“Hem de İslâmiyet milliyeti denilen mazi derelerinden ve hal sahralarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan Salâhaddin-i Eyyûbî ve Celâleddin- i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zal gibi ecdatlarınızdan emsalleri gibi dahî kahramanlarla bir çadırda oturan bir aile gibi, herkesi başkasının haysiyeti ve şerefiyle şereflendiren ve hayatı-ı ulviyenin en muzeci olan İslâmiyet milliyeti size emr-i kat’i ile emrediyor ki: Ta her biriniz umum İslâm’ın makes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâm’ın ferdi bir misal-i müşahhası olunuz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiye’nin galeyanı ile ahlâk da tekamül eder.”1
Osmanlı Devletinin en büyük denizcisi ve deniz kuvvetleri komutanıdır (kaptan-ı derya). Kazandırdığı zaferlerle Osmanlı denizciliği en parlak dönemini yaşamıştır. Akdeniz, Osmanlı Devletinin bir iç denizi haline getirilmiştir. Ömrünü denizlerde geçirmiştir. Beş dil (Arapça, Rumca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca) bilmektedir. Risale- i Nur’da, İslâm tarihinin ve özellikle yaşadığımız coğrafyanın büyük kahramanları zikredilirken ondan da “dahi kahraman” olarak söz edilmektedir. Vefat edince “Denizin reisi öldü” ibaresi düşülmüştür. Barbaros Hayreddin Paşa olarak tanınıp meşhur olan büyük denizcinin asıl adı Hızır’dır. Barbaros lakabı önceleri Avrupalılar tarafından ağabeyi Oruç için kullanıldı. Oruç, kırmızıya çalan sakal renginden ötürü “Barbaros” lakabıyla anıldı. Daha sonra bu lakap Hızır için de kullanıldı. Hayreddin lakabı ise Yavuz Sultan Selim tarafından kendisine verildi. Böylece asıl adı olan Hızır kullanılmazken, Barbaros Hayreddin Paşa olarak tanınıp, meşhur oldu.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1478 yılında doğduğu sanılmaktadır. Hızır önceleri deniz ticareti ile meşgul oldu, gemi işletti. Midilli, Selanik ve Eğriboz arasında ticaret yapmaya çalıştı. Ancak Akdeniz hemen hemen korsanların kontrolünde olduğundan, ticareti sürdürmek çok zordu. Bu zorluklar içersinde gemi işleten Hızır, Rodos şövalyeleri tarafından esir alındı. Bir fırsatını bulup kaçarak esaretten kurtuldu. Akabinde ağabeyi Oruç ile birlikte Tunus’un Cebre adasına giderek burayı üs olarak kullanmaya başladı.
Hızır ve Oruç, Akdeniz’de faaliyetlerini sürdürerek İtalyan ve İspanyollara karşı çeşitli akınlarda bulundular. 1513 yılında İspanyolların elinde bulunan Cicelli’yi ele geçirdiler. Buradaki halk Oruç’u sultan ilan etti. Bir süre sonra kardeşler Midilli’ye döndüler. Bu tarihte Osmanlının tahtında oturan Yavuz Sultan Selim’e aracı göndererek Osmanlı himayesine girme arzularını ilettiler. Talepleri kabul gördükten sonra, İspanyolların işgali altında bulunan Cezayir’in yardımına koştular. Cezayir’i işgalden kurtardılar. Bir süre sonra (1518) İspanyollarla yaptıkları bir savaşta Oruç şehit oldu.
Hızır yalnız kaldıktan sonra bir kez daha İstanbul’a elçi gönderdi. Yavuz Sultan Selim, Hızır’ın himayesini kabul ettiği gibi kendisine “Nasrüddin, Hayrüddin” diyerek iltifatlarda bulundu. Cezayir hakimi olarak kabul gördüğünü simgeleyen hatt-ı şerif gönderdi. Böylece Hızır resmen Osmanlı himayesine girmiş oldu. Ayrıca kendisine Anadolu’da gönüllü asker toplama yetkisi de verildi. Hızır, Cezayir’de Osmanlı padişahı adına hutbe okuturken kendisi de Hayreddin Paşa olarak anılmaya başlandı.
Hayreddin Paşa’nın maiyeti ve gücü giderek arttı. Özellikle İspanyollarla İtalyanlara karşı çetin mücadelelere girişti. İspanyolların büyük baskısı altında yaşayan Gırnata Müslümanlarının yardımına koştu. Memleketlerini terk etmek zorunda kalan bu insanların Afrika sahillerine gemilerle taşınmasına yardımcı oldu. Çok sayıdaki göçmen Cezayir’e getirilerek buraya yerleşmeleri sağlandı. İspanyollarla yapılan mücadeleler sonunda muhtelif yerler ele geçirildi.
Kanuni Sultan Süleyman, Hayreddin Paşa’yı donanma komutanlığına getirmek üzere İstanbul’a davet etti. O da yerine evlatlığını vekil bırakarak yola çıktı. Hayreddin Paşa İstanbul’a geldi ve padişah tarafından kabul edildi. Akabinde Kaptan-ı Derya’lığa yani, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. Aynı zamanda Kaptan-ı Deryalık makamının bürokrasi içindeki konumu da yükseltilerek Beylerbeyi derecesine getirildi. İlk iş olarak karışıklık halinde olan ve işgal altında bulunan Tunus’un üzerine yürüdü ve burayı ele geçirdi. Ancak Avrupalılar hazırladıkları büyük bir donanmayla Tunus’un üzerine gelince, sayıca çok az olan Hayreddin Paşa kuvvetleri çekildi ve Tunus elden çıkmış oldu. Bu gelişmelerin olduğu sırada Avrupa, denizlerdeki Osmanlı hakimiyetinden ve gücünden rahatsız olmaya başladı. Avrupa ittifakı sağlanmaya çalışılırken faaliyetlerini sürdüren Hayreddin Paşa, çok sayıdaki irili ufaklı adayı Osmanlı topraklarına kattı.
İspanya, Papalık, Venedik ve Portekizliler arasında yapılan ittifak antlaşmasını müteakiben Andrea Doria komutasında büyük bir donanma hazırlandı. Bu donanma 246 gemiden müteşekkil olup Korfu adasında toplandı. Buna karşılık Hayreddin Paşa’nın komutasındaki donanmada ise sadece 122 gemi vardı. Her iki donanma Preveze açıklarında karşılaştı. Savaş Osmanlının zaferiyle neticelendi.
Bu zaferin kazanılması İslâm dünyasında büyük bir sevince sebep olurken Batı’da o oranla üzüntüye sebep oldu. Bu zaferle Barbaros, Kanunî Sultan Süleyman’ın da ilgisine mazhar oldu. Bu zaferden sonra Akdeniz tamamen Osmanlı devletinin kontrolüne geçti. Venedikliler barış yapmak zorunda kaldıkları gibi bundan sonra vergi vermeye başladılar.
Kanunî Sultan Süleyman, Fransızların ricası üzerine, ortak hareket etmek ve Fransızlara yardım etmek maksadıyla Hayreddin Paşa’yı donanmasının başında gönderdi. Fransız donanması ile birlikte bazı kaleler zapt edildi. Bir süre buralarda kalan donanma geri döndü. Dönüş sırasında Cenova’da esir tutulan Turgut Reis’i esaretten kurtardı. Bu sefer paşanın son seferi oldu. Ömrü denizlerde geçen ve çok büyük zaferler kazanılmasına ön ayak olan, çok sayıda fetihleri gerçekleştiren Hayreddin Paşa 1546 yılında hastalandı ve vefat etti. Cenazesi, hayatta iken yaptırmış olduğu Beşiktaş’taki medresesinin yanına defnedildi.
Hayreddin Paşa, Osmanlı donanmasına en parlak dönemini yaşattı. Denizlerde Osmanlı donanmasını zirveye taşıdı. Diğer taraftan kendi yetiştirmiş olduğu kaptan ve denizciler de çok büyük zaferlere imza attılar. Risale-i Nur’da ismi zikredilen, dahi ve kahramanlardan biri olarak tavsif edilmektedir. İslâm coğrafyasında, tarihe mal olmuş bu büyük şahsiyetler, ırkı ve milleti ne olursa bütün Müslümanların gurur kaynağı olmuşlardır. Risale-i Nur’da bu hususun altı çizilerek dikkat çekilmektedir.
Dipnot: Divan-ı Harb-i Örfi
Kaynak: Yeni Asya Neşriyat/ Portreler