“Everybody needs to feel important” yani diyor ki “kendini önemli hissetmeye muhtaçsın.” Bu sözü ilk defa bir gerilim romanında okumuştum. Kendini önemsiz hisseden insanların psikolojik problemlerinin olması kadar, kendini aşırı önemseyen insanlara da “hasta” denmesi gerektiğini söylüyordu. Kendini önemli hissetmek kişide önce enaniyetin gelişmesine yol açacağı için, tehlikeli bir ifade gibi gelmişti bana. Aynı zamanda insan kendini önemli hissetmek istiyordu, bunu da fıtratım söylüyordu bana.
Öte yandan bir arada yaşamak için insanları medenî kılan; dindar, ateist, hümanist, deist olmasına aldırmadan “insan” yapan ilk şey enesini ve beraberinde gelen firavunane hisleri kontrol edebilmesiydi. Kendini önemli hissetmek için her arzunu yerine getirmen gerekiyordu belki, ama bir arada yaşamak için de bazı arzularımdan feragat etmem gerekiyordu.
İnsanın bir davası olmalı. Davası uğrunda feda ettiği de bir şeyler… Bir din olgusundan farklı bir his olmalı bu. “Herhangi bir dine inanmıyorum” diyen insanların da hayatlarını bir davaya, bir fikre adamaya çalıştığını görürsünüz. Davaya harcanan vaktin artmasıyla birçok psikolojik problemin de çözüldüğü bilinir. İnsan; ömrünü, bulunduğu anı ziyan etmekten, elindeki tek sermayesini çar çur etmekten korkar. Bunun için bir davaya sığınma ihtiyacı hisseder. Çünkü kişiler fanidir. Baki olan davadır. İnsanın beka arzusuna muvafık gelecek bir tarzda olursa insan kendini önemli hisseder. İçinde hissettiği davasının yüceliğini fark ettikçe daha da önemli hisseder. Daha da huzuru yakalar. O halde davanın ne olduğunun da büyük ehemmiyeti görülüyor. Öyle ya, insanın tek sermayesi olan ömrünü adamaktan bahsediyoruz. Ömrünü, var olan sermayeni davana adadığın kadar mutlusun. Ve bu davanın lezzetini aldığın kadar da huzurlu. Sen davanı en ulvisinden, en yücesinden seç o halde.
Cenab-ı Hak Hz. Âdem’e “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz”(1) dediği günden beri insanların yeme içme ile nefis kontrolü başlamıştı zaten. O halde, Asrın en ulvi davası en başta israfın karşısında duruyorsa bu davanın fedailerinde ilk bakışta görülmesi gereken de iktisattır.
O zaman gelin hep birlikte karar alalım. İsrafla tek başına mücadele edilmiyor çünkü. Sahip olduklarımız sahibimiz olmasın. Bizim arzularımızı karşılamaya dünya nimetleri yetmez zaten. O yüzden “ihtiyacımız kadar” deyip diğer her şeyi reddedelim. Hadsiz nimetlerle ancak o zaman karşılaşacağız. Bu dünyada insanın bir haddi var çünkü. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken diğer hiç bir canlının hukukuna tecavüz edemez. Onları yok sayamaz. “Rabbini bilen, haddini bilir” sırrınca, haddimizden öte geçmememiz bizi yaratıcıya yaklaştırır. Rızasını kazandırır. Allah’ın rızasını almayan başka şeylerin rızasını kazanamıyor. O halde en birinci mücadelemiz olmalı israf.
Bitiremediğiniz bir pilav tanesini çöpe sıyırmak bize çok normal gelebiliyor artık. Hâlbuki o pirinç tanesinde yetiştiren çiftçinin hakkı var, onu sulayan suyun hakkı var, doğan güneşin emeği var. Onca emekten sana kadar ulaşmış bir pirinç tanesini çöpe atmak ne büyük hürmetsizlik. Kaldı ki Cenab-ı Hak onu zaten israf etmez. Muhakkak başka mahlûkların rızkı olur o tane. Mühim olan, “ben bu olayda ne yaptım?” Bir yemeği, bardağın dibinde kalan o az dediğimiz suyu, hatta sermayemiz bildiğimiz ömrümüzü davamıza layık bir şekilde mi tasarruf ettim? Bizim davamızda kanaat var, iktisat var, rıza var, memnuniyet var.
Bir öğün bile tıka basa doymayan peygambere ziyarete gittiğimizde, kaldığımız otelde sunulan açık büfelerde yaptığımız israf canımızı acıtsın lütfen… Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyleyse önce kendi nefsimden başlarım deyip özellikle nefsimizin gelgitler yaşadığı Ramazan ayında verilen nimetlere hürmetsizlik etmemek için; “Davan hürmetine, hürmetsizlik etme.” diyelim. Çünkü “Everybody needs to feel important” hakikatine ancak davamıza sahip çıkarak ulaşabiliriz Ve asrın davasında boşluğa, memnuniyetsizliğe, hürmetsizliğe yer yok. Cenab-ı Hak bize Yaratıcıya nazlı ve niyazdar bir kul, peygamberini (asm) taklit eden bir ümmet ve davasına yaraşır bir dava adamı olabilmeyi nasip etsin…
Dipnot: 1.(Araf Suresi,19.)