“Evet sıdk ve doğruluk İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.”
Bediüzzaman Said Nursi
Hiç bir bahanesi olmamasına rağmen, Tebuk Seferine katılmamıştı Kab bin Malik (ra). Sorulduğu zaman, gaflet edip ihmal ettiğini anlatsa da, belli ki bizlere büyük bir doğruluk dersi vermek üzere geride bırakılmıştı.
Savaş sonrası yaşadıklarını bu büyük sahabeden dinleyelim:
“Resûlullah’ın (asm) Tebük’ten gelmekte olduğunu duyunca, yalanlar düşünmeye başladım. Ama onun huzuruna vardığımda tüm yalanlar zihnimden uçup gitti. Ona doğruyu söyledim, Allah’ın hakkımda vereceği hükmü beklemeye koyuldum. Oysaki seksen kadar kimse, savaşa katılmayıp, türlü türlü yalanlarla Efendimizin (asm) rızasını almaya çalışmış, hiçbiri benim gibi zor durumda kalmamıştı. Bense doğruyu olduğu gibi anlatıp, başıma gelecekleri göze almayı seçmiştim. Ve nihayet hakkımdaki hüküm verildi:
Resul Ekrem (asm) insanları benimle konuşmaktan men etti. Bunun üzerine insanlar benden sakınıp, bana karşı tavırlarını tamamen değiştirdiler. Bu şekilde elli gün durdum. Artık Medine bana yabancı gelmeye başlamıştı. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaza geliyorum, çarşıda dolaşıyorum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Resûlullah’ın (asm) meclisine selam veriyor ve kendi kendime, “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?” diyordum.
Medine çarşısında gezindiğim bir sırada, biri gelip Gassân kralından getirdiği bir mektubu verdi. Mektupta şunlar yazıyordu:
“Senin Peygamberinin (asm) sana eziyet verdiğini işittim. Buraya gel, aramıza katıl, sana layıkıyla muamele edelim.”
Kendi kendime, ”Bu da başka bir bela!” deyip mektubu yaktım. Ellinci gün, evimin çatısında sabah namazını kılmış, yaşadıklarımdan bunalmış bir halde Allah’a yakarırken, Sel Dağı tepesinden birisinin olanca sesiyle: “Yâ Ka’b b. Mâlik, müjdeee!…” diye bağırdığını duydum. İşte beklediğim an gelmişti. Hemen secdeye kapandım. Artık kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Resûlullah (asm) sabah namazını kılınca, Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini ilan etmiş, insanlar da bizi müjdelemeye çıkmıştı. Bu yaşadıklarımdan sonra, bir daha asla yalan söylememeye yemin ettim, hep doğru sözlü oldum. Yalan söyleyen o seksen kişi hakkında inen ayetler de şöyleydi:
“Onlara vardığınız zaman, onları bırakıp gidesiniz diye size Allah adına yemin edeceklerdir. Artık siz onlardan yüz çevirip gidin. Zira onlar pisliktir. Sığınakları da, kendi elleriyle kazandıklarına karşılık olarak, Cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Eğer siz onlardan razı olacaksanız, kesinlikle Allah fasık topluluktan razı olmayacaktır.” (Tevbe Suresi)