Eşler arası iletişimin, istişare boyutunu Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz?” kitabının yazarı Uz. Dr. Kenan Taştan ile konuştuk. Keyifli okumalar…
Bir uzman olarak eşler arası iletişim noktasında neler söylersiniz? İletişimin en güzel hâli istişaredir, diyebilir miyiz?
Öncelikle evliliği evlilik, bir evi de ev yapan, yaşanılabilir, kaliteli yapan şey, o evin dubleks olması, tripleks olması, veya içindeki mefruşatın çok iyi olması değildir. Evi ev yapan şey, öncelikle iletişimdir. İletişimi kaliteli yapan şey ise eşlerin birbirleriyle istişare etmeleridir. Şimdi düşünün; bir şirket yönetiyorsunuz. Çünkü evlilik bir şirkettir aynı zamanda. Teşbihte hata olmasın, bir anonim şirketi gibidir. Tabiî günümüzde algılandığı gibi değil. “Evlenmeden evvel sözleşme yapalım” falan, onu kast etmiyorum. Ama metafor olarak evliliği bir şirkete benzetebiliriz. Ve o şirketin evlenildiği andan itibaren en az iki ortağı var. Dolayısıyla, bundan sonra alınacak bütün kararları; yaşam kalitesi, yapacakları veya yapmayacakları bütün şeyleri, birbirlerine danışmadıklarını, istişare etmediklerini düşünelim. O şirketin yürümesi mümkün mü? Mümkün değil! Günümüzde de zaten boşanmaların bu kadar artmasının, boşanmayan ailelerde de çok ciddi sıkıntıların olmasının altında yatan sebep bu. Evin içerisinde eşlerden bir tanesi dominant –ki Türk toplumunda bu daha çok erkek oluyor. Böyle olunca alınan kararlar daha çok bir kişinin inisiyatifiyle oluyor. Karşı tarafın çoğu zaman bu kararlardan, ya haberi yok, ya da haberi var; ama onayı yok. Dolayısıyla bu sıkıntı oluyor. Evliliğin kalitesini belirleyen şey, istişaredir.
Peki, bir evlilikte bu tarz problemler ortaya çıkmış ise, atılması gereken adımlar neler olabilir?
Ben öncelikle, istişarenin, evlilikten önceki aşamalarda başlanılması gerektiğini düşünüyorum. Temel sağlam olmazsa, üzerine yapacağınız binanın zaten sağlam olma şansı yok. Bu yüzden istişare evlenmeden önce başlamalı. Yani, evlilik öncesinde, müstakbel eş adayları birbirleriyle konuşabilmeli. Ne tür bir evlilik yapacaklarını, evlendikleri takdirde birbirlerinden beklentilerinin ne olduğunu… Mesela; çalışan bir kadınsa, çalışmaya devam edecek mi, etmeyecek mi? Çalışmaya devam edecekse maaşının nasıl, hangi tasarrufta olacağı, ev işlerinin nasıl olacağı gibi… Bunların önceden konuşulması lazım. Evlilikte keramet olduğu doğru; ama iki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor. Önce istişare etmeleri, konuşmaları lazım. Bu evlilikten önceki dönem için geçerli. Evlendikten hemen sonra da bunun uygulanması lazım, ama benim asıl altını çizeceğim bir nokta var. Belli dönemlerde eşlerin -gündelik hayat içerisinde karşılaştıkları olaylarla ilgili zaten istişarelerinin devam etmesi ve yine belirli periyotlarda birbirlerini tanımaya da zaman ayırmaları lazım. Ben “Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz?” kitabında da bir şeyin altını özellikle çizdim: Üç yıl, beş yıl, on yıl geçen evliliklerde muhakkak eşinizi karşınıza alın ve onunla yeniden tanışın. Çünkü o, sizin beş yıl önce evlendiğiniz eşiniz değil. Beklentiler de farklı. Dolayısıyla evlenmeden önce konuştuğunuz bazı şeyler, zaman içerisinde şartların değişmesiyle değişebilir. Önemli olan, sizin bunu devamlı istişare edip konuşabiliyor olmanız. Evliliğin kalitesini gösteren şey eşlerin birbirleriyle kırmadan, dökmeden yapıcı olarak konuşabilmeleri. Bakın, anlaşmaları, her konuda fikir birliğine uymaları demiyorum. Bu mümkün değil. Hoş da değil zaten. Ama bir konu üzerinde istişare edip, asgari müşterekte bir karara varıp onun üzerinden de devam etmeleri lazım. Bunu yapabilmek için de evliliklerin temelinin sağlam olması lâzım tabiî.
“Evlilik öncesinde istişareye başlanmalı.” Diyerek çok güzel bir noktaya işaret ettiniz. Bu aşamada bazı maskeler olabiliyor. Konuşulanlar ve yapılanlar farklı olabiliyor. Gözden kaçırılmaması gereken noktalar nelerdir?
Az önce de ifade ettiğim gibi, ben evliliği komple bir şirket olarak görüyorum. Yani, istişare bunun bir parçası. Eğer siz evliliğe, bir bütün olarak bakarsanız, zaten gelebilecek birçok şeyi önceden bertaraf etmiş olursunuz. Yani, İslâmî bir kural ve kaideye göre, biraz önce dediğimiz süreç içerisinde, zaten baş başa kalmaması gereken çiftler, istişare ederken yanlarında birileri olacak. O birileri buna şahit olacak. Kadının çalışması gibi ana konular konuşulurken şahidin olması çok önemli. Bakın, mesela; bugün beni altmış küsur yaşında bir ağabeyim aradı:“ Hocam sıkıntılarım var, çok ciddi bunalıyorum. Artık ne yapacağıma karar veremedim.” Düşünün; kırk yıllık evli, ilk günden başladı bana anlatmaya: “Hocam daha ilk günden bana şunu, şunu yaptı… Şimdi şunu diyemiyorsunuz: “Sizin evliliğinizin temeli yanlış!” Hani klasik örnektir; ilk düğme yanlış iliklenirse ondan sonrakilerin doğru iliklenme şansı yok. Şimdi biz, İslâmî olmayan bir yapıda evleniyoruz ama İslâmî bir kaide olan istişare konusunu konuşuyoruz. Ne kadar doğru ve sağlıklı olabilir ki! Yani, çiftler İslâm’ın öngördüğü kural ve kaidelere riayet etmeyeceklerse, etmedilerse veya etmeyi düşünmüyorlarsa; onları daha sonra evlilik hayatlarındaki istişare de zaten kurtarmayacak. Onun için bunun altı özellikle çizilmeli. Belli temel konular konuşulurken; mesela kadının bazı haklarının olduğu ve bu hakların neler olduğu ve bunları kadının istemesinin, talep etmesinin bir cüretkârlık değil, doğal bir hakkı olduğu en baştan bilinmeli. Şimdi düşünün ki; bizim toplumumuzda bir kadın evlenmeden evvel diyor ki; “Ben çalışmak istiyorum, zaten öğretmenim, ya da memurum veya şu uygun şartlarda çalışıyorum. Ve maaşımı da kendim tasarruf etmek istiyorum.” Şimdi ne olacak biliyor musunuz? Karşı taraf yeterli olgunluğa sahip değilse, “Vay, daha evlenmeden pazarlık başladı.” diyecek. Ama bu doğru değil! Çünkü siz bunu başta konuşmadığınızda üç gün sonra bunun sıkıntılarıyla karşılaşacaksınız. Ve işin içerisine aileler girecek. İşte bu noktada da görüyoruz ki temel önemli. Bir diğer husus ise alınan bütün kararların, aslında hayatımızın tamamının yüzde yüz İslâm’a uygun olması. Yaşayabiliriz demiyorum, insanız, hata yaparız. Zaten iyi niyetli yapılan hataların da telafisi kolaydır. Şu anda aile danışmanlığı yaptığım için de biliyorum. En büyük sorunlardan biri, özellikle erkeğin eşine bir şey söylememesi…
“Kimseye muhtaç değilim!”
Son dönemlerde kadınlarda salgın hastalık gibi olan bir durum var. Bakın, burada da bizden, yani anne babalardan kaynaklı bir sıkıntı var. Düşünün, günümüzde bir anne kızını daha yetiştirirken “Kızım kimseye muhtaç olma. Oku.”diyor. Şimdi evliliğe bakış açısı şu, farkında olmadan annenin kızın bilinçaltına verdiği mesaj şu: “Kocana muhtaç olma. Bir şey olduğu zaman istediğin gibi hakkını savun, istersen evine gel.” Daha baştan yanlış mesajlar veriliyor. Böyle olunca da her iki taraf evlilikte istişareyi, “karşı tarafı nasıl ikna ederim”e getiriyor. “Fikir alışverişinde bulunalım; ailemiz için en doğrusu hangisidir?” yerine “Ben ona nasıl galip gelir de kendi fikrimi kabul ettiririm”e geliyor. Maalesef şu anda bizde birçok ailenin istişareden anladığı bu.
Problemlerin tohumları başta atıldığı için de meyveleri devşiriliyor ileriki yıllarda. Yapılan hataların faturaları da ağır oluyor. Kitabınızda Hürrem Sultan’ın Kanunî ile olan iletişimini analiz etmişsiniz. Bize tarihten bu örneği özetleyebilir misiniz?
Tabii. Kanunî’nin kendi oğlu kendisine isyan ediyor, pây-ı tahtı ele geçirmek için yeni bir harekete başlıyor ve neticede de bastırılıyor. Osmanlının kuralı gereği onun idam edilmesi lazım, öyle değil mi? Normal şartlarda biz bu durumda bir anne olarak Hürrem Sultan’dan ağlamasını, yalvarmasını bekliyoruz. Ama o kadar güzel olayı analiz etmiş ki, Kanunî’ye, “Yüce ruhlar affeder.” diyor. “Yüce ruhlu insanlar şunu yapar, bunu yapar… Hünkârım, sen de yüce ruhlu bir insansın. Oğlunu affet.” Biz buna sandviç tekniği diyoruz iletişimde. İşi bilen bir kadın veya erkek; bir problemle karşılaştığı zaman, eşiyle, çocuğuyla arasındaki problemini çözerken bu tekniği kullanabilir. Bir sandviç düşünün; üstü ekmek, altı ekmek, ortada bizim esas yememiz gerekenler. Bizim niyetimiz ortadakini yemek. Sandviç tekniğinde önce karşınızdakini methediyorsunuz, iyi bir şey söylüyorsunuz. Ortada söylemeniz gereken şeyi söylüyorsunuz. Sonra tekrar olumlu bir cümleyle bitiriyorsunuz. Şimdi düşünün, çok kızgın olsa bile bir erkeğin veya kadının, kendisine böyle yaklaşan hanımına, beyine, çok atarlı davranması mümkün mü? Mümkün değil. Şimdi bir de siz bu olaya istişareyi katarsanız, yani yapacağınız her olayı üç aşağı beş yukarı eşinize danışırsanız, hata yapma oranınız çok azalır. Ben her hafta Yeni Asya Gazetesi’nde Terapi diye bir köşede yazıyorum. Her yazdığım yazıyı önce muhakkak eşime okutuyorum. Ve her yazdığım yazıda illa ki bir hata buluyor ve ben de onu değiştiriyorum.
En iyi okurunuz eşiniz…
Aynen öyle, yani ehl-i tahkik dediğimiz tarzda okuyor. Hatta “Bak, bence bu uygun değil.” diyerek bazı yazıları göndermememi de söylüyor. Şimdi ben burada ondan çok fazla istifade etmiş oluyorum. Ama yaklaşım tarzım şu olursa; “Ya, sen ne bilirsin? Bu işi ben daha iyi bilirim.” Evliliklerde zaman zaman kadının ve erkeğin yaptığı şey budur. Yapılan çalışmalar diyor ki; şu andaki boşanmaların en büyük sebebi aldatma. Bakıldığında görülüyor ki, insanlar eşlerini aldatırken, eşlerinden çok daha güzel çok daha yakışıklı biriyle değil, daha rahat konuşabildikleri, daha rahat iletişime geçtikleri insanla aldatıyorlar. Yani eğer bu meseleyi çözmek istiyorsak, eşler arasında yeni bir konuşma jargonu, yeni bir konuşma dili geliştirmemiz lazım. Ve bunu geliştirdiğimiz anda emin olun, sadece evin içerisindeki ilişkiler değil, insanın hayata karşı duruşu daha verimli olacak, o ailede yetişen çocuklar daha verimli yetişecek. Çocuk istişare kültürünü ailede görecek. “Her şeyi ben bilirim.” Mantığıyla yaklaşmayacak; çünkü bizim sıkıntılarımızdan bir tanesi de, biz nesillere bu istişare kültürünü veya iletişim kalitesi kültürünü veremiyoruz.
Peki, son olarak, neler paylaşmak istersiniz? Okuyucularımıza hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Müsaadenizle, ben kitabı okumamış olanlar için adının hikâyesinden bahsedeyim biraz. Neden kitabımızın adı, “Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz?” Ben spora biraz meraklıyım. Az çok ilgilenenler de bilir, maratonda, kırk kilometrelik bir parkurda en zorlu etap 26. kilometredir. Yani bu şu demek; eğer bir maratoncu 26. kilometreden sonra hâlâ koşmaya devam ediyorsa, yapılan çalışmalar göstermiş ki bu, o maratonu bitirecek. Dereceye girecek veya girmeyecek; ama bitirecek. Ve ben buradan yola çıkarak şunu iddia ettim, tecrübelerime göre, her evliliğin bir 26. kilometresi vardır. Bu sizin evliliğinizde üçüncü ay olabilir, bir başkasında beşinci yıl olabilir, bir başkasında kırkıncı yıl olabilir. Ama muhakkak bir “Çok zorlandım, koptum, bittim!” denilen yer vardır. Hani, “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.” misali, “Kul ‘bittim’ demeyince Cenab- ı Hak ‘yettim’ demezmiş.” O sıkışma anında; eğer siz o evliliğinizi sebat eder, sürdürürseniz, evliliğiniz ondan sonra güçlenerek devam ediyor. İşte son dönemlerde bizim insan profilimiz hedonist bir profile doğru kayıyor. Haz merkezli, yani “Benim şu anda yaptığım her şeyden keyif, haz almam lazım. Hayatımda hiçbir şekilde sıkıntı, mutsuzluk olmamalı.” şeklinde düşünülüyor. Onun için evliliklerinde çıkan ilk problemde çok ciddi travmalar yaşıyorlar ve birbirlerine karşı sevgi ve saygı rezervlerini maalesef hemen bitiriyorlar. Çabuk tüketiyorlar. Onun için ben şunu özellikle söylüyorum, Uluslar arası İlişkiler Fakültesi’nde öğrencilere ilk öğretilen kural şudur; “Ne olursa olsun masayı terk etme!” Eşinizle severek, beğenerek evlendiyseniz de sıkıntı yaşayacağınızı bilin ve bu sıkıntıda hemen pes etmeyin. Ara sıra ilişkileri dondurmak yani yavaşlatmak da bir tekniktir. Ne yaparsanız yapın sıkıldığınız zaman ağzınıza gelen ilk şeyleri söylemeyin. Yapacağınız bütün olaylarda eşinizle fikir birliğinde olsanız da, olmasanız da, eşinize danışın. Bakın, istişare demek şu demek değildir; ben size danışacağım, sizin söylediğinizi yapacağım. Hayır! Ben fikir alışverişinde bulunurum. Eğer evli bir çiftse o istişarenin sonucunda iyi veya kötü bir karar çıkar. Sebebi veya sonucu bizi çok ilgilendirmez bu anlamda. Son bir noktayı daha belirteyim. İstişareden ne çıkarsa çıksın, diyelim ki; ben eşimle bir istişarede bulundum ve çıkan sonuç onun dediği yönde oldu. Ben de istemeyerek de olsa onun dediğini yaptım. Daha sonra sonuç da benim söylediğim gibi çıktı, yani eşim yanıldı. Buradaki felsefe şu olmamalı “Ben sana söylemiştim.” İstişareden karar çıktıktan sonra artık bir daha onu eleştirmek veya onu tekrar tekrar temcit pilavı gibi gündeme getirmek doğru değildir. Bizim en çok yaptığımız hatalar bunlar. Ümit ederim eskiden olduğu gibi, tekrar aileyi temel dinamik yapımızın içerisine katarız. Hayatımızın merkezine alırız ve bundan sonra daha sağlıklı nesiller yetiştiririz.