Eskiden “muhafazakâr” kelimesinin şimdiki kadar kullanım alanı yoktu. Muhafazakâr deyince aklımıza, “koruyan, muhafaza eden” anlamı gelirdi. Son yıllarda ise, öyle hoyratça ve mânâsından uzak kullanım alanı buldu ki, âdeta her şeyin başına “muhafazakâr” eklendi. Bugün “muhafazakâr” deyince akla “gösteri, reklam, öne çıkma” gibi mânâlar geliyor.
Özellikle şahıslar için kullanım alanına baktığımızda, “muhafazakâr erkek, muhafazakâr kadın” şeklinde, toplumun içinden bir kısmını alıp ötekileştiriyorlar. Bu kelimeye aynı zamanda ayırımcı bir mânâ da yüklenmiş oluyor. Öte yandan “muhafazakâr” denilen gurubun da bir şeyleri muhafaza etmenin aksine “açığa çıkarma, gösterme” peşinde olduğu da gözlerden kaçmıyor. Dinimizin emrettikleri ile, gözler önündeki hayatlarının bağdaşmadığı yönünde hem kendi cenahlarından, hem farklı cenahlardan acımasız, sert eleştirilere ve yorumlara maruz kaldıklarını da üzülerek okuyoruz bazen.
Bu acı durumun muhatapları çoğunlukla sosyal medyada öne çıkan tesettürlü ya da kullanılagelen adıyla “muhafazakâr” diye adlandırılan hanımlar oluyor. Bunlar olumlu yorumlara memnuniyet ifadeleri ile karşılık verirken, yaptıkları işin tesettürle ilgisi olmadığı yönündeki eleştiriler karşısında ise öfke ile saldırıya geçiyorlar. Yani olumsuz eleştiriler onları caydırmak yerine daha da kışkırtıyor. Yanlış anlaşılmasın, şimdiye kadar kimseye müsbet ya da menfi bir şey yazanlardan değilim. Zaten sosyal medyada hesaplarım yok. Bu konuda yapılmış, haber, araştırma ve röportajlar da konunun boyutunun nerelere geldiğini öğrenmeme sebep oluyor.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Felsefe Tarihi yüksek lisans eğitimi gören Hafsa Nur Aslanoğlu, muhafazakâr kadınların instagram paylaşımları üzerine bir araştırma yapmış. Bununla alakalı bir röportajda “kamusal alan” ile “sosyal medya” yı aynı kefeye koyuyor ve şöyle diyor: “Sınıfta bir erkek bir kızın yüzüne kolay kolay iltifat edemez fakat Instagram’da paylaştığı fotoğrafı “beğenebiliyor”. Sosyal medya kamusal alana dâhil değilmiş gibi bir algı var. Oysa kadınların şunu anlamaları gerekiyor; başörtü zaten kamusal alan için. Bunu erkeklerin de anlaması gerekiyor. Başını örten bir kadının üstlendiği rol tüm kamusal alanlarda geçerli. Buna toplu taşıma da dâhil, sosyal medya da.”1
Anlaşılan o ki, tesettürlülerin bir zamanlar meşru olan, halka açık “kamusal alan” denilen sınırlara girmek için verdiği mücadelenin yerini, bugün kıran kırana sosyal medyada yer alma, takipçi sayılarını artırma mücadelesi almış.
Hafsa Nur Aslanoğlu’nun sosyal medyayı kamusal alanla aynı kefeye koymasını doğru bulmuyorum. Kamusal alanda yer almak bir hak hukuk mücadelesi idi. Eğitim, iş gibi zaruri ihtiyaçlar için gerekliydi. Peki bugünkü “kendini gösterme” “çok takip edilme” mücadelesi de neyin gereği? Bir zaruret ya da ihtiyaç mı? Kazanılmak istenen bir hak mı? Giydikleri kıyafetleri markalarıyla birlikte sergilemenin, gittikleri mekânlardan kareler yayınlamanın, üstelik hiç tanımadığı yüzlerce belki binlerce insana sunmanın ne anlamı olabilir? Ne kazandırabilir?
Hayat sahnesinden zaten hepimiz bir resmi geçit gibi kendimizi gösterip gidiyoruz. Her an hayatımız melekler tarafından kaydediliyor, fotoğraflarımız çekiliyor. Bu kısa hayatta, bizim gibi fâni olan milyonlara her hâlimizi göstermenin ebedî hayatımıza ne tesiri olabilir?
Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olarak kendini gösteren bir insan ve halkın değil de en çok Hakkın beğendiklerinden olmamız duası ile…
Dipnot: 1. ww.sivilsayfalar.org