Yrd. Doç. Dr. Kenan Taştan’la iletişimin önemini konuşup, neden iletişime ve eleştiriye kapalıyız? Gibi sorularımıza cevaplar aradık. İstifadenize sunuyoruz efendim…
Sağlıklı iletişimin altın formülü nasıl sağlanır?
İlk olarak şunu söylemek isterim, iletişim bizim anladığımız tarzda bir olgu değildir. Yani iletişim sonucunda illâ ki anlaşmamız gerekmiyor. Öncelikle ön kabul olarak bunu bilirsek muhatabımızla iletişime girdiğimiz zaman onu illâ ki ikna etmek zorunda olmadığımızı anlarız. İkincisi çok hoşuma giden bir âlimin çok orijinal bir sözü var “İnsanoğlu radyo dalgasının frekansları gibidir” der. Uygun frekansa getirirseniz anlaşırsınız. Dolayısıyla insanların frekansını bilmek, iletişimde en temel kurallardan bir tanesidir. Benim çok önemsediğim, dört yıl uğraştığım ve yazdığım bir kitap var, “Kişilik sistemine göre mücadele”. Orada özellikle her insanın kişilik tipi olduğu ve bu kişilik tipini çözerseniz sanki pin kodunu çözmüşsünüz gibi, o insanla çok rahat anlaşabileceğinizi iddiâ ediyorum. İletişimde öncelik insanın kendisini tanıması daha sonra çevresindeki insanları tanıması en temel yöntemlerden bir tanesi olmalı.
Peki, neden biz karşımızdaki insanlarla sıkıntı yaşıyoruz? İletişim konusundaki en büyük handikaplarımız nelerdir?
Öncelikle hepimizin kendine ait bir enaniyeti var. Ön kabullerimiz, kırmızıçizgilerimiz var. Ve çoğu zaman bu kırmızıçizgiler, insanlarla diyaloga girerken o kadar fazla oluyor ki, bizim iletişim kalitemizi düşürüyor. Herkes karşısındaki insanla diyaloga girdiği zaman onu illa ki ikna etmek, söylediğini kabul ettirmek için uğraşıyor. Oysa bundan biraz daha uzaklaşıp daha rahat olduğunuzda, iletişimin paylaşmak olduğunu anladığınızda ve karşı tarafa öyle davrandığınızda emin olun işler çok daha kolaylaşıyor. Ben çağımızın enaniyet çağı, ego çağı olduğunu ve insanların da daha çok egosantrik olduğunu düşünüyorum. Biraz da sıkıntı buradan olsa gerek.
Peki, hoşnut olmadığımız bir şeyi ifade ederken üslubumuz ne olmalı? Nasıl bir dil kullanmalıyız?
Son 10–15 yıldır farkına varılan bir “ben dili” var. Oysa bu bizim kendi kültürümüzde Peygamber Efendimizin (asm) 1400 küsur yıl önce kullandığı dildi. Ve biz bunu sanki yeni bir şeymiş gibi, iletişimde sihirli bir değnekmiş gibi Batıdan alıp, kullanmaya başladık. Ben dili ve sen dili iletişimdeki engelleri ortadan kaldırabilen bir dildir. Yani birisi ile konuşurken “sen zaten” diye başlayan cümleyi kurduğumuz ve sen dilini kullandığımız zaman, kişi bunu karakterine, şahsiyetine saldırıyormuşsunuz algılıyor ve çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bakın 1400 küsur yıl öncesinden, Peygamber Efendimizin (asm) uygulamalarından bir örnek vereyim size. Efendimiz (asm) sahabelerden herhangi birisinde uygun olmayan bir davranış gördüğü zaman cümlesi şu; “Bana ne oluyor ki, sende hâlâ cahilî adetler görüyorum.” Bu cümleye dikkat etmek lazım. “Sen nasıl bir insansın? İslâmiyet geldi, bu kadar nimetten sonra nasıl böyle davranırsın?” gibi karşı tarafı itham eden bir mana yok cümlede. “Bana ne oluyor ki” ile söze başladığınız zaman, karşı taraf bırakın rahatsız olmayı, sizi üzdüğü için bir rahatsızlık duyar ve anlaşmanız daha kolaylaşır. Çocuğumuza bir davranışı yaptırmak istiyoruz. En basiti odasını toplattıracağız, artık ergenlik döneminde yapması gereken sorumluluklar var. Yapmadığı zaman cümlelerimiz şu “Sen ne kadar pasaklı ne kadar pissin.” Bakın dikkat edin cümleler böyle olunca, karşı taraf “Allah razı olsun anneciğim, babacığım iyi ki bunları söyledin ben bilmiyordum” demiyor. Oysa ben dilini kullanıp “Odanı temizlemediğin zaman, ben kendimi çok rahatsız hissediyorum.” demek karşı taraf için tehditkâr bir cümle olmayacak ve anlaşma konusunda biraz daha işimizi kolaylaştıracaktır. Biz iletişim konusunda bazı teknikleri ve kuralları hakikaten bilmiyoruz. Bu konuda eğitim almadık, ne yazık ki bu konuda kitap da okumadık. Toplumsal olarak “okumadan ve eğitim almadan da biz zaten bazı şeyleri biliyoruz” diye düşünüyoruz. Çok yanlış. Ya kalbini kırarsam!
Dostumuzun ya da herhangi birisinin hatalı yanını gördük. Su-i zannımızın da olmadığına inanıyoruz ve düzeltmek istiyoruz ve “Söylediğimde kırılır mı acaba?” diye de düşünüyoruz. Üstad Hazretlerinin tabiriyle akrebi omzundan almak istiyoruz açıkçası. Buradaki tavır, duruş veya yaklaşım ne olmalı?
İletişimde “sandviç tekniği” denen bir teknik var. Normal şartlarda, sandviçin yeme eyleminde öncelikli, esas yemek istediğimiz, ortaya konulan sosis ve ya sucuktur. Yani ortadaki o şeydir. Ana tema esas orasıdır. İletişimdeki sandviç tekniği de şudur; muhatabımıza bir şey söyleyeceğimiz zaman, kırılgan, narin bir yapısı varsa en güzel teknik sandviç tekniğidir. Öncelikle muhatabınıza iyi bir şey söyleyin. Sonra söylemeniz gereken neyse onu söyleyin ve son olarak da tekrar iyi bir şey söyleyerek cümlenizi bitirin. Normal şartlarda bir kişi konuşmasına iyi bir cümle ile başlıyor ve iyi bir cümle ile bitiriyorsa kişinin itiraz etme ve ya gardını alma referansı düşüyor. Ve sizin ne söylemek istediğinizi ve söylediğiniz şeyi kabul etme payı da artıyor. Ne yazık ki iletişime giren insanlar, hatayı söylerken daha çok kendi haklılığını ortaya çıkarmak için eleştiride bulunuyorlar. Kardeşinin iyiliğinden ziyade “ya ben sana demedim mi? Bak işte sen hâlâ bunu yapıyorsun” tarzında eleştiride bulunan insanların çoğunun da, kendi enesini, egosunu tatmin etme duygusu olduğunu görüyoruz. Daha eleştiriye başlamadan karşı taraf negatif elektriği alıyor ve sizin söylediğiniz ilk cümleden itibaren ne söylediğinizi dinlemiyor, ne cevap vereceğine karar veriyor. Sıkıntı biraz buradan kaynaklanıyor.
Bunun haricinde, çalıştığımız yerde, eşimizle olan münasebetlerimizde en çok yaptığımız hatalardan bir tanesini söylemek istiyorum. Biz eleştiriyi genelde kızgın olduğumuzda ya da kendimizi çok kötü hissettiğimiz zaman yaparız. Oysa o esnada karşı tarafın da morali bozuktur, canı sıkkındır. Ve kabul edilebilirlik oranı çok azdır. Bizce en güzeli eleştirileri daha çok karşı tarafla aramızın en iyi olduğu zamanlarda yapmaktır. Böyle olduğu zaman karşı tarafın sizin söylediğinizin anlaması daha kolaylaşacaktır.
Sağlıklı bir iletişime engel olan şeyler nelerdir o halde? Çünkü bu iletişimsizliğin neticesi yeri geliyor gıybet ve suizan oluyor.
Öncelikle yine aynı şeyin altını çizeceğim. Muhatabınızın kişiliğini tanımak, iletişimdeki en büyük engeli ortadan kaldırmak demektir. Normal şartlarda 9 numaralı bir hitap şeklini 8 numaraya da yaparsanız sıkıntı yaşarsınız. Bu noktada, uygun üslubu, uygun kişiye kullanmak çok önemli. Karşı tarafın alabilirlik düzeyi nedir? Söyleneni hangi seviyede alır? Kullanmanız gereken üslup nedir? Ses tonunuzun kalitesi ve seviyesi ne durumdadır? Bunlar burada çok büyük bir önem arz etmektedir. İkincisi bir insanın eleştirilirken davranışı eleştirilmeli, kişiliği eleştirilmemelidir. Diyelim ki ben yatağımı toplamadığımdan dolayı annem veya eşim beni uyarıyor. Ama benim davranışımı değil de, direkt şahsiyetimi uyarıyor. “Sen zaten pissin, pasaklısın” diyor. Bakın dikkat edin, bu şekilde uyarıya maruz kalan birisi, teşekkür edip, bundan sonra toplarım demez. Çünkü kişiliğine, şahsiyetine alır bunu. Ama “Sen temiz, düzenli bir insansın. Bununla birlikte yatağını da toplarsan, şunu da yaparsan, bunu da yaparsan.” deyip, karşı taraftan beklentisini, uyarmak istediği davranış neyse o davranışı söylerse, “Ben bunu kabul edebilirim” der. Çünkü davranış değiştirilebilir. Ama kişiliğin değiştirilmesi çok zordur. Eleştirilerde buna çok dikkat etmek lazım. Çünkü en büyük handikaplardan bir tanesi budur. Şimdi kuralı dediğimiz, bizim terapilerde özellikle danışanlarımıza öğrettiğimiz bir şey var. Şimdi ve burada kuralı ne demek? “Sen zaten hep böyle yapıyorsun.” Cümlesine bakın geçmişle alakalı öyle değil mi? Veya “Ben ne söylersem söyleyeyim, sen zaten davranışını değiştirmeyeceksin.” Bu da gelecekle ilgili. Bunların ikisi de doğru değil. Şimdi ve burada kuralını uygularsanız, yani şu anda yaptığı davranışı ile ilgili eğer bir geri bildirimde bulunursanız, yine kabul edilebilirlik oranı yüksek olur. Kısacası bunlar basit gibi görünen, ancak uygulandığı zaman muhatabını çok rahatlatan, insanî ilişkilerdeki sıkıntıları aşan tekniklerdir. Ben Aile Danışmanlığı da yaptığım için, sorunlu olan ailelerle de görüşü yorum ve onlara şunu söylüyorum. “Bakın siz iyi insanlarsınız. Birey olarak, yani hem kadın, hem erkek olarak iyisiniz. Bunda bir problem yok. Sizin kötü olan yönünüz, ilişki kaliteniz, iletişim kaliteniz iyi değil. Ve sizin öncelikle bunu düzeltmeniz lâzım. Birbirinize, eşinize hitap ederken, çocuğunuzun annesi veya çocuğunuzun babası görerek, dünyanın en değerli varlığıymış gibi hitap etmeniz lâzım. Yoksa iyi insan olmak, iletişimin kalitesinin, ilişkilerin iyi olması anlamını getirmiyor. Onun için kesinlikle iletişimle ilgili toplumsal eğitimler verilmeli. Bireyler 3–5 tane de olsa kitap okumalı, seminerlere gitmeli. Aksi takdirde, insanlar yaş kemale erince “Biz neler yapmışız?” diye geriye baktıklarında çok hayıflanıyorlar.
Sizin sohbet etmek bizim için her defasında ayrı bir keyif oluyor. Çok teşekkür ederiz Kenan Bey. Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Okuyucularımıza şunu hatırlatmak isterim. Bizim kendi referanslarımız kesinlikle bize yeter de artar bile. 1400 yıldır gelen bir müştemilatımız, edindiğimiz bir kültürümüz var. Biz son dönemlerde iletişimi, kişisel gelişim kitaplarında, kitapçılardaki raflarda arıyoruz. 10 adımda insanları etkileme sanatı, 100 teknikle insanları çözme sanatı vs… Bunlar doğru değil. Onlar daha çok pragmatik çözümler. Bizim kendi müştemilatımızı yeniden gündeme getirip, kaynaklarımızı, referanslarımızı, diğer konularda olduğu gibi iletişim konusunda da kendi dinimizden, örfümüzden, geleneğimizden almamız lâzım. Bizim kendi aydınlarımızın, yazarlarımızın da özellikle konferanslarında, yazdıkları kitaplarında, bizden daha çok örneklere yer vermesi gerektiğini düşünüyorum. Ben insanlara muhakkak okuyun diyorum. Çünkü iletişim konusunda en temel kurguladığımız şeylerden bir tanesi beden dilidir. Ondan sonra kelimelerdir. Kelime hazneniz ne kadar yeterliyse vurgularınız o kadar iyi ifade edebilir. Ve bunun da en kestirme yolu okumaktır. “Oku” İslâm’ın da ilk emri olduğu için, ben özellikle iletişimde de aynı şeyi söylemek istiyorum. En basitini söylemek gerekirse Efendimiz (asm) kendisine hitap eden, seslenen birisine, hayatı boyunca sadece yüzüyle dönmemiş. Bakın şimdi iletişimde muhatabınızı önemse denen bir kural vardır. Eğer muhatabınız önemsendiğini hissederse aranızdaki diyalogun kalitesi daha çok artar. Peygamber Efendimizin (asm) kendine seslenen birine, muhatabına, bütün bedeniyle dönerek onu önemseyerek konuşurmuş. Hani bir Yahudi’nin cenazesi geçerken Peygamber Efendimiz (asm) ayağa kalkıyor. “Ya Resulullah o bir Yahudi idi” deniliyor. Peygamber Efendimiz (asm) buna karşılık “Ama o bir insandı” diyor. Şimdi ölüsüne bu kadar saygı gösterilen insana, eşref-i mahlûkata eğer Peygamber Efendimiz (asm) bu kadar değer veriyorsa, düşünün ki dirisine, iletişim olarak, değer olarak neler yapıyor. Bize referans olarak bu yeterli. Ben bu peygamberî metodu kullanmanın, problemlerimizin tamamını çözeceğine inanıyorum.