Gıybetin Tanımı
Bir sosyal yara olan gıybetin tanımını Peygamber Efendimiz (asm) şöyle yapıyor: “Gıybet, din kardeşinin yüzüne karşı söyleyemediğin şeyi arkasından söylemendir.”(1) “Gıybet, din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır.”(2)
Gıybet hakkında Kur’ân’da Cenab-ı Allah hükmünü açıkça bildirmiştir: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Zîra zannın bir kısmı günahtır. Bir birinizin günahını araştırmayınız. Bir kısmınız bir kısmınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz! Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul eden ve acıyandır.”(3)
Şu halde, bir Müslüman’ın kusurları, onun gıyabında, başkasının yanında tartışılmayacak, araştırılmayacak, soruşturulmayacaktır. Konuşulan kimselerin onu tanımamaları ve bilmemeleri, orada onun gıybetinin yapılabileceği anlamına gelmiyor.
Gıybet nerelerde caizdir?
Üstad Saîd Nursî Hazretleri dört durumda gıybet günahının olmadığını bildiriyor. Bunlar özetle şunlardır:
1. Birisi, zarar gördüğü birisinden hakkının alınması için, onu, görevliye veya ilgiliye şikâyet edebilir.
2. Kendisiyle ortak iş yapılmak istenen kişinin mesleğe yatkınlığı, iş kabiliyeti, tutumluluğu, güvenilirliği, huyu, suyu vs. ile ilgili olarak sıhhatli bilgi elde etmek ve ona göre doğru hareket etmek amacıyla soruşturmak câizdir.
3. Tahkir, tezyif veya teşhir maksadıyla değil, adı veya başka sıfatı bilinmeyen bir kişiyi, onu tanımayanlara tarif etmek ve tanıttırmak maksadıyla “topal adam,” “gözlüklü genç,” “eli yaralı olan,” “aksakallı,” “kırmızı saçlı,” “mavi eşarplı” gibi vasıflandırmalar gıybet sayılmaz. Ancak bu vasıflandırmalar hakâret etme, alaya alma, hafife alma ve teşhir etme gibi amaçlar taşıyorsa, tanımayanların yanında da olsa gıybettir ve haramdır.
4. Fâsık-ı mütecâhir olan, yani fenâlıktan sıkılmayan, işlediği seyyiâtla iftihar eden, zulmünden lezzet alan, utanmayan, Peygamber Efendimizin (asm) ifadesiyle, “açıkça günah işlemekten hayâ etmeyen”(4) kimselerin ardından konuşmak gıybet değildir.
Bu kimseler hakkında garazsız olarak ve sırf hak ve maslahat için arkadan konuşulabilir. Buna izin var. Fakat bu sınıfların dışında kalan Müslümanların, tanınmak veya tanınmamak ayırımına gidilmeden, gıybeti yapılmamalıdır. Çünkü ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de salih amellerin sevabını yer bitirir.(5)
Gıybetin azabı
Gıybet azabını Peygamber Efendimiz (asm) şöyle bildiriyor:
“Aziz ve Celîl olan Rabbim beni mîrâca çıkardığında demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e (as) dedim ki: “Bunlar kimlerdir?”
Cebrail (as) şöyle dedi: “Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.”(6)
Gıybetin tövbesi ve kefareti
Her günahın tövbesi ve kefareti olduğu gibi gıybetin de tövbesi vardır, kefareti vardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle gıybetten tövbe etmek için:
“Allah’ım! Bizi ve gıybet ettiğimiz kişiyi bağışla!” diye dua edilir, istiğfar edilir ve gıybet edilen adamla karşılaşıldığında kendisini gıybet ettiğini bildirerek onunla helâlleşilir.(7)
Hüküm olarak gıybet ve hüsn-ü zan
Müslüman’ın hareketlerini kötüye tevil etmek gıybet, iyiye tevil etmek hüsn-ü zandır. Veya Müslüman’ı arkadan çekiştirmek gıybet, arkadan davranışlarında aslında yanlış anlaşıldığını, niyetinin kötü olmadığını, öyle yapmak istemediğini vs. belirtmek ve iyiliğine şahitlik etmek hüsn-ü zandır. Ya da yarısı dolu bir bardağın boş kısmını gösterip “bardağın yarısı boştur!” demek gıybet; dolu kısmını gösterip “yarım bardak su var!” demek hüsn-ü zandır. Gıybet haramdır. Hüsn-ü zan helâldir.
Yukarıdaki ayette sakınılması emredilen “zannın çoğu”ndan maksat gıybettir. Müslümanlar’ın birbirlerinin gizli ve özel hallerini ve günahlarını araştırmaları ve birbirlerini çekiştirmeleri haramdır. Çünkü öyle günahlar vardır ki, kul ile Rabbi arasında bir sırdan ibarettir. Kul pişman olmuş; Rabbi setretmiştir, yani örtmüştür. Kul nedamet duymuş; Rabbi bağışlamıştır. Kul tevbe yapmış; Rabbi affetmiştir. Üçüncü bir şahsın araya girip, kulun günahlarını tek yanlı ve keyfî olarak deşifre etmesi İlâhî hikmete, iradeye, rahmete, inayete, mağfirete ve muhabbete uygun değildir. Cenab-ı Hakkın bir ismi Settâru’l- Uyûb’tur ve bu isim kullarının günahlarının gizli kalmasını ve ifşa edilmemesini iktiza eder. Gıybet ise bu İlâhî sır ve hikmetle bağdaşmaz ve çelişir. Çünkü gıybet, günahı ifşadan başka bir şey değildir. Günahların ifşasında zaten hiçbir feyiz ve kemâlât yoktur.
Cenab-ı Hakkın “zannın bazısı” ifadesiyle hariç tuttuğu kısım ise, bardağın dolu kısmı olan hüsn-ü zandır ki, günah değildir, teşvik edilmiştir, hayırdır, kemâlâttandır, feyiz vericidir, sevaptır.
Kaynakça:
1. Câmiü’s-Sağîr, 4/1489
2. Câmiü’s-Sağîr, 3/1242
3. Hucûrât Sûresi, 49/124. Câmiü’s-Sağîr, 4/1550
4. Mektûbât, s. 267, 268
5. Câmiü’s-Sağîr, 4/1418
6. Mektûbât, s. 268