeyen annesi, bu konuda iyi bir örnek olmaktan uzak kalıyor ve bu garip durumu değiştiremiyor. İşin daha da garibi, ağabeyi de izliyor bu dizi denen şeyleri, o da görüyor oradaki tesettürsüz insanları. Ayşe bunları normal sanmaya başlıyor. Ve her geçen gün biraz daha büyüyor, gittikçe daha çok kapılıp gidiyor ahir zamanın içine. Bir vakum gibi çekiyor ahir zaman, bir toz bulutu gibi kapılıp gidiyor insan. Küçük bir hortum gibi başlayan karmaşa, büyüyor da büyüyor; televizyonla büyüyen Ayşe sokaklardaki billboardlar ile karşılaşıyor sonraları. Hiç kimse “edep ya Hu” yapıştırmamış üstelik bu reklamların üstlerine. Barbie bebek gibi giyinmek isteyen Ayşe, şimdi de o reklamlardaki kıyafetlerden giymek istiyor. Yahut o istemese bile annesi öyle kıyafetler alıyor Ayşe’ye. Bakıldığı zaman küçük bir hanımefendiyi andıran ancak çocukluktan hiç eser taşımayan kıyafetler.

Yıllar birbirini kovalarken, küçük Ayşe sokakta kuşları kovalıyor, kedilerle arkadaş oluyor. Derken, okula başlama vakti geliyor Ayşe’nin. Okulda karma eğitim olmasına hiç aldırış edilmeden kayıt oluyor okula. İlk sıra arkadaşı erkek oluyor. Onunla oturmaktan rahatsız olan Ayşe’ye “siz daha çocuksunuz, arkadaşın o senin, bir şey olmaz” deniyor. Okul günleri böyle gelip geçerken, oyunlar, dersler derken, 23 Nisan yaklaştı deniyor bizim ufaklıklara. 23 Nisan’ın ne olduğunu bile bilmeyen Ayşe okul gösterisinde yer alıyor ve erkek arkadaşlarıyla dans etmesi gerekiyor. Çocuklar utanıyor, sıkılıyor ama buna büyükler hiç aldırış etmiyor. “Siz arkadaşsınız”, “siz küçüksünüz” diye diye 19 Mayıslar geliyor sıraya. Bizim mini mini çocuklarımız büyümüş genç kızlar, delikanlılar olmuşlar. Kimsenin küçüksünüz diyecek bahanesi de kalmamış artık ama yine de kızlı erkekli dans ediyorlar 19 Mayıs gösterileri denen gösterilerde. Kim bilir belki de hep küçüksün dene dene normalleşiyor artık onlara bu gibi şeyler. Dans etmeyi, şiir okumayı, şarkı söylemeyi öğrenen çocuklarımız sevap ve günahtan gittikçe bihaber yetişiyorlar böylece. Tesettür mü? O konumuzun dışında kalmış bile çoktan.

Ayşe büyüyor, büyüdükçe düşünmeye başlıyor. Dünyanın dönüşünün hızına kapılan Ayşe’nin kafasında da sorular dönüp duruyor. Nasıl dünyayı durdurmak mümkün değilse Ayşe de o dolaşıp duran soruları durduramıyor ve başlıyor araştırıp soruşturmaya…

Bu hikâyenin sonrası Ayşe’den Ayşe’ye, Fatma’dan Fatma’ya değişiyor. Kimi bir nur buluyor kendine ahir zaman zulmetinin içinde, kimisi ise kapılıp gidiyor desiselere. Hikâyenin sonunda Ayşe’ye ne olduğu bizim için çok da önemli değil aslında. Eğer nasibi varsa güzel insanlarla karşılaşıyor, doğru yollar buluyor yahut başından beri bozulup giden fıtratı hiç tamire uğramadan kayboluyor. “Erkeğin tesettürü göz kapaklarıdır” sözünü ama duyuyor ama duymuyor. Neticede ya kaybedenler sınıfına dâhil oluyor ya da kâinatta bir ismillah olan besmelenin sırrını keşfedip huzuru buluyor.

Peki, bizim hikâyemiz ne âlemde? Bu soruyu sormalı belki de kendimize ve nefsimize. Ben de bir Ayşe olabilir miyim ki? Yahut annesi Ayşe’nin? Ağabeyi belki de. Ya da kim bilir Ayşe’ye hakikatten haber verecek bir arkadaş… Bu zaman hangi zaman ki? Hava da çoktan karardı, gece oldu bile. Olsun her gecenin de bir sabahı var neticede. O da ne? Bir ses geliyor sanki yan odadan. Duyuyor musunuz? Yeni ama bir öncekinin aynı olan bir çığlık işte. Bir bebek daha geldi dünyaya. Duydunuz mu çığlıklarını? Her daim yeni Ayşe’ler geliyor… Hâlâ geliyor sesi, kulak verin… İşte sustu şimdilik…

Hoş geldin bebek. Allah seni ahir zamanın fitnelerinden korusun… Âmin.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*