Yönetmen Tülay Gökçimen’le “Biz Burada Kalacağız!” isimli Filistin’i, Kudüs davasını konu edinen belgeselini ve çekimler esnasında yaşadıkları üzerine konuştuk. Hayırlara vesile olsun…
Bir belgesel yönetmeni olarak, tarihe geçecek, yeni nesillere çok güzel emanetler olduğunu düşündüğümüz eserler ortaya koyuyorsunuz. “Biz Burada Kalacağız” belgeseliyle de Kudüs konusunu işlediniz. Bu fikrin gelişim süreci nedir?
Ben bir belgesel yönetmeni olarak savaş ve işgal bölgelerinde, çatışma bölgelerinde belgesel çekmeyi tercih ettim. Genellikle mülteciler, işgale, baskı ve zulme uğramış halkla belgesel çekiyorum. Kudüs çok önemli bir bölge bizim için. Şu günlerde Kudüs için tarihî konuşmalar yapılıyor. Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemiz, ikinci büyük mabedimiz ve ziyaret etmekle emrolunduğumuz yer. Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın İslâm tarihi ve bizim açımızdan önemi çok büyük. Lakin maalesef ki bizim Mescid-i Aksa ve Kudüs duyarlılığımız çok eskiye dayanmıyor. Biz hepimiz Filistinli taş atan çocuklarla büyüdük, onların attığı taşlarla gurur duyduk. Onlara dua ettik. Mescid-i Aksa en uzak mescit demek. Bizim için hep önemli oldu. Ama maalesef adı gibi hep uzak kalmış bize. Geç de olsa son yedi sekiz yıldır Kudüs ve Mescid-i Aksa meselesinde bir hareketlilik başladı Elhamdülillah. Bugüne kadar yapılmış Kudüs’ün coğrafî yapısını, Mescid-i Aksa’nın özelliğini anlatan belgeseller vardı ama içinde yaşayanların, kendilerini anlattığı bir belgesel yoktu. Bu belgeselin yapımcısı Kudüs Bilinci Derneği beni aradı, böyle bir belgesel çekmeyi teklif ettiler. Ben de seve seve kabul ettim. Bu belgesel şu anda binlerce insana ulaştı. Elhamdülillah hem televizyon yayını ile hem özel gösterimlerle, hem okullarda, üniversitelerde, kültür merkezlerinde, her yerde izleniyor. Biz herkesin, ufak bir çocuğun dahi anlayabileceği bir dilde Kudüs’ün önemini ve Mescid-i Aksa’yı anlatmaya çalıştık. İsrail’in orada yaşayan insanlara, kadınlara, çocuklara, Filistinlilere neler yaşattığını, onlara nasıl baskı ve zulüm uyguladığını, evlerini nasıl işgal ettiğini, insanları nasıl tutukladığını, kadınları nasıl dövdüğünü, orada İslâm’ın yaşanmasını nasıl engellediğine şahit olduk ve bunu da kameralarımıza çektik.
Belgeseli izleyenler de göreceklerdir. Mescid-i Aksa’da nöbet tutan hanımlar var. Siz gittiniz, gördünüz, onlarla sohbet ettiniz. Neler söyleyeceksiniz?
Bu hanımların hepsinin 5-6 tane çocuğu var. Ben çoğunun evine gittim, misafir oldum. İnsanlar çocuklarını okula gönderiyorlar, akşam yemeklerini hazırlıyorlar, evlerinin temizliğini yaptıktan sonra da Mescid-i Aksa’nın kapılarına gidiyorlar. Çoğu yasaklı olduğundan içine giremiyor, kapılarda bekletiliyorlar. Ama şu anda bireysel ve toplu uzaklaştırmalar sebebiyle, kapıda bekleyen insanların sayısı da azaldı, hiç yok diyebiliriz. Çünkü İsrail artık kesinlikle izin vermiyor. Biz belgesel için ilk gittiğimizde, içerde İslâmî hareketin projesi, ilim halkaları vardı. Bu ilim halkalarında, bilen bilmeyene Kur’ân-ı Kerim öğretir ve onlara göre düşman nöbeti tutarlar. Mescid-i Aksa’nın kudsiyetini çiğnemek isteyen Yahudiler içeri girdiği zaman Müslümanlar tekbir getirdi 2015 yılında. Daha sonra tekbir getirmek yasaklandı, para cezasına çarptırılıyorlar. Daha sonra da hapis cezasına dönüştürüldü bu. İçeri giremeyen Müslümanlar kapıda bekletiliyorlardı, kadınlar, çoluk çocuk. Hatta bazılarının Kudüs’e dahi girişlerine izin verilmiyor.
İzlenimlerinizi, orada neler yaşandığını belgeselinizde çok güzel anlatmışsınız. Bizimle paylaşacağınız anılarınız muhakkak vardır.
Bir televizyoncu, gazeteci olarak ilk gittiğimde tedirgin olmuştum. Orada çekim yapacağım, izni almamışız, başımıza ne gelecek belli değil. İsrail polisleri ve Yahudiler Cuma, Cumartesi dışında her gün sabah saat sekiz civarında Mescid-i Aksa’ya giriyorlar. Ben bunu çekmek istedim, kadınlar o zaman içeri girebiliyorlardı. Ben kamerayı kurdum, ilk çekimim olacaktı, “Acaba kamerama müdahale ederler mi?” diye bir tedirginlik vardı. Orada kadınlar o kadar gür sesle “Allahuekber” diye bağırıyorlar ki, içlerinde yedi yaşında bir kız çocuğu da vardı. Dedim yani yedi yaşında kız çocuğu burada, hanımlar burada, o kadar güçlüler ki burada kamerama müdahale olursa da bir şekilde içinden çıkarız inşallah. Elhamdülillah gerçekten de elbirliğiyle yardım ettiler oradaki yaşanan zulmü çekmeye çalıştık. Kadınların Mescid-i Aksa’nın kapısında beklediği korkusuzca haklarını savunduğu çok şahitliklerim var.
İsrailli kadın milletvekilinin söylediği bir söz geldi aklıma “Filistinli anneler ölmeli ki başka teröristler yetişmesin!” demişti. İnsaniyet noktasında ibretlik değil mi?
Tabi ki. Benim çekim yaptığım hanımlardan bir tanesi Seher Nakşi. Tutuklanmasının sebebi de bahsettiğiniz sözü söyleyen Ayelet Shaked. Filistinli anneleri öldürelim diyen bu hanım Mescid-i Aksa’ya gidiyor, Kubbet-üs-Sahra’ya tırmanmaya çalışıyor. Bu hareketiyle de resmen Müslümanları tahrik ediyor. Benim görüştüğüm ablalardan birisi kadının üzerine atlayarak onu engelliyor “Biz varken bunu asla yapamazsın” diyor. Bu hanım altı ay ya da bir sene arasında hapis cezası almıştı. 6 tane de çocuğu var. Az önce bahsettiğim ilim halkalarının annesi diyorlar ona. Çünkü sabah Mescid-i Aksa’nın kapısı na gelen hanımlara çay yapıyor, yemek hazırlıyor, Kur’ân-ı Kerim okuyor, kimin ne ihtiyacı varsa gideriyor. Gerçekten çok merhametli insanlar. Ama o merhametli insanların yarasına, kudsiyetine dokunduğunuzda nasıl aslan gibi kükrediğine de şahit olduk Elhamdülillah.
Mescid-i Aksa Filistinlilerin boynunun borcu değil aslında. Orası tüm Müslümanların ilk kıblesi. Miraç hadisesinin gerçekleştiği yer.
Evet, miraç hadisesinin gerçekleştiği ve bütün peygamberlerin yolunun oradan geçtiği bir belde. Cenab-ı Hak İsra suresinde zikrettiği, bereketlendirdiğini müjdelediği bir belde. Bu kadar kutsal bir mekan ya da ilk kıblemiz Mescid-i Aksa şu anda gerçekten çok büyük tehlike altında. Bizler dünya Müslümanları olarak, Türkiye Müslümanları olarak bu büyük davayı bir avuç Filistinlinin omzuna bırakmışız. Ama Elhamdülillah bir uyanış içerisindeyiz. Donald Trump’ın açıklaması, belki de İslâm dünyasının uyanışına vesile olacak.
Her şerri takip eden bir hayır vardır. Muhakkak yapmamız gereken çok şey var.
Fiilî dualar da çok önemli şu anda. Gençlerimiz çok duyarlı. Kudüs bilinci, şuuru ile Mescid-i Aksa nedir, nerededir bilen bir gençlik yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun için çocuklarımızı, gençlerimizi eğitmemiz lazım. Ben elimden geldiği kadar bu konuda okullara gidip, anlatmayı çok önemsiyorum. Bir bebeğim var, bebeğim ile birlikte gidiyoruz. Büyük kızım bu şuurla yetişti. Bir dönem onunla birlikte gittik bu programlara, şimdi nöbeti küçük kardeşine devretti. Bizim şuanda oturacak, nazlanacak, zamanımız yok. Gerçekten bu devir öyle bir devir değil. Herkes ister sıcak evinde çoluk çocuğuyla güzel bir gün geçirsin. Ama İslâm alemi, bu kadar acılar içindeyken, bizim oturacak vaktimiz yok. İşimiz vaktimizden çok. O yüzden elimizden geldiği kadar, her Müslüman’ın yapabileceği bir şey vardır diye düşünüyorum.
Evet Efendimiz de (asm) hadis-i şeriflerinde Mescid-i Aksa’nın önemini vurguluyor, gidemezseniz yardım gönderin diyor.
Evet hatta bir sahabe hanım orası uzak, gitmemiz zor dediğinde, “Gidemezseniz de kandillerine zeytinyağı gönderin” diyor. Kandillere yağ gönderin denmesinin elbette çok hikmetleri vardır. Sadece sarih manasının düşünülmemesi lazım, başka manaları var.
Gidemiyorsanız maddi destek verin manası da var. Kudüs’ün içinde barındırdığı Mescid-i Aksa ayet ve hadislerle önemi belirtilmiş bir yer. Bakın karşı taraf, zalimler, inanın onlar yüz yıllık plân yapıyorlar. Her gittiğim coğrafyada, özellikle de bunu Kudüs’te gördüm. Bir değil, iki değil, on değil, yüz yıllık plânlar yapıyorlar. Bizim de artık anlık tepkileri, öfkeleri bir kenara bırakıp stratejik davranmamız gerekiyor. Yani bir nesil yetiştirmemiz lazım. Biz niye yüz yıllık bir plân yapmayalım? Dünyada milyarlarca Müslüman var, artık birlik zamanı. O yüzden İslâm İş Birliği Teşkilatı’nı çok önemsiyorum. Müslüman ülkeler bir araya gelsin, tek ses, tek nefes olsunlar. Ayrılıklardan inanın bıktık, çok dağıldık mü’minler olarak. Az önce de dediğimiz gibi Mescid-i Aksa, Kudüs birleştirici bir unsur olsun inşallah. Rabbimiz bize güç kuvvet versin diyelim.
Gördüğüm kadarıyla, belgeselde yer alan her hanımın bir hikâyesi var. Sizi etkileyen hayat hikâyelerinden bahsedebilir misiniz?
Bir gün yatsı namazından sonra, bir ablamızın evine akşam ziyarete gitmiştik. Eski şehrin içinde Mescid-i Aksa’ya çok yakın bir evde oturuyor. İnşallah Allah nasip etsin sizler de tez vakitte gidin oralara. Bir akşam ziyareti yapmıştık, çay içiyorduk. Birden bir gürültü koptu. Gecenin on birinde çoluk çocuk sesleri geliyor. Camdan baktık ki İsrail polisleri, askerleri otuz, kırk tane on yaşlarında çocuğu toparlamışlar, oradaki halkı tehdit ediyorlar. “Gideceksiniz, buralar, bu memleket bizim olacak” diye. Ben çok sarsıldım açıkçası. Evin sahibi ablamız dedi ki, “Bunu her akşam yapıyorlar zaten.” Bir yandan çevre evlerde oturan işgalcilerin, sesleri, çaldıkları müzikler, bir yandan onların bağırışları… Ev sahibi ablaya “Siz buna nasıl sabrediyorsunuz” dedim. “Biz yıllardır bu şekilde yaşıyoruz” dedi. “Hadi gelin aşağıya inelim bakalım, neden böyle yapıyorlar soralım” dedim. Evin sahibi 1.55 boylarında kısa boylu bir ablamızdı. Yemin ederim elindeki terlikle atlaya, zıplaya o İsrail polisine bir gidişi vardı ki “Burası bizim topraklarımız, her gece bizi huzursuz etmeye ne hakkınız var?” diye çıkıştı. Onların ellerinde silahlar vardı ki İsrail polisi ve askerleri kırk, elli kilo malzemeyle, ekipmanla gezerler. Sadece askerler değil, oradaki sivil halk da böyle. Sivil silahlanmada çok ciddi derecede artış var. Az önce birlikte çay içtiğimiz ablamızın elindeki terlikle o İsrail askerine bir haddini bildirmesi vardı, gerçekten müthiş bir şeydi. Ben ablayı zor aldım yani. “Siz buna her gün nasıl dayanıyorsunuz?” dediğimde “Biz de dayanmasak ne olacak? Burayı onlara mı teslim edeceğiz? dedi.
Bir gün de Mescid-i Aksa’ya doğru başka bir ablayla gidiyorduk. Mescid-i Aksa’nın kapısında İsrail askerleri durur. Hemen içeri ayak bastığınızda da Filistin askerleri durur. Şimdi biz ablayla yan yana yürüyoruz, kapıya doğru yöneldik, içeri gireceğiz. Asker bana “Sen nerelisin?” dedi. “Türküm” dedim. “Sen geç” dedi. Yanımdakini Filistinli olduğunu biliyor. “Sen girmeyeceksin” dedi. “Neden?” dedim. “O girmeyecek, ben böyle istiyorum” dedi. Yani keyfî bir uygulama var kesinlikle. Canları istemediği için o hanımın ibadet hakkı engellendi. “Bu kanunsuz, bunu yapamazsınız” dediğimizde “Burada kanun benim” dedi.
“Biz Burada Kalacağız” isminin hikmeti buradan da anlaşılıyor. Yani her şeye rağmen biz burada kalacağız diyorlar adeta.
On metrekarelik küçücük evlerde altı, yedi kişi yaşıyor. Yani o insanlar bir çile çekiyorlar. Biz burada kalacağız, ne olursa olsun biz burada muhkem kalacağız, sabredeceğiz, inanıyoruz ki Allah sabredenlerle beraberdir diyorlar. Onların yaşadığı hayata inanın biz tahammül edemeyiz. Ama onlar kendi topraklarına sahip çıkmak için, Mescid-i Aksa için, İslâm için orada bir mücadele içerisindeler. Allah yardımcıları olsun inşallah. Bizlere de birlik, feraset versin onlara yardımcı olabilmemiz için. Yardım değil aslında bu bizim görevimiz. İnşallah biz ümmet olarak Kudüs’ü değil; Kudüs ümmeti kurtaracak diye düşünüyorum.
Bir rehber kardeşimiz “Bizim oraya gitmemiz ve onlara destek olmamız gerekiyor. Bizi görünce Yahudiler daha müsamahakâr davranıyorlar, zulüm yapma noktasında bizden çekiniyorlar” diye bir tespitte bulunmuştu.
Tabii ki. Türklerin gerçekten orada çok büyük bir etkisi var. Filistinlilerin Türk sevgisi de bambaşka zaten. Nereye giderseniz gidin sizi giyiminizden tanıyorlar. “Türk müsün? İstanbul mu? Biz sizi çok seviyoruz.” diyorlar. Hemen evlerine davet ederler, çay, kahve ikram ederler, yemek yaparlar size. Çok büyük bir sevgi var. Biz çarşıda çekim yaparken “Al lütfen susadın, çok çalıştın su iç” diye su veriyorlar. Birisi çay getiriyor. Müthiş enerjiydi aramızdaki. Allah daim etsin inşallah. Ben bir daha gidersem, beşinci kez gitmiş olacağım. Allah en kısa zamanda herkese bunu nasip etsin…