Yetim hukuku; Kur’ân-ı Kerîm’de oldukça geniş yer alan, tam 22 ayette bahsedilen bir konu. Ayrıca Peygamber Efendimiz (asm) de bir yetim. Yetimliği hem kendi yaşadı, hem de peygamberliği süresince yetimlerin hakkını gözeten nasihatlerde bulundu. Konya İl Müftüsü Prof. Dr. Ali Akpınar ile Kur’ân ve sünnette yetim hukuku üzerine konuştuk.
Kur’ân-ı Kerîm’de yetimliğin üzerinde çok duruluyor. İslâm’dan önce nasıldı ki, Kur’ân-ı Kerîm’de böyle yoğun tahşîdât yapıldı?
İslâm’dan önce de, sonra da ve bugün de mağdur edilen yetimler olmaya, yetim hakları çiğnenmeye devam etmekte. Aslında Cahiliye Dönemini de Asr-ı Saadeti de insanlık her zaman yaşıyor. Bugün gelinen noktada, 21. asırda, dünyanın çok farklı bir fotoğraf sergileyemediğini üzülerek söylemek istiyorum. Peygamberlik geldiğinde Mekke’de Medine-i Münevvere’de boğaz harpleriyle meşguldü -ki bu harpler Mekke ve Medine’de yaşayan kardeş kabileler arasında cereyan ediyor ve yıllarca sürüyordu. Tabii ki savaşın sürdüğü yerde ölümler vardır, ölümlerin olduğu yerde de yetimler, öksüzler, kimsesizler, bakıma muhtaç olan kadınlar ve garibanlar vardır. Bu noktada, 22 ayette yetimlere temas edildiğini görüyoruz. Özellikle Nisa Suresi’nin ilk ayetlerinde ısrarla yetim hakları üzerinde duruluyor. Özellikle Medine döneminde, Bedir ve Uhud Savaşlarıyla beraber Müslümanların da artık yetimleri olmaya başlayınca bu husus üzerinde duruluyor. Cahiliye Dönemi’nde, yetimler eğer zenginlerin çocukları iseler, malları var ise, küçüklüklerinden ve güçsüzlüklerinden istifade ile onların velileri ya da bakılmalarından yükümlü olan kimseler tarafından o mallar talan ediliyordu. Onların hakları gasp ediliyordu. Özellikle yetim olan kız çocuklarına yönelik hem cinsel, hem malî alanda birtakım istismarlar söz konusuydu. Tabii bütün bunları Cenab-ı Hak biliyor. Bu noktada insanları uyararak, yetim haklarına vurgu yapıyor. Hatta “Yetimin malına yaklaşmayın” diyerek “yemeyin” den daha öte bir mânâda, “Yetim malını yemeyi düşünmeyin bile!” ya da “Yetim malını yemek için doğrudan ya da dolambaçlı yollara tevessül etmeyin”, “Yetim hakkı konusunda hassas olun” şeklinde uyarılarda bulunuyor. Yine İslâmiyet’in ilk dönemlerinde inen Duha Sûresi’nde Rabbimiz, Peygamberimize (asm) hitaben; “Biz seni yetim bulup da barındırmadık mı? Bağrımıza basmadık mı?” şeklinde seslenmekle Hz. Peygamber’in (asm) yetim olarak dünyaya geldiğini ve büyüdüğünü bize hatırlatıyor. Biz biliyoruz ki Peygamberimiz (asm) doğmadan önce babasını kaybetmiş, 6 yaşında da annesini kaybetmiş. Yani hem yetim, hem öksüz…
Peki, neden Kur’ân-ı Kerîm’de hep yetimden, yetim haklarından bahsedilir? Mesela, neden öksüzler pek gündeme gelmez?
Bunun iki sebebi var; birincisi, Arapça’da yetim kavramı öksüzleri de içine alır. Ama daha önemlisi; yetim olan, babadan mahrum olandır. Çocuğun iaşesi genelde baba tarafından karşılandığı için; öksüz çocuğun babası varsa, malî yönden çok sıkıntı yaşamayabilir. O yüzden ayetlerde yetimi söz konusu etmiştir. Ama öksüzleri, hatta kimsesizleri, gariban konumundaki herkesi içine alır. Onun için Peygamberimiz (asm) iki parmağını yan yana getirerek; “Benimle yetimin misali şu iki parmağım gibidir” yani “Biz birbirimize bu kadar yakınız” buyuruyor. Kendisi de yetim olan, yetime bu kadar yakın olan ve yetim haklarını koruma konusunda hayatını vakfetmiş olan bir Peygamberimiz var. Ölüm döşeğinde yine; “Kadınlar ve çocuklar hakkında Allah’tan korkunuz” diyerek ümmetine veda eden bir peygamber olarak karşımızda duruyor. Yetimler her zaman toplumumuzun bir parçası durumunda. Bizim de bu konuda duyarlı olmamız gerekiyor. Çevremizde, raiyyetimizde, yakınımızda yetimler varsa bunlara göz kulak olmak, baba ve anne şefkatiyle yaklaşmak gerekiyor. Kaldı ki bugün, artık küçülen dünyanın her yeri yetimlerle dopdolu, milyonlarca yetimden bahsediliyor. Ve bu çocuklarımıza, yetim kardeşlerimize ulaşma noktasında da artık bir problem kalmamış. Mesafeler artık engel olmaktan çıkmış. Değişik yardım kuruluşlarıyla dünyanın her yerindeki yetimlere yardımlar ulaşabilmektedir. Eskiden olsa kendi şehrimiz, bölgemiz, memleketimiz dışındaki yetimlerden habersiz olacaktık. Ama bugün dünyanın her yerindeki yetimlerden hem haberdarız, hem de oralara ulaşma imkânına, maddî yönden yardım etme imkânına sahibiz. Bu gelişmeler beraberinde bize birtakım sorumlulukları yüklüyor. Gücümüz nispetinde bu kardeşlerimize, toplumun bu mazlum, zayıf, kimsesiz kesimine yardımcı olmamız gerekiyor. Bu yardımları da sadece maddî yardım olarak düşünmememiz gerekiyor. Bir yetimin başını okşamanın, bir yetime tebessümle bakmanın ya da bir yetime arkadaş, yoldaş, dost olmanın çok büyük sevaplarının olduğu pek çok hadislerde bize haber verilmiştir.
Dediğiniz gibi, Peygamber Efendimiz (asm) ölüm döşeğinde, adeta vasiyeti hükmünde “Kadınlar ve eliniz altında bulunan garibanlar konusunda Allah’tan korkunuz” buyuruyor. Kadını da sanki yetim kavramı içerisinde alıyor, değil mi?
Tabiî ki, doğru söylüyorsunuz. Daha dikkat çekici olan bir husus şu: Nisa Sûresi’nde yüce Rabbimiz kadın haklarından bahsederken yetim haklarına hemen bir giriş yapıyor ve yetim haklarından bahsediyor. Daha sonra yine miras hukukuyla ilgili ayetler devam ediyor. “Nisa” zaten biliyorsunuz ki “kadınlar” demek. İlk sayfalarda kadınlardan bahsedilirken yetim haklarına girilmesi çok dikkat çekicidir. Onun da hikmeti şudur: Kadın da aslında annesinin-babasının evinden ayrılıp kocasının evine gelmekle yetim konumundadır. Dolayısıyla “Yetimlere gösterdiğiniz hassasiyeti o yetim konumuna düşmüş, anne-babadan ayrı düşmüş kadınlara da gösterin!” şeklinde bir mesaj vardır. Tabii burada şu da çok önemli: Biz varlıkla sınandığımız gibi zaman zaman yoklukla da sınanıyoruz. Analı-babalı olmak da, yetim olmak da bir sınavdır. Yetim hem kendisi sınanmakta, hem yetimin içerisinde yaşamış olduğu toplum sınanmaktadır. Ama bu sınavda asıl, yetimlerin azalması için gayret göstermeyen etkili ve yetkili kişiler de sorumludur.
Devamı Bizim Aile Nisan sayısında…