“İstanbul’u tekrar şereflendirmesi ehl-i ilim ve halkı çok fazla memnun ve mesrur etti. Kendisine haber verilmeden Meşihat dairesindeki ‘Darülhikmeti’l-İslâmiye’ azalığına tayin olundu. Darülhikmet o zaman Mehmed Akif, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi gibi İslâm alimlerinden mürekkeb bir İslâm akademisi mahiyetinde idi”1
Osmanlının son döneminde yetişen ve Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerini sürdüren önemli fikir ve ilim adamlarındandır. Memleketine izafeten “İzmirli” lakabıyla anılmış ve tanınmıştır. Hem medrese, hem de okul eğitimi almış ve birçok kurumda hocalık yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuş, Meşrutiyetin meziyetlerini halka anlatmak için bazı illeri dolaşmıştır. Dârülhikmeti’l-İslâmiye üyeliği ve başkan vekilliğinde bulunmuştur. Kurucuları arasında Bediüzzaman’ın da bulunduğu Yeşilay Cemiyeti’nin teşekkülünde yer almıştır.
İsmail Hakkı, 1869 yılında İzmir’de Hasan Efendi ve Hafize Hanımın oğlu olarak dünyaya geldi. Henüz çok küçük iken babası vefat etti. Kendisi ve kardeşlerini annesi büyüttü. Eğitimine amcasının yanında başladı ve kendisinden hafızlık eğitimi aldı. Medrese eğitimi gördüğü gibi, bugünkü orta okullara denk düşen rüştiyeye de giderek burayı bitirdi.
1891 yılında Namazgah İptidaî (ilkokul) mektebinde öğretmen olarak çalışmaya başlayan İsmail Hakkı, çok kısa bir süre sonra İzmir İdadisinde (lise) fahri hoca olarak görev yaptı. İstanbul’a giderek eğitimini sürdürdü ve öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan Dârülmuallimin-i Âliye’ye talebe olarak girdi. Bu okulun edebiyat şubesinden 1892 yılında mezun oldu. Bu arada medrese eğitimini de devam ettirerek Fatih dersiamlarından Hafız Ahmed Şakir Efendiden icazet alıp, mezun oldu.
İsmail Hakkı, eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’un muhtelif okullarında çalıştı. Eğitim Bakanlığı, yani o zamanki adıyla Maarif Nazırlığı bünyesinde olan Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyeti’nde bulundu. Bakanlığa bağlı olan bu kurum; telif, tercüme gibi bastırmak istenen eserleri inceler, bastırılmasında sakınca bulunmayanların bastırılması için izin verirdi.
Maarif Nazırı olan Zühdü Paşa, ayrıca, İsmail Hakkı beyi çocuklarına özel ders vermek üzere hoca olarak tayin etti. Mülkiye mektebinde fıkıh, İslâm akaidi ve Arapça derslerini verdi. Daha önce talebe olduğu Dârülmuallimin-i Âliye’ye tarih öğretmeni olarak atandı. Bunların dışında önce Darüşşafaka ve bilâhare Dârülmuallimin-i Âliye’de müdürlük yaptı. Eğitim programlarını ıslah etmek gayesiyle kurulan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye içinde yer aldı.
İsmail Hakkı, öğretmen okulunda hocalık yaptığı sırada, verdiği dersler ve yazdığı eserleriyle dikkatleri üzerine çekti. İlmî konulardaki ehliyetini ispatlamasına paralel olarak daha önemli görevlere getirildi ve kendisinden istifade edildi. 1914 yılında kurulan ve medreselerin ıslahını amaçlayan Dârülhilâfe-ti’l-Âliye müfettişliğine getirildi. Bir yıl sonra da Süleymaniye Medresesinin Kelâm kürsüsünde İslâm felsefe tarihi müderrisliğine tayin edildi. 1923 yılına kadar burada hocalık vazifesini sürdürdü. İzmirli, İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Meşrutiyetin ikinci kez ilân edilmesinden sonra, yeni durumun üstünlüklerini halka anlatmak maksadıyla yurt gezisine çıktı. Kayseri ve Konya’ya giderek meşrutiyetin meziyetlerini halka anlatmaya çalıştı. Şehzadebaşı’ndaki medrese talebelerine yönelik konferansları organize eden ilmiye Kulübüne katıldı. Aralarında Bediüzzaman’ın da bulunduğu Yeşilay Cemiyeti’nin kurucularındandır. İzmirlinin getirildiği önemli görevlerden biri de Dârüihikmeti’l-İslâmiye üyeliği ve başkan vekilliğidir…
İsmail Hakkı Ankara’da Umur-ı Şer’iyye ve Evkaf Vekâletine bağlı olarak kurulan Tedkikat ve Telifat-ı İslâmiye Heyetinde üye olarak çalıştı. Bir ara buranın başkanvekili ve başkanlığında da bulundu. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatıldı. Bunların yerine Dârülfünunların yeniden yapılandırılmasına gidilince Ankara’dan İstanbul’a geçti. Burada İlahiyat ve Edebiyat Fakültelerinde hocalık yaptı, 1931 yılında İlahiyat Fakültesi reisliğine atandı.
İzmirli, 1934 yılında yaş haddinden emekliliği geldiği halde, görevi Bakanlar Kurulu kararı ile bir yıl daha uzatıldı ve Ekim 1935 tarihinde emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra da ilmî faaliyetlerini sürdürdü. 31 Ocak 1946 tarihinde ziyaret için gittiği Ankara’da vefat etti. Cenazesi Cebeci Mezarlığına defnedildi.
Muhtelif okullarda hocalık ve idarecilik yapan İzmirli, ilmî faaliyetlerin yanı sıra çeşitli cemiyetler ve komisyonlarda bulunarak değişik hizmetlerde bulundu. Maarif Nezareti tarafından; Abdullah Cevdet’in tercüme ettiği “Tarih-i İslâmiyet” adlı kitap hakkında rapor hazırlamak için kurulan komisyonda yer aldı. Bunun dışında Tedkik-i Kütüb, Ulûm-u Diniye ve Arabiye ve Ahlâkiye komisyonlarında bulundu ve Cemiyet-i Sûfiye’de yer aldı. Cumhuriyet döneminde de görev almayı sürdürdü. Türk Tarih Kurumu yedek üyeliği ve Paris’teki Milletlerarası İlimler Akademisi Türk gurubu üyeliğinde bulundu.
Dârülhikmeti’l-İslâmiye’de bulunması vesilesiyle ismi Risale-i Nur’da zikredilmekte ve burada yapılan ilmi müzakerelere işaret edilmektedir.2 Eşref Edip o dönemle ilgili hatıralarını anlatırken, Bediüzzaman ile “Akif’ler, Naimler, Ferid’ler, İzmirlilerle birlikte saatlerce tatlı musahabelerde bulunurduk,” dedikten sonra Bediüzzaman ile ilgili müşahedelerini aktarmaktadır. “Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulade fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe. En mu’dil meselelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur’ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem’alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabe kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer’in şehameti var. Yirminci asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü’min…”3
İzmirli, Osmanlının son döneminde farklı yol takip ettiği eleştirisine muhatap oldu. Daha önceden yazılarının yer aldığı “Ceride-i İlmiye” ve “İslâm Devletinin Esası” adlı makalesinde ileri sürdüğü fikirlerle, daha sonra izlediği tutumun birbirine tezat teşkil ettiği, adeta birbirini tekzip ettiği ileri sürülmektedir.4
Dipnotlar:
1. Bediüzzaman Said Nursî/ Tarihçe-i Hayat.
2. Bediüzzaman Said Nursî/ Tarihçe-i Hayat.
3. A.g.e.
4. Sadık Albayrak/ Son Devrin İslam Akademisi Dâru’l- Hikmeti’l İslâmiye.