1878’de Bitlis’in Hizan ilçesinin İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğan Bediüzzaman, ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’tan aldı. Değişik medreselerde kısa aralıklarla kalarak beş yıl süren tahsil hayatıyla Doğubayezit’te Şeyh Mehmed Celâlî’nin medresesinde üç ay süren bir eğitimden sonra icazetini aldı ve Doğubayezit’ten ayrıldı. İlmî münazaralardaki başarısı, genç yaşta ulaştığı seviye, anlaşılması en zor konuları kolaylıkla anlaması gibi farklılıkları sebebiyle zamanın âlimleri ona “Bediüzzaman” lâkabını uygun gördüler.
Bitlis’e gelen Bediüzzaman, Vali Ömer Paşa’nın konağında iki yıl kaldıktan sonra Van’a gitti. Horhor Medresesini kurarak dersler de vermeye başladı. Eğitim çalışmaları sırasında, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulacağı, “Medresetüzzehra” adını verdiği üniversite projesinin eğitim esasları ve yönetim şeklini de belirledi.
Vali konağında bir gazetede okuduğu haber üzerine Bediüzzaman, hayatının bir gayesi olarak “Kur’ân’ın bu asra bakan manevî mu’cizesini insanlara isbat ederek gösterme” kararını verdi. Van’daki uzun ikametinin neticesi olan bu karar ve Şarkta kurulmasını istediği üniversite fikri, Said Nursî’nin bundan sonraki hayatını şekillendiren en önemli iki hedefti.
Üniversite düşüncesini hükümete iletmek isteyen Said Nursî, İstanbul’a gitti. İlk iş olarak, Doğuda kurulmasını istediği üniversite ile ilgili bir dilekçeyi Mabeyn-i Hümayuna sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusunu gerçekleştirmek için hiçbir girişimde bulunmadı.
Tarihe 31 Mart Vak’ası olarak geçen ayaklanmada yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman da, sıkıyönetim mahkemesinde, diğerleri gibi idam talebiyle yargılandı.
Meşrutiyetin İslâmiyet’e olan uygunluğunu ve ülke için gerekliliğini içeren kapsamlı bir savunmanın sonunda beraet etti. Serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan ayrıldı.
1910 yılı baharında İstanbul’dan ayrılıp Van’a gelen Bediüzzaman, birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden düzenlenmesi işiyle meşgul oldu. Kış mevsiminin girmesiyle Şam’a giden Said Nursî, âlimlerin daveti üzerine Emeviye Camii’nde, sonradan Hutbe-i Şamiye adı ile neşredilen, İslâm dünyasının siyasî, ekonomik ve sosyal problemleri ve çözüm yollarını anlattığı bir hutbe okudu.
Üniversite projesini iletmek amacıyla İstanbul’a dönen Bediüzzaman, inşası durdurulan Kosova Üniversitesi için ayrılan tahsisatın aktarılması ile birlikte Bediüzzaman’ın “Doğuda bir üniversite kurulması” teklifi, hükümetçe kabul edildi. Üniversitenin temeli, 1913 yılında atıldıysa da, Birinci Dünya Savaşının başlaması bu projenin de ertelenmesine sebep oldu.
Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte Doğu Milis Teşkilâtını kurdu ve Van-Bitlis Cephesinde gönüllü alay komutanı olarak savaştı. Bitlis savunması sırasında Ruslara esir düşünce, Kosturma’ya sevk edildi. Daha sonra firar ederek, 18 Haziran 1918’de İstanbul’a ulaştı.
Gelişi büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın teklifi üzerine, İstanbul’da kurulma aşamasında olan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye üye tayin edildi. Çamlıca’da, Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde kalan Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın mu’cizeliğini çağın insanına göstermek için yazdıklarını neşretmeye başladı.
7 Kasım 1922’de Ankara’ya gelen Bediüzzaman 9 Kasım 1922’de Büyük Millet Meclisinde düzenlenen resmî “hoş geldin” merasimiyle karşılandı. Bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da milletvekilleriyle önemli konuları tartışıyordu. Bediüzzaman, bu çalışmaları sırasında, yeni rejimin önde gelenlerinin farklı bir yolda olduğunu ve onlarla birlikte hareket etmenin mümkün olmadığını anladı. Kendisine Büyük Millet Meclisi Hükümetinin en yüksek dinî makamı olan Şark Umumî Vaizliği ve milletvekilliği imkânlarını reddederek 1923 yılı Nisan’ının 17-21 günleri arasında Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a sonra da Van’a gitti.
Bir süre sonra Erek Dağı’nda, talebeleriyle ders yapmaya başladı. Bu arada Ankara’ya karşı tepkiler artıyordu. Mektup yazarak ayaklanmada kendisinden destek isteyen Şeyh Said’i plânından vazgeçirmeye çalıştı. Yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, Şeyh Said Hâdisesi sonrası, Doğudaki diğer nüfuzlu kimseler gibi, o da Burdur’da zorunlu ikamete gönderildi.
1926 yılının Mayıs ayı ortalarında getirildiği Burdur’da Nurun İlk Kapısı adı ile kitaplaştırdığı iman hakikatlerini anlatmaya başladı. 1927 başlarında, yine hükümetin emriyle önce Isparta’ya sonra da ücra bir köy olan Barla’ya nakledildi. Kur’ân-ı Kerîm’i esas alan ve insanların imanlarını kurtarmalarına vesile olan Sözler ve Mektubat tamamen, Lem’alar ise Yirmi Altıncı Lem’a’ya kadar Barla’da yazıldı.
1934 yılının yaz aylarında Isparta’nın merkezine getirildi, 20 Nisan 1935’de savcının talimatıyla evi aranan Said Nursî’nin kitaplarına el konuldu. Bediüzzaman’la birlikte Isparta ve havalisinden 120 Nur Talebesi, tutuklanarak askerî araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderildi. Daha sonra Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, 19 Ağustos 1935 tarihinde verdiği kararla, Said Nursî’ye, hukukî bir suç isnad edilememesine rağmen, Tesettür Risalesi bahanesiyle 11 ay hapisle birlikte Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezası verdi. Bediüzzaman, 20 Eylül 1943’de Isparta Savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanıp, 3 Ekim 1943 tarihinde Isparta’ya gönderildi 25 Ekim 1943’te Denizli’ye sevk edildi.
Tecrid altında başlayan Denizli hapsinde 15 Haziran 1944 günü Denizli Ağır Ceza Mahkemesinden beraat ve tahliye kararı çıkmasına rağmen serbest bırakılmadı. Bakanlar Kurulu kararıyla Emirdağ’ında zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, 30 Aralık 1944 tarihinde verdiği kararla, savcı tarafından temyiz edilen Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraet kararını onayladı. 1946 yılından itibaren Isparta ve İnebolu’da Risale-i Nur’lar teksir edilmeye başlanmış ve 1947 yılında, haccın sınırlı da olsa serbest bırakılmasıyla, Nurların İslâm âlemine yayılması sağlanmıştı.
Bu tür gelişmelerden duyulan rahatsızlıkla, 17 Ocak 1948 günü Said Nursî ve Risale-i Nur Talebeleri Afyon Ağır Ceza Mahkemesine sevk edildi. Denizli Mahkemesinde gizli cemiyet kurma, rejim aleyhinde olma, inkılâbları kabul etmeme gibi iddialarla yargılanıp beraet kararı almalarına rağmen, Afyon Ağır Ceza Mahkemesinde de aynı iddialarla yargılandılar. Mahkeme, 6 Aralık 1948 tarihinde Said Nursî hakkında 20 ay ağır hapis cezasına hükmetti. Temyiz edilen kararı Yargıtay, Bediüzzaman’ın lehine bozdu. Ancak, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak, 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlayıp 20 Eylül 1949’da serbest bıraktı. 72 gün Afyon’da polis kontrolünde iskâna tâbi tutulup, ancak 28 Aralık 1949 tarihinde mecburî ikamet yeri Emirdağ’ına dönebildi.
23 Ağustos 1953’te yerleşmek üzere geldiği Isparta’da açılan bir davanın daha sorgu hâkimliğinde iken reddedilmesi ile Bediüzzaman’la ilgili mahkemeler devri kapandı.
Bu arada biyografisi talebeleri tarafından kaleme alındı; Takvimler 21 Mart 1960 tarihini gösterirken, ağır hasta bir vaziyette, yanındaki talebeleriyle Urfa’ya gitti. Seksen iki yıllık ömrünü 23 Mart 1960 günü İpek Palas Oteli 27 numaralı odada sabaha karşı tamamladı.
27 Mayıs 1960’taki askerî darbeden sonra kabrinde de rahat bırakılmadı. 12 Temmuz 1960 gecesi kabrinden alınarak Isparta-Afyon civarında kimsenin bilmediği bir mezara defnedildi.
Dayanılması güç baskılara maruz bırakılmasına rağmen, hayat tarzıyla bir destan yazan Bediüzzaman, arkasında miras olarak Kur’ân’ın çağa dersi ve mesajı olan Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca Nur Talebesini bıraktı.