Mekânların ruhları vardır. Hepimiz müşahede etmişizdir. Yeni yapılan bir camide kılınan namazla tarihî camilerde kılınan namazlar insana farklı tesir eder. Sebebi de muhtemelen yüzyıllardır okunan ezanlar, Kur’an tilavetleri ve kılınan namazlar olsa gerektir. Yüzyılların ibadetleri mekânlara ayrı bir manevi hava vermektedir. İşte Edirne de insanı tesir altında bırakan birçok tarihî mekâna sahip. Sadece camiler bazında söylemiyorum. Kapalı çarşıları, müzeleri ve tarihî evleri de ayrı bir ehemmiyet ve manevi hava katmaktadır bu güzel şehrimize…
İtiraf etmeliyim ki daha önce Edirne benim için Osmanlıya 92 yıl başkentlik yapmış ve Selimiye camisine sahip bir serhat şehrimizdi. Edirne hakkında bildiklerim bu kadardı. Oysa ki 1,5 günlük gezimde gördüm ki sayamayacağım kadar eseri olan bir şehirmiş. Kendimi ayıpladım doğrusu. Ecdadımız yapmış bizler ise varlığından bile haberdar değiliz. Bunun ciddi bir eksiklik olduğunu düşündüm. Çok fazla uzatmadan Edirne gezimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Osmanlı şehirleri ve özellikle de başkentlik yapmış şehirlerin sanıyorum öncelikle camilerinden başlamalıyız. Çok sayıda tarihi camisi var ama şehir merkezindeki Selimiye, Ulu (eski) ve Üç şerefeli Cami şehir merkezinde bulunan ve ön plânda olan yapılar.
Üç şerefeli camiden başlayalım. 1437’de yapımına başlanan cami 10 yıl içinde bitirilmiştir. Bu cami geçmiş ve gelecek açısından kilometre taşıdır. 150 yıllık devletin mimarî birikimi, belki de zamanından daha fazlasını ortaya koyarak görenleri hayrete düşüren bir eserdir. Osmanlının dört minareli ilk camisidir. Her bir minaresi ayrı boyda ve ayrı desendedir. Büyüklüğüyle ve ihtişamlı sanatıyla göz kamaştırmaktadır. Hem Selçuklu mimarisinden Osmanlı mimarisine geçişin en önemli misallerinden biri olması sebebiyle, hem de bu caminin yapılmasından 100 yıl sonra gelecek olan Mimar Sinan’a esin kaynağı olması nedeniyle fevkalade önemlidir.
Ulu (eski) Cami, 1414 yılında ibadete açılmıştır. Duvarlarına ve kolonlarına yazılan ayetler camiye çok yakışmaktadır. Diğer camilerden ayrılan birçok hususiyetleri vardır. Serhat şehri olması nedeniyle ilk zamanlarda Cuma hutbelerinde imam kılıçla çıkarmış. Bu gelenek bugün de yaşatılmaya devam etmektedir. Bunu öğrendiğimde, zihnimde Risale-i Nurdaki bilgiler çağrışım yaptı. Zamanın manevi cihat olduğunu ve kılıcı bugün kalem, ilim olarak düşünmemiz gerektiğini hatırlayarak şükrettim halime… Mihrabın hemen sağındaki zeminden düşük yerde dar bir koridor mevcut. Burada 2 rekatlık hacet namazı kılınırsa kabul olacağına dair halk arasında yaygın bir inanç var. Minberin yanındaki pencere duvarında siyah renkli taşın (Rüknü yemen taşı) özelliği dikkat çekici. Zira, Kabenin sağ duvarından kopmuş ve caminin inşası sırasında buraya konmuştur. Hacı Bayram Veli de padişahın daveti üzerine buradaki kürsüde halka hitap etmiş ve o tarihten itibaren oradaki kürsüde saygıdan dolayı bir daha vaaz edilmemiş, başka bir kürsüde vaaz edilmiştir. Bu kürsü Hacı Bayram Veli makamı olarak bilinmektedir…
Ve Selimiye… Selimiye hakkında söylenecek çok şey var belki teknik anlamda ama ben bu teknik özelliklerden ziyade hissiyatımı paylaşmak istiyorum… Selimiye’yi anlamak için sanıyorum önce Mimar Sinan’ı biraz yakından tanımak gerekiyor. Dahi mimarı birkaç özelliğinden bahsederek anlamaya çalışalım. Öncelikle yer seçimi harika. Hakim bir tepede konumlandırılmış. Şehrin her tarafından görülebiliyor. Bu çok önemli bir husus. Misalen Ataşehir’de açılan Mimar Sinan Camisi büyük olmasına rağmen çukurda kaldığı için heybeti fark edilemiyor. İkinci bir husus da genel bir Osmanlı mantığı vardır. Eserler ne kadar büyük olursa olsun aynı medresedeki odalara girerken kapılar küçük olduğundan dolayı eğilerek girebilirsiniz. Aynısını Selimiye Camisinde gözlemlemek mümkün. Devasa boyutta olmasına rağmen çok dar kapıları görmek mümkün. Bu da bize tevazu dersi vermesi açısından çok ehemmiyetli diye düşünüyorum. Ayrıca Mimar Sinan kendini tekrarlamıyor. Örneğin hayatı boyunca 100’ün üzerinde şadırvan yapmasına rağmen hiçbirisi birbiriyle benzemiyor. Sürekli kendini geliştirerek farklı bir dokunuş yaparak diğer eserlerden farklı bir eser ortaya koyuyor. Eser heybetli olmasına rağmen ince minareleri ve iç yapısındaki zarafet sayesinde kaba durmuyor. Caminin içindeki letafet ve sıcaklık yabancılığı atarak eserle bütünleşmenizi sağlıyor. Çok detaylı bir külliye sistemi var. Çarşısına kadar düşünülmüş. Mimar Sinan taş, çini ve ahşap malzemelerini eserlerinde çok güzel kaynaştırarak uyum içinde kullanmış. Son cemaat yerindeki kemerlerin üzerindeki çiniler zamanın en iyi çini örneklerinden. Bu çiniler İstanbul’daki Sokullu Mehmet Paşa Camisindeki bulunan kemer üzerindeki çinileri hatırlatıyor. Dar-ül Tedris ve Dar-ül Kurra adında 2 medresesi var ve bugün Dar-ül Tedris medresesi İslâm Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. İslâm Eserleri Müzesindeki yeniçeri mezar taşları da günümüze kadar kalan az sayıdaki mezar taşlarındandır. Haziresi de özellikle Osmanlı mezar sanatı açısından mükemmel örnekler barındırıyor.
Selimiye çıkışında Arkeoloji ve Etnografya Müzesi bulunuyor. Burada geçmiş ve gelecek tarihi müşahede edilebilir. Yakınında da Bulgar kilisesi vardır. Gezilmeye değer bir yapı olduğunu belirteyim.
Yeri gelmişken bir hatıramı paylaşmak istiyorum. Gezimin başlarında Roman vatandaşlarımızın oturduğu muhitten geçerken balkonda oturan birinin kendine has doğal üslubuyla “şekeri kaldırın be ya!” demesi benim gülme krizine girmeme sebep olmuştu. Öyle ki yürüyemeyecek duruma gelmiş ve bir süre geziye ara vermek durumunda kalmıştım. Gezi boyunca da ve şu satırları yazdığım an da bile tebessüme vesile olan bir Edirne hatırasına sahip oldum.
Tekrar konumuza dönelim. Kilisenin yakınındaki Muradiye Camisi bir başka şaheser. İznik çinileri ve duvarlarındaki muhtelif desenlerdeki ayetler insana bir başka tesir ediyor doğrusu. Muradiye hakim bir konumda bulunuyor. Zarif çinileri, tabhanesi ve tezhip sanatının ince örnekleriyle göz kamaştırıyor. Bir zamanlar Mevlevilerinde dergâhı olduğunu hemen yanındaki haziresindeki mezar taşlarından anlıyoruz. Muradiye Camisi, tarikat tarihinin en orijinal eserlerinden biri olduğunu söylemeliyiz.
Gezime aynı istikamette devam ettiğimde beni Sarayiçi karşılıyor. Sarayiçi; Kırkpınar, Adalet kasrı, Balkan şehitliği anıtı ve Edirne Sarayı kalıntılarından oluşuyor. Edirne Sarayı bir zamanlar Topkapı Sarayından daha büyük olmasına rağmen günümüze çok az bir kısmı kalmıştır. Sebebi ise 1877-1878 Osmanlı Rus savaşında saray mahzenlerinde cephane depolandığı için Rus askerler geri çekilirken infilak ettirilmiştir. İkinci nedeni de Balkan savaşlarıdır. Üzülerek oradan ayrılıyorum.
Tunca nehrini takip ederek 2. Beyazıt Külliyesine ulaşıyorum. Camisi Mimar Sinan’ın da örnek aldığı camiler arasındadır ve İstanbul’daki Sultan Selim Camisini hatırlatıyor. Hemen külliyenin içinde Avrupa müzecilik ödülü alan Sağlık Müzesi mutlaka gezilmesi gerekir. Bu arada girişteki bilgilerde Osmanlılar zamanında doktora muayene olmanın ücretsiz olduğunu ve haftada iki gün halka ücretsiz ilaç dağıtıldığı hatırlatılıyor. Günümüzün ötesinde bir sosyal devlet anlayışı ve uygulaması olması ecdadımızı minnetle anmama vesile oluyor.
Camilerini saymakla bitiremeyiz ama en azından isim olarak belirterek ziyaret edilmesi gerektiği hatırlatmış olalım. Beylerbeyi, Çakır Ağa, İsmail Ağa, Atik Ali Paşa, Hıdır Ağa, Şahabeddin Paşa(Kirazlı), Tanburacılar, Lari, Dar-ül Hadis, Şah melek, Gazimihal Melek, Yıldırım Beyazıt, Süleymaniye, Hasan Sezai Dergahı, Yahya Bey, Taşlık, Selçuk Hatun, Ayşe Kadın, Defterdar Mustafa Paşa, Sitti Şah Sultan, Kadı Bedrettin Camileri ilk aklıma gelen camiler.
Selimiye Arastası, Çorlulu Ali Paşa ve Bedesten Çarşısında gezmek ve alışveriş yapmak insana hem keyif, hem de yüzyıllar öncesine götürerek insana mistik bir hava veriyor. Zaman mefrumu kayboluyor adeta. Bir an için kendinizi 500 -600 yıl öncesinin atmosferine girmiş buluyorsunuz.
Makedonya Kulesi, Handirian Surları, Meriç nehri, Karaağaç evleri, Tarihi Çeşme ve Karakol, Lozan Anıtı ve Müzesi, Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi de mutlaka gezilmesi gereken yerler arasında.
Özellikle de Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi hem bu kıymetli paşamızı daha yakından tanımak adına, hem de Balkan savaşının hangi şartlarda yapıldığını görmek adına büyük bir önem taşıyor. Tabyaların müzeye çevrilmesi ve cansız mankenlerle o dönemin canlandırılmaya çalışılması insanı tesir altında bırakıyor. Ecdadımızın yapmış olduğu büyük fedakarlığı bütün çıplaklığıyla şahit olmak mümkün hale geliyor…
Osmanlı devrinden kalan tarihî evlerin bir kısmı restore edilmiş. Bir kısmı da restore edilmeye devam ediyor. Her bir sanat eseri olduğunu ve tarihe ışık tuttuğunu belirteyim Kaleiçi semtini bu nedenle sindire sindire gezmekte yarar var. Zira tarihî evlere bakarken bir an da kendinizi geçmişte yolculuk yaparken bulabilirsiniz.
Bu arada zengin bir mutfak, renkli ve köklü bir kültüre sahip bir kent olduğunu belirtmem gerekiyor. Meşhur yaprak ciğeri, badem ezmesi ve kurabiyesi öne çıkıyor.
Görüldüğü üzere Edirne eserlerini saymakla ve anlatmakla bitirmek pek mümkün görünmüyor. Size tavsiyem en az 2 tam gününüzü ayırmanız. Merkezdeki yerleri ziyaret ettikten sonra da 25 Kasım Stadyumunun yanında bisiklet kiralayan yerler mevcut. Bisiklet kiralarsanız çok daha verimli bir keşif yapabilirsiniz.
Cenk Çalık