Psk. Mukaddes Öztürk ile sosyal medya ve mahremiyet noktasında bir sohbet gerçekleştirdik.
İstifadeye medar olması umuduyla…
İlim insanları sosyal medya sayesinde toplumumuz utanmayı unuttu diyor katılıyor musunuz bu tespite ?
Maalesef böyle bir durumdan söz edebiliriz. Sosyal medyayla birlikte mahremiyetle ilgili inanılmaz bir dejenerasyon söz konusu. Sosyal medyanın mahremiyet algısı ile ilgili kısmına girmeden bir şeyden daha bahsetmek isterim. İnsanoğlu sosyalleşme ihtiyacında olan bir varlık. Yalnızca sosyal ortamlarda gelişebilen düşünce sistemi, üretmesi, gelişebilmesi onu hayvandan farklı kılıyor. Dolayısıyla sosyalleşme bizim için kaçınılmaz bir durum. Sosyal medyanın hayatımıza girişi, sosyalleşme ihtiyacının getirisi olarak karşılaştırdığımız bir durum. Ancak sosyal medya, uçsuz bucaksız bilgi paylaşımının yapıldığı, sanal özgürlük alanı olarak karşımıza çıktığından bu yana insanlar gerçeklikle, sanal arasındaki farkı çok fark edemiyorlar. Maalesef mahremiyetin yok sayıldığı bir durumla karşı karşıya kaldık. Günlük yaşamda insanlar neredeyse her hallerine dair fotoğrafları ya da videoları paylaşır hale geldiler. Yirmi dört saat boyunca ne yaptıklarını sosyal medya hesaplarından görüyoruz.
Çılgınlık hali gibi bir şey değil mi ?
Tabi o kadar ilginç ki, insanlar hastayken, serum alırken veya vefat eden kişiyle birlikte selfie çekip fotoğrafını paylaşıyor. Bu durum, ciddi anlamda bu noktadaki tartışmaları da beraberinde getirmişti. Acaba nereye gidiyoruz? Sosyal medya paylaşımları bizi nereye götürüyor? Ben bu durumu şöyle görüyorum. İnsanlar bugünün gelişmiş teknolojilerine, belki de çok da hazır olmadan sahip oldular. Bu nedenle, sosyal medya kullanımında dengesizlik diyebileceğimiz oranda, mahremiyetle ilgili sınırlarının aşılmaya başlandığını görüyoruz. Bu bizlere ‘Sosyal medya nasıl kullanılır?’ gibi bir bilinçlendirme sürecinden geçirilerek verilmiş olsaydı, belki bu kadar çok problemle karşılaşmayacaktık. Sosyal medya insanlarda ‘Görünüyorsam varım, görünür olduğum müddetçe varım.’ algısı oluşturdu. Bu psikolojik anlamda çok önemli bir durum. İnsanların kendilerine dair var oluş ya da değerli oluşlarını, görünür olmalarıyla ilişkilendirmelerini, kendi benlikleri ile yabancılaşmalarının bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz. Çünkü insan varlığından şüphe ederse sürekli görünme çabasında olur. İnsanın kendini ruhsal olarak fark etmesi, kendiyle temas kurması, kendi bilincinin farkında olması söz konusu olsaydı, bu kadar görünürlük çabasında olmazdı. “Birileri beni gördüğü için değil, ben olduğum için varım. Değerli özelliklerim, eksik yönlerim, değiştirmek istediğim yönlerim var.” Bu şekilde kendini bilen bir insan, kendini devamlı görünür kılma ihtiyacında da olmayacaktır.
Kişi sosyal medyada, mahremiyet sınırları düşünüldüğünde, karşısında kimse yokmuş gibi düşünüyor ve ona göre de paylaşım yapabiliyor. Bu biraz çelişkili bir ruh hali…
Ben bu duruma sosyolojik anlamda bakılması gerektiği kanaatindeyim. ‘Ben görünüyorsam varım.’ düşüncesi öyle tehlikeli bir hal aldı ki, geleneksel normlar ve mahremiyet algısı yerle bir oldu. Mahremiyeti gizli olma, gizlilik hali, insanın kendine ait bir dünyasının olması olarak tanımlayabiliriz. Dinî bir kavram olarak da, haram olma hali anlamına gelmekte bu kavram. İnsan hayatında haram, gizli, sadece size ait olan bir şeylerin de olması gerekiyor. Aksi halde insanların her şeylerini, her türlü duygularını, her türlü düşüncelerini kendilerine ait her türlü fotoğrafı paylaşmaları, mahremiyet alanını ihlal etmelerini beraberinde getiriyor.
Bu durumun sebebi nedir?
Genel olarak toplumumuzda bir yetersizlik, özgüven ve özsaygı eksikliği ile karşı karşıyayız. Bu eksikliklerle, sosyal medya gibi platformlarda kişiler, birkaç beğeni aldıklarında, insanlar onları onayladıklarında, anlık olarak tatmin oluyor. Anlık tatminleri sürdürmek adına da bahsettiğimiz paylaşımlarla karşılaşabiliyoruz. Genellikle çocukluk yıllarında, anne babaların, eleştirel, kıyaslayıcı davranışlarıyla birlikte, çocuklar kendilerini eksik bulmaya ve yetersiz görmeye başlıyorlar. Yetişkinlik çağında da bu duyguları devam ediyor. Bu duyguya sahip olanlar, doğru yapmış mıyım? Güzel olmuş mu? gibi sürekli etrafındaki insanlara bu tarz soru sorarlar. Sosyal medyadaki durum da bunun bir versiyonu diye düşünüyorum. Maalesef beğeni alarak onaylanmanın sonu yok. Bütün dünyadaki insanlar sizi beğense bile, bir dahaki sefere yine beğendirmek istersiniz. Çünkü gerçekte kendinize ait bir beğeniniz yoktur. Kendinizi sevmiyorsunuzdur, değer vermiyorsunuzdur. Çünkü çocukken bunu öğrenmişsinizdir. Bunun ortadan kalkması için kişinin önce kendi değerinin farkına varması lazım.
Peki bu gibi yetersizlikler için sosyal medya müsbet anlamda kullanılabilir mi?
Günlük hayatta kişinin markete ya da bir eczaneye girip söyleyeceklerini ezberlemesi, sonra da gidip karşısındaki kişiye bunu söylemesi ve karşısında nasıl tepki aldığını gözlemlemesi, özgüveni yetersiz kişilerin yapacağı iştir. Bazen sesleri bile çıkmayacak şekilde konuşurlar. Omuzları düşük olur. Kendilerini ifade etmekte zorluk çekerler. Bunu aşmalarıyla ilgili olarak çalışmalar yapabiliyoruz. Mesela özgüven eksikliği hisseden, dışarıda meramını anlatmaktan çekinen kişi, bunu sosyal medya üzerinden daha rahat bir şekilde yapabilir. Çünkü bu kadar özgüvensizlik, yetersizlik hisseden kişilerde, biriyle konuşmak, muhatap olmak inanılmaz derecede zordur. Bunu ilk aşama olarak sosyal medya üzerinden yapıp, sonrasında ise dışarı çıkıp böyle bir uygulama yapması daha da kolay olabilir.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Dünyada baktığınızda üç milyar internet kullanıcısı olduğu ile ilgili bir araştırma var.Türkiye’de kırk milyon internet kullanıcısı var. Bu kırk milyon internet kullanıcısı, iki buçuk ve dört saat arasında internette vakit geçiriyor. Şimdi böyle baktığımızda gerçekten durum vahim. Bu kadar saatlerini internette başında geçiren insanların, bahsettiğimiz paylaşımları yapmaları da kaçınılmaz oluyor. Çünkü ne kadar çok oraya vakit ayırırsanız, o kadar gerçek zannetmeye başlıyorsunuz. O sizin gerçekliğiniz olmaya başlıyor. Bu da boş vakti değerlendirmek ile ilgili. Bu noktadan bakıldığında algılarımız üzerinde de çalışılabilir belki. Efendimizin (asm) şöyle bir hadis-i şerifi var, “İki (büyük) nimet vardır. İnsanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit!” Bizim biraz da inancımıza yönelik bu anlamdaki algıyı güçlendirmemiz gerekmekte. İnsanların hayatı kanlı, canlı hissederek, deneyimleyerek yaşamaları gerekiyor, sanal ortam ve ilişkilerle değil. Dünyanın, iyiliklere, hayırlı insanlara ve onların hayırlı davranışlarına ihtiyacı var. Ekran başlarında, telefon önünde, gençlerin, bir neslin heba olması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Belki de bu bilinçli yapılan bir durum da olabilir. Dünya genelinde baktığımızda genç nüfusa sahip olan nadir ülkelerden biriyiz. Bu genç nüfusun bu şekilde, ruhsal anlamda bir nevi katledilmesine müsaade edilmemesi gerekiyor. Şuan belediyelerin bu anlamda birçok çalışması var. Bu noktada da bu tarz bilinçlendirmelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.