Adem Güneş, Pedagoji Biliminde Anadolu aile yapısına uygun çocuk yetiştirme modeli olan “Anadolu Pedagojisi” modelinin kurucusu ve temsilcisi olup, uzunca yıllar yurt dışında yaşamış, Avrupa eğitim sistemlerini ve çocuk eğitimi modellerini bizzat yerinde inceleme fırsatı bulmuştur. Çocuklarda “Vicdan Eğitimi” olmadan “Davranış Eğitimi” olamayacağının altını çizen Adem Güneş’le gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbetimizle sizleri baş başa bırakıyoruz.
Sünnet-i seniyye merkezli çocuk eğitimi nedir?
Sünnet-i seniyyeye uygun çocuk eğitimi nedir dediğimizde iki tane bilgi karşımıza çıkıyor. Bir tanesi Peygamber Efendimizin (asm) takip ettiği ve daha sonrakiler tarafından da uygulanan bir eğitim şekli. Peygamber Efendimizin (asm) kendi çocuklarıyla ve torunlarıyla olan ilişkisinin pedagojik ayrıntılara erişecek kadar bilgi sahibi değiliz. Sadece genel hatları itibarıyla biliyoruz. Bu genel hatları takip ettiğimiz zaman ikinci bir kaynağa erişiyoruz. Sünnet-i seniyye acaba neyi tavsiye ediyor, nasıl uygulanıyor? diye baktığımızda da insanın fıtratına uygun bir eğitimin takip edildiğini görüyoruz. Sünnet-i seniyye insanı fıtratın zıddındaki bütün davranışlardan men ediyor.
Peki, bu bağlamda fıtrat nedir, fıtratın zıddı dediğimiz davranış şekli nedir?
‘Fıtrat nedir, fıtratın zıttı nedir?’e uygun pedagojik bir yöntem uygularsak, aynı zamanda sünnet-i seniyyeye de uygun bir pedagojik yöntemi takip etmiş olacağız. İşte burada Peygamber Efendimizin (asm) hayatındaki o erişemediğimiz pedagojik detaylar dediğimiz noktalar önümüze açılır. Adım adım gidecek olursak, ‘Fıtrat nedir?’ sorusuyla yola çıkmamız lâzım. Fıtrat, türünün özelliğini barındırmaya denir. Meselâ kuşların fıtratında uçmak vardır. Ona aittir. Yani hepsinin ortak özellikleridir. Bütün insanlarda barınan ortak özelliklere insan fıtratı, bireyin sadece kendisine ait olan özelliklerine de mizaç diyoruz. Yani mizaç fıtrata uygundur ve her fıtratın içerisinde ayrı bir mizaç vardır. Mizaç kişiye özeldir. Yeryüzünde insan adedince mizaç vardır diyebiliriz. Mizaç doğuştan geldiği gibi, üzerine de ilâveler oldukça huylar oluşmaya başlar. İlk dönemki huylara baktığımız zaman da aslında hislerden oluştuğunu görüyoruz. Şimdi biz bu bilgilerin şundan dolayı verdik; o zaman biz çocuk eğitiminde insan fıtratının yani sünnet-i seniyyenin dışına çıktığımızda, insanın mizacına uygun bir eğitim vermediğimiz zaman fıtratın dışına çıkmış olacağız. Bu takdirde anne babaların veya eğitimcilerin iki şeyi bilmesi lazım; insan fıtratının özellikleri nedir? Fıtratın dışına çıktığımızda çocukta neler gözlemliyoruz? Ebeveynlerin, çocuğun fıtratı ve mizacı dışında davranmaya başladıklarında ortaya çıkan eylemlerine biz davranış bozuklukları diyoruz. Bakın o zaman şu durum netleşiyor. Çocuklarda çıkan davranış bozuklukları tamamen onların mizaç ve fıtratının dışında kendisiyle kurulan ilişkinin sonucu oluşuyor.
Hemen soralım o halde, davranış bozukluğunu düzeltmek adına neler yapılmalı?
Davranış bozukluğu olan çocukları nasıl düzeltiriz diye değil, davranış bozukluğu olan çocuklarda mizacına ve fıtratına uygun nasıl yeniden davranırız ki o bozukluk ortadan kalksın demeliyiz. Çünkü baktığınızda çocuklara ait tüm davranış bozukluklarında aslında çocuğun mizaç çabasını ortaya koymaya çalıştığını görüyoruz. Neşeli kıpır kıpır bir kız çocuğu düşünelim, sıcacık bir yapısı var. Bu engellenip, niye böyle yapıyorsun, saçmalama, akıllı dur vs. deniliyor. Ama çocuklarda akıllılık yoktur ki. Çocuklar kendilerini geliştirebilmek için devamlı ve kıpır kıpır haldedir. Çocuğu aşağılayarak ezerek inciterek engellemiş olmak çocuğun içersinde mizaca uygun bir yapılanma olduğu halde, karşısına engel koymuş olmak çocukta otomatik olarak gerginlik oluşturacak. Bu gerginlik karşımıza ne olarak çıkıyor? Çocuk kendini yere atıyor, tepki gösteriyor kendisini sıkıyor. Aslında bunun şu anlama gelmesi lazım. “Ben şu anda çocuğun fıtratına, mizacına ters bir harekette bulundum daha da ötesinde sünnet-i seniyyenin dışında davranıyorum” diye düşünülmesi lazım.
Meselâ çocuğun fıtrat nedir, mizacının özellikleri nelerdir gibi soruların cevaplarını anne babalar nereden edinecekler?
Ben pedagojiyi tanıdıkça İslâm’a olan hayranlığım artıyor. Çünkü Allah hiçbir anne babayı yalnız bırakmamış. Bu kadar bilgiye nerden erişecekler. Hepsi psikolog, pedagog mu olacak? Hayır. Bunun için çocuğun kendisi anne babaya yardım ediyor. Özellikle ilk 4 yaşta anne babanın yardımcısı çocuğun bizzat kendisidir. Şöyle ki; eğer çocuğa karşı fıtratın dışında bir davranış sergilenirse çocuk alarm veriyor. Aslında ağlamalar çocuğun ebeveyni ikaz etmesi, çocuğunun fıtratıyla karşı karşıya kaldığı bir davranışın işaretidir. Hatta ağlamayı geçelim çocuk mızırdanmaya başlarsa o bile çocuğun fıtrat ve mizacına zıt davranılıyor olduğunu, çocuğun kendisini geliştiremiyor oluşunun bir işaretidir. Meselâ çocuğun ilk iki yıl anneyle bütünleşmeye ihtiyacı vardır. Buna bağlanma diyoruz. Çok pratik bir şey söyleyeyim. Meselâ anne bebeğini dünyaya getirdikten sonra, çocuğunu yatağından ayırıp farklı bir odaya koymuş olsa hemen çocuk ağlamaya başlayacak. Aslında annenin alarmı hemen orada çalmaya başlayacak, “fıtrata ters bir davranışta bulundum ikaz ediliyorum.” Bırakın çocuğun duygusal, ruhsal gelişimini fiziksel gelişimindeki aksaklıklarda bile çocuk ikaz eder. Midesinde gaz var, anormal bir durum oldu çocuk sinyal veriyor hemen. Dişi çıkıyor haber veriyor, altına kakasını yaptığı zaman ağlıyor, sinyal veriyor. Aslında bu açıdan bakıldığı zaman bir annenin yapabileceği en iyi şey çocuğunu okuyabilmektir. Çocuk zaten sinyal verecek. Meselâ çocukları biz bir yaşına geldiğinde anne sütünden ayırmaya kalksak çocuk feryat ediyor. Demek ki yanlış bir şey yapılıyor. Emzirmeye 2 yıl devam edilmesi lâzım. Kur’ân’ı Kerim’de çocuk fıtratını tarif ederken, çocuğun hakkı diye tarif ettiği yere bakıyoruz 2 yıl anne sütü emmesi karşımıza çıkıyor. Allah iki yıl boyunca o bebeklerin fıtratına, dudaklarına elektrik verilmiş gibi bir emme refleksi vermiş. İki yıl dolduktan sonra çocuklara ne oluyor diye baktığımızda elektrik kapanmış gibi o emme refleksi bitiyor. Aslında baktığınızda mizaç ve fıtrat neyse İslâm onu tarif etmiş.
Çocukların ne, ne kadar ihtiyacıdır, bunu nasıl ölçebiliriz?
İşaret taşı olarak alacağımız bir şey varsa o da çocuğun ihtiyacı oluştuğu sırada vaktinde yeterince gidermektir. İhtiyacı yeterince ve vaktinde gidermiyorsak çocukta bir huzursuzluk hâli oluyor. Bunun da mizacın ve fıtratın dışında davranıldığı anlamına gelmesi lâzım. Çok zor bir şey değil bu. Dolayısıyla bu pedagojiyi, psikolojiyi iyi bilen anne babaların çocukları iyi olur demek değildir. Mizacı iyi bilen, daha da ötesinde çocuklarını incitmeye kıyamayan anne babaların çocuklarının daha sağlıklı olduğunu görüyoruz. Çünkü onlar ağladığı zaman annenin içerisinde bir his uyanıyor, ona göre de çocuğun ihtiyacını gideriyor. Burada altını çizmekte fayda var. Çocukların bir doğal ihtiyaçları var, buna da fıtrattan kaynaklanan ihtiyaçlar diyoruz. Bir de ihtiyacı olmadığı halde, ihtiyaca dönüştürülmüş ihtiyaçlar var. Meselâ hiçbir çocukta cips yeme ihtiyacı yoktur. Çocuğun cips yeme ihtiyacı yokken anne alıp bunu yediriyorsa, ihtiyacı olmayan bir şeye çocuğunu alıştırdığından dolayı bu ihtiyaç haline bürünüyor demektir. Peki, cips yemediği için ağlayan bir çocuğun karşısında biz o ağlamayı dindirecek miyiz? Hayır. Bizim burada temelde bahsettiğimiz fıtrattan kaynaklanan ihtiyacın giderilmesidir. Yoksa anne baba tarafından ihtiyaca dönüştürülmüş şeyler için çaba sarf etmesi değildir. İhtiyaç fıtrattan kaynaklanmalıdır. Fıtri olmayan ihtiyaçları karşılamaya çalışmak farklı bozukluklar doğuracaktır.
O halde insanın fıtratından kaynaklanan ihtiyaçları nelerdir?
1 yaşa kadar bize yol haritası çizen çocuğun kendisidir. O yaşta bilinmesi gereken bir şey var ki, çocuğun 2 yaşına kadar bütün ihtiyaçları fıtrattan kaynaklanır. Hiçbir çocuk fıtratının dışında bir ihtiyacı haber vermez. Dolayısıyla anne-babanın yapacağı bir şey varsa, 2 yaşına kadar hiçbir şey yapmamak, sadece çocuğun ihtiyacını gidermektir. Örneğin çocuk çekmeceye uzanmaya çalışırken, ‘hayır, dur’ deyip engellemek değil o çekmeceye ulaşmasını engellememektir. Engellemenin kendisi bir problem davranış olduğu halde, engellenen çocuklarda problemli hale dönüşüyor. Çünkü çocuk orada ihtiyacını gideremiyor. Özellikle 0-2 yaş olan dönemde anne babaların bilmesi gereken en önemli şey şu, çocuğun art niyeti yok, çocuğun bir kastı yok, sadece ihtiyacını gidermek için var olmaya çalışıyor. Dolayısıyla ben çocuğumun bütün ihtiyaçlarını karşılamalıyım.
Peygamber Efendimizin (asm) hayatında gördüğümüz, çocuk ağlarken namazın kısa kesilmesi veya çocuğun ağlatılmamasının hikmeti nedir?
Aslında pedagojik olarak baktığımızda, ihtiyacı oluşmuş bir çocuğun, ihtiyacının giderilmediği hal aslında ağlama hali. Çocuğun ağlaması, ihtiyaç giderilmiyor anlamına geliyor. İşte ihtiyaç da giderilmediği zaman davranış bozukluğu ortaya çıkıyor. Giderilmeyen ihtiyaçlarda da, giderilmemiş ihtiyaç gerilimi oluşturmaktadır. Kişinin sevgiye ihtiyacı vardır, bu giderilmediği zaman da gerilim oluşur, yemek ihtiyacı vardır, giderilmiyorsa gerilim oluşur. Aynı onun gibi madem çocuğun ağlaması bir ihtiyacın habercisi, o takdirde çocuğun bu ihtiyacını gidermiyor olmak, aslında çocuğun mizacını bozuyoruz anlamına gelir. Çünkü çocuk gerilimli bir çocuk değilken, ihtiyacını elde etmek için ağlamasıyla, kendini yere atmasıyla, yumuşak, halim, selim olan mizacını bozuyoruz. Demek ki sünnet-i seniyyenin dışına çıkıyoruz. Kaldı ki Efendimiz (asm) kendisi için oldukça önemli olan ve herkes bir şeylerden keyif alırken, onun keyif aldığı şey namaz olduğu halde, namazı kısa kesecek kadar önemli bir konu demek ki, Efendimiz (asm) hemen namazını kısa kesiyor. Çocuğun ihtiyacını karşılamadığınız kadar fıtrat bozuluyor, mizaç bozuluyor. Hâlbuki bizim bugün ki yanıltılmış pedagojimizle, psikolojimizle çocukları ağlaya ağlaya, baskı üzerinde, şiddet üzerinde, cezalandırarak terbiye etmeyi bir marifet zannediyoruz. Hâlbuki ki sünnet-i seniyye baktığımızda bunlarla karşılaşmıyoruz. Hz. Enes ile Peygamber Efendimiz (asm) arasında geçen diyaloglar bizim için önemli. Çünkü kendi çocuğu olarak muamelede bulunduğu bir sahabe efendimiz. Meselâ bir gün efendimiz Hz. Enes’i bir şey alması için gönderiyor. Zaman geçtiği halde Hz. Enes dönmüyor. Peygamber Efendimiz (asm) ondan sonra dışarıya çıkıyor bakıyor ki Hz. Enes’i sokakta çocuklarla oynarken görüyor. Giderken herhalde oyuna dalmış. Gidiyor Hz. Enes’in gözlerini kapatıyor ve kendisini tanımasını istiyor. Hz. Enes bu olayı anlattığında Efendimizin kendisine hiç kızmadığından, aşağılamadığından bahsediyor. Daha da ötesinde Hz. Enes’in şöyle bir şahadeti var. Ben barışta ve savaşta, hep kendisinin yanında bulundum kılıçların o başımızın üzerinde döndüğü hengâmede bile kaşlarını çatıp dönüp bana bakmadı diyor. Efendimizin (asm) siması mütebessim bir sima olduğu söyleniyor. Çocukla iletişim kurulduğu sırada bakıyoruz asık surat, çatık kaş, çocuğu ürkütmek, korkutmak marifet zannediliyor. Gözlerimden korkuyor deniliyor meselâ, bunlar çok çirkin davranışlar. Kimse Efendimizin (asm) gözlerinden korkmuyordu. Onun yanında huzur buluyordu. Dolayısıyla sünnet-i seniyyeye uygun bir çocuk terbiyesi diye bahsettiğimiz şeyin belki de en temel kriterlerinden bir tanesi tebessüm üzerine var olan bir eğitim felsefesinden başka bir şey değil. Fıtrata ve mizaca da uygun olması şartı ile…
Var olan yanlış tutumlarımız çocuğun fıtratını nasıl etkiliyor?
İnsanlık dışı davranış, insan fıtratının dışında ki davranış demektir aslında. Dolayısı ile bir bakıyoruz ki önce mizaç bozuluyor. Kişinin kendi özel ve sadece kendisine özel olan yapı bozuluyor yani. Meselâ çok neşeli cıvıl cıvıl olan bir çocuk bir süre sonra bakıyorsunuz konuşmuyor. Çok sosyal yaratmış Allah onun mayasını. Bir bakıyorsunuz ki sosyallikten geri kalıyor. Ya da çok güçlü, yavuz gibi yaratmış Allah onu. Hz. Yunus (as) gibi, Fatih Sultan Mehmet gibi yaratmış. Bakıyorsunuz ki mizacın özelliğini ortaya koyamıyor. Çünkü çocuk ihtiyaçlarını gideremedi ki gelişimini tamamlasın. Böyle olunca biz çocuklarda problemli davranışlarla karşılaşıyoruz. Mizacı ortaya çıkarabilmek için, eğer hâlâ mizacının ihtiyaçlarını gideremiyorsa, fıtrat bozulmaya başlıyor. Bunları da ancak ergenliğe, yetişkinliğe doğru geldiğinde, meselâ kendisi anne olduğu zaman görüyoruz. Çocuğuna tahammül edemiyor. Neden tahammül edemiyor? Çünkü kendi fıtratının mizacını geniş bir şekilde gerçekleştiremedi. Daracık bir kabın içinde yaşadı çocuğunun kendi üstüne gelmesini, kendisinden bir şey istemesi, kucağına çıkmak istemesini içsel bir tepki ile karşılaşıyor. Çünkü kendisini geliştirerek gelmedi. Meselâ burada kişilik bozukluğu sürecine gidene kadar nelerle karşılaşıyoruz biz? Örneğin bir panik atak, bir narsistlik. Kişilik bozukluğu, narsizimle yapılan çalışmalarda en çok anne ile çocuk arasında bütünleşmede eksiklik olduğu kadar, çocuklarda narsist kişilik bozukluğu eğilimi görüyoruz.
Çok istifadeli bir sohbet oldu hocam son olarak neler söylemek istersiniz?
Çocuk terbiyesi dediğimiz şey anne babanın kendini çocuğa hazır hale getirmesidir. Çocuk anne baba için bir fırsattır. Masumluğuyla, bozulmamış mizacıyla, sükûnetiyle, çocuk aslında insanı bir terapist gibidir. Bir anne, baba kendi geçmişinde ne yaşadıysa yaşasın, ne kadar mutsuz olursa olsun, çocuğuyla ruhsal bir temasa geçtiği zaman, kendisinin de iyi olduğunu fark edecek. Çünkü çocuk insanı iyi eden bir yapısı var. Eğer insanın böylesi masum çocukları olmazsa, zannediyorum ki bütün insanlık ruh hastası olurdu. Onların uyandırdığı masumiyet duyguları şefkat duygularıyla insanlar bir nebze olsun kendilerine geliyorlar. Biz anne baba olmayı, ruhsal olarak, çocuğun masumiyetine kendimizi masumlaştırma, saflaştırma, kendini yetiştirme, olarak görüyorum. Çocuğun yetiştirilmesinden önce, anne baba mutlaka kendisini hazır hale getirmesi, kendi gibi yetiştirmesi lazım. Yoksa direkt hedef olarak çocuğu adam etmeye çalışma ve bu yolda gitme daha önce gidenlerin hayal kırıklığına uğradığı gibi aynı hayal kırıklığına sebep olur. Buyurucu bir anne baba olmaktansa rehber bir anne baba olmayı kişiler kendilerine belki de şiar edilmesi lâzım.