Psikoterapist-Çift ve Aile Terapisti Psk. Ramazan Uslu ile ‘Evlilikte eşler birbirinden ne bekler?’ sorusuna cevap aradık. İstifadeye medar olması duasıyla…
Evlilikte eşlerin birbirinden beklentisi nedir?
Evlilikte beklentiler iki düzeyde gerçekleşiyor. Birincisi bilinçdışı düzey; burada daha derin ve ruhsal beklentiler yer alır. İkincisi de daha yüzeysel ve göze çarpan, görünürdeki beklentilerdir. Yani bireyin temelde bir takım ihtiyaçları karşılıyor olmasıdır. Bu tabii yere, zamana, kültüre göre değişiklik göstermektedir. Bir evliliğin mutluluğa götürebilmesi için, daha derin, ruhsal olan ihtiyaçlara odaklanmak gerekir.
Evliliğin ruhsal ve daha derin olan ihtiyaçları açısından da baktığımızda; esas olan yakınlık beklentisidir. Bunu karşılamayan bir ilişki, doyuruculuktan uzak olmakta ve çoğunlukla da farklı bahanelerle, kopuşlara doğru gitmekte. Bu kopuşlar her zaman kağıt üzerinde boşanmayla sonuçlanmasa da, görünürde birbirinden uzak, mesafeli ve birbiriyle artık hikâyesini paylaşmayan çiftlere dönüşmekte.
İnsan var oluşu itibariyle anneyle beraber bir yakınlık içinde dünyaya gönderiliyor. Diğer taraftan da yakınlıktan koparak ve gittikçe yakınlıktan korkmuş, uzaklaşmış, yalnız olarak büyümeyi öğreniyor. Dolayısıyla daha derin düzlemde büyüyen yakınlık arzusu içerisindeyken, daha yüzey düzeyinde de yakınlıktan korkuyoruz. Burası çok önemli ve dikkat çeken bir şeydir. Bizler genellikle ilişkide çelişkili bir yapı içerisinde hareket ederiz. Bunun da farkına varmayız. Fark ettiğimiz şey sadece yakınlık kurma ihtiyacımızdır. Bu ihtiyacımız için de çok uğraşırız. Eşimizi kendimize çekmeye çalışırız, ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışırız, daha yakından onunla ilgilenmek, ona kendimizi açmak isteriz. Fakat bilmediğimiz, fark etmediğimiz bir şey var. Yakınlık hemen herkesi korkutur. Bu yüzden de genellikle çiftler farkına varmadan, birbirini uzaklaştırma çabası içine girerler. Dolayısıyla bir ilişkinin en birinci beklentisi; yakınlık kurmaktır. Bu beklentiyi gerçekleştirmek için de, kişinin yakınlıktan korkma boyutunun farkında olması gerekir.
Diğer taraftan görünür, yüzeysel beklentileri açısından baktığımızda; evliliğin sosyal, duygusal, zihinsel, fizikî bir takım ihtiyaçları karşılıyor olması gerekir. Bunlar gerek İslâm hukukunda, gerek modern hukukta da yerini bulan bir takım karşılıklı hak ve sorumluluklar diyebileceğimiz boyutlardır. Bir defa bunların temel zeminde karşılanıyor olması gerekir. Yani bir kadın çalışmıyorsa, evinin bakımı, beslenmesi, barınması ve diğer temel ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği gibi.
Bununla beraber evlilikte, daha modern zamanlara has bir beklenti olarak; sosyal medyada görünür olmaya dayalı bir yaşam tarzı ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Bunlar da eşlerin birbirlerini mutlu etme görevleri varmış algısını oluşturuyor. Mutluluk kişinin kendi nedensiz deneyimidir. Ve bir başka tarafın mutluluğundan sorumlu değildir. Herkes kendi mutluluğundan sorumludur. Ama bir taraftan da bu eşlerin birbirine karşı sorumsuzluğunu ifade etmez. Burada daha çok kastettiğim sürekli sosyal medyada yapılan paylaşımlarda ‘çok mutluyum’ pozlarından sen sorumlusun, bunu sen oluşturmalısın. Karşı taraf üzerinde böyle bir baskısının oluşmaması gerek.
Sevgi çeşitleri ve beklentiler
Yüzeysel beklentileri şöyle de ifade edebiliriz. Bir bilge olan Milton Ericson’a sormuşlar; ‘sevgi nedir?’ O da şöyle söylemiş; “Dört çeşit sevgi vardır; birisi bebek sevgisi ki ‘ben kendimi severim’ demektir. Çok nadir de olsa bir takım evliliklerde kişiler sadece kendini severler. İkinci bir sevgi türü ‘sana sahip olmamı-bana ait olmanı seviyorum.’ Aitlik sevgisidir ki bu da çocukların sevgisi. Eğer ilişkideki kişilerin sevgisi bu düzeydeyse, kaçınılmaz olarak ‘benim karım, benim kocam’ şeklinde seveceği ve çocuksu bir sevgiyle birbirine bağlandıkları için, temel düzeydeki yakınlık ihtiyacını gideremezler. Dolayısıyla bu bilinç düzeyindeki bir çiftin veya kişinin evlilikten beklentisi aidiyetini, ait olmaklığını, sahipliğini tatmin etmesidir.
Üçüncü sevgi çeşidi; ‘bana fayda vermeni seviyorum.’ Okurlarımız ‘balık sevgisi’ adlı hikâyeyi arama motorlarına yazarsa hemen karşılarına çıkacaktır. Belki ne demek istediğimiz o zaman daha net anlaşılır. Kısaca bahsetmek gerekirse, ‘ergen sevgisi’ diye tarif edilen ‘bana fayda vermeni seviyorum’ sevgisidir. İlişkiler eğer bu düzeyde ise, -ki birçok ilişki bu düzeyde olabilme potansiyelini barındırıyor-o zaman evlilikten beklentisi; ‘bana fayda ver, yemeğimi yap, bana güzel görün, beni arkadaşlarımın, ailemin yanında iyi temsil et.’ Halbuki gerçek sevgi; vermektir. Verdikçe almaktır. Bu da gerçek yakınlık düzeyidir. Gerçek sevgi diye tarif edilen, bilgelerin tarif ettiği o sevgiyi anlatır.
O zaman kişilerin bilinç düzeyine göre beklentiler de değişiyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle. Bilinç düzeyi düşük, çocuk bilinç düzeyindeyse, karşısındakinin ona ait olmasını sevecektir. O yüzden eşinin bir yerlere gitmesini istemeyecektir. Sürekli kontrol altında tutmaya çalışacaktır.
Eğer sevgi olgunluğu ergen seviyesindeyse, karşısındaki fayda vermeyi azalttığında, ona sevgisi kalmayacak ve tatmin etmemeye başlayacaktır. Gerçek sevgiden fayda beklenmez, karşılıksızdır. Derin ilişki dediğimiz şey de budur. İnsanlar ilişkide bunu ararlar, -senin mutlu olmanı seviyorum- bu yakınlık düzeyidir. Bu yakınlığı temin edemediğimiz müddetçe acı ve ızdırap yaşarız. Bu nedenle evlilik bizim için gereklidir. Çünkü temel ihtiyacımız olan yakınlığı tesis eder.
En çok ihtiyacımız olan yakınlık, peki çiftler neden yakınlaşamıyor?
Bu atölye çalışmalarımızda sıklıkla karşılaştığımız bir konu. Yakınlaşıyoruz demekle birden yakınlaşılamıyor. Çalışmak, çabalamak ve gayret göstermek gerekiyor. Bu nedenle; yakınlık üzerine çalışmak, yakınlaşmayı arttırmak, yakınlaşmaya engel olan tarafları fark etmek, yakınlaşmaktan korkan durumların üzerine gitmek çok önemli. Çift atölyesinde birçok çiftte gördüğümüz bir şey var. Çiftler birbirinin gözlerinin içerisine on beş saniyeden fazla bakamıyorlar, gözlerini kaçırıyorlar. Çünkü o yakınlığa dayanamıyorlar. Dayanılmaz acı verici ve korku verici geliyor o yakınlık. Genel olarak bilinmeyen bir şey bu ama; yakınlaşma korkumuzu fark etmeliyiz ki, derinlerdeki, temel ihtiyacımız olan yakınlaşmanın temini mümkün olsun.
Eşler birbirinin gözüne bakamıyor, o yakınlıktan korkuyor dediniz. Peki neden kaynaklanıyor bu korku?
Çocukluk dönemimizde aldığımız yaralar, ilişkiden hangi yönleriyle, ne boyutta korkup korkmayacağımızı ortaya koyuyor. Anne ve babamızla kurduğumuz ilişkide yaralanmışsak eğer ve o yaralar bir şekilde onarılmadıysa, o yaraların acısı evlilikte ortaya çıkıyor. O yüzden ‘Evlilikteki kavgalar, onarılmamış, şifalanmamış, çocukluk yaralarının, yetişkinliğe yansımasıdır’ denir. Bu korkuların genel nedeni; erken dönemde, yakın ilişkiden çok yara almaktan kaynaklanıyor. Biz tabi büyüyünce o yaraları fark etmeyecek kadar ustalık kazanıyoruz. Yoksa hayatta kalamazdık zaten. Belki de o yüzden çok fark etmiyoruz, bir nevi hayatta kalmamızı sağlayan bir zırh geliştiriyoruz, güçlü oluyoruz. Ama o güçlü yönümüzün arkasında bir zayıf yönümüz de bizi bekliyor. Evlilik de tam olarak bu zayıf yönün güçlenmesini sağlayan bir şey. O yüzden evlilik ilişkisinde çiftler yakınlaşmayı sağlayabildiğinde, gerçekten büyük oranda şifalanmayı da sağlıyorlar.
Yaptığınız çift atölyelerindeki müşahedeleriniz neler?
Bu atölyelerde bir aylık, bir yıllık, on yıllık, kırk yıllık evli, her yaştan, çok çeşitli aşamalardan, boşanma aşamasına gelmiş, ilişkisini iyi bilen, henüz kuvvetli sevgi bağının devam ettiği, çok tartışmaların olduğu, çok farklı çiftlerle çalışma şansım oldu. Atölyeye katılan çiftlerde şunu gözlemliyorum; eğer kişi, yaşanılanları bağışlamayı göze alarak eşine bir şans daha vermeyi sağlayabilirse, onu suçlu olsa bile suçlamadan, çok farklı duygularla, bir yakınlık içerisinde birbirlerinden faydalanıyorlar, yararlanıyorlar. Farklı bir şey hissediyorlar. Bir bilgeye sormuşlar; “Hangi evlilik devam etmez? Her evlilik devam eder. İster aldatma, ister kavga, ister şiddet olsun. Sadece bir tarafın çabalayıp da diğer tarafın çabalamadığı ilişki devam etmez” demiş. Evlilik ilişkisindeki temel noktanın bu olduğuna inanıyorum. Bir ilişkinin, tek kişinin çabalamasıyla kurtulma şansı yoktur. O çaba gerçekleştiğinde evlilik ilişkisi gerçekten çok büyüleyici, efsunlu bir hal alıyor. Rum Suresi’nde geçen evlilikle ilgili bir ayet-i kerimede “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır” diye aslında bir mucize olarak anlatır. İlâhî kelam, karı koca ilişkisini böyle bir İlâhî kanıt olarak, bir mucize olarak bize takdim eder. Sonra da arkasından der ki; ibret alacaklar için bunda hikmetler vardır. Üzerine biraz düşünülmesinin istediğimiz yer orada. Her ilişkinin İlâhî bir mucize olabilme potansiyeli kesinlikle var. İki taraf şartsız, pazarlıksız, birbirini bağışlayarak çabalamaya başladığında, ilişki o mucizeyi getirmeye muktedir.