— En çok kimi seviyorsun?
—Allah’ımı, sonra peygamberimi, sonra Üstad dedemi, sonra seni, babamı, abimi… Sevilenler listesi uzayıp gider böylesine.
—İlk başta neden Allah dedin?
—Çünkü O bizi yarattı. O bizi yapmasa, (çocukça tabiriyle) canlandırmasa olmazdık. Sen de olmazdın, babam da, ben de olmazdık. Belki de kedi bile olabilirdik, belki de taş belki de şu bahçedeki ağaç! Hem, hem, hem de…
—Peki ya Peygamberimiz’e (asm) olan sevgin niçin listenin en başlarında yer almalı sence?
—O bizi çok seviyor, kocaman seviyor, böyle bulutlara kadar, bulutları kucaklayacak gibi kocaman açmış kollarını.
—Ya Üstad deden?
—Üstad dedem; Rabbimizi, Peygamberimizi, hem de biz çocukları çok sever de onun için. Hem Risale-i Nur’ları yazmış, kırmızı kitaplar onun. ‘Be-di-üzzaman’ diye yazıyor risalelerin üzerinde, diye söylüyor dili döndüğünce. “Bediüzzaman” lakabını telaffuz etmekte birazcık zorlanmış olsa da o an için işin içinden çıkmış olmanın edasıyla kırpıştırıyor gözlerini.
Bu listeyi küçüğümle birlikte der hatır ederek onun safi zihninde ne denli önemli olduğunu bir kez daha müşahede etmiş oldum böylece. Alabildiğince sarıp sarmalıyorum küçük kızımı. Gamzeli yanaklarını okşuyorum muhabbeti bahşedene muhabbetle. Boncuk bakışlarında kaybolup gidiyorum sessizce, kimselere belli etmeden. Sanmayın ki yaşları da boyları da ufak, üzüntüleri de, kaygıları da, korkuları da ufak. Sevinçleri de, mutlulukları da, sevgileri de ufak. Tüm masumiyetiyle sarf ettiği kelimeler ele verir çoktan, gizlemeye çalıştıklarını. Gün yüzüne çıkarır tüm duygularını safiyeti. Neyi, niçin, kimi, nasıl sevmesi gerektiği ise şefkatle buğulanmış duygularımın önüne kocaman bir soru işaretiyle dikilivermişti zihnimde.
Risale-i Nur’da neredeyse adım başı karşılaştığımız ‘iman’ terimi ise muhabbetle ne denli ayrılmaz bir bütün olduğunu tahkiki olmak ibaresiyle vurgular bizlere. Taklidî; çabucak yıkılan, bozulan, dağılan, hakiki olmayan sûri bir muhabbetle çevrili bir imanın yerine; tahkiki; sağlam, sarsılmaz, yıkılmaz, vazgeçilemez bir muhabbete kalbetmenin lüzumundan bahis açar.
Varlığıyla var olduğunu bildiği Yaradanına muhabbetini hasretmek… Yokluk karanlıklarından çıkaran muhabbeti, varlık âlemlerinde coşturarak var olmak… Var olmanın bilinciyle bu nimetin tadını, sevilerek sevmenin tadını almak. İmanla Rabbisine muhabbet… Âlemlerin varlığına varlığıyla nur olan o Zat’ı (asm) sevmek… Tahkiki imanın en güzel mümessili… Hakiki muhabbetin en sevgilisi… “Şu kâinatın neticesi ve en güzel meyvesi ve Halık-ı kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan o Zat-ı mübareğin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemal adı, siyer ve tarihe geçen beşeri ahval ve edvara sığışmaz.” der Risale-i Nur’larda. En mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı en ulvi ve nev’i beşere mukteda Efendimiz’e (asm) muhabbet.
Hakiki insan olanlar ise; bizim daima hayalini kurduğumuz, hep olmak istediğimiz, insanlığımızın ve imanımızın gereği olan insan modeli. Bu insan modelini ‘iman modeliyle’ koymuşlardır hayatlarıyla gözlerimizin önüne. Bu günlerde pek sık sözü geçen ‘rol model’ profiline, seçkin kullar, mümtaz şahsiyetler, imanın insanı belli ki insan ettiği kişilikler koyulmalıydı kesinlikle. Sapasağlam bir muhabbetle örülü olan tahkiki bir iman. Sûri sevgi ve sevgililerle taklitçi olmaktan imanı kurtarıp, Yaradan’ına ve Sevgililer Sevgilisi’ne sunmak sonsuza kadar…Hakiki imanla hakiki insan olmuşlar zümresine iltihak etmek.
Sonsuz muhabbetle sevmesini Yaradanını, Yaradan’ın Sevgilisine (asm) yar olmasını ekliyorum listeye. Rabbini, O’nu sevmek nasıl olur? Nasıl olmalı ki doğru mecrayı bulmalı bu muhabbet? Nasıl olmalı ki zarar yerine kâr etmeli insan? Kitabımız olan Kur’ân’ı bağrına basarak mahşerde bekleyen Peygamberinin (asm) silueti canlansın gözlerinin önünde, sünnetine sımsıkı sarılarak Peygamber sevgisi deyince… Risale-i Nur’ları düşürmezken elinden, Üstadımızın ebedi müjdelerine gark olsun. Üstadımızın Cevşen okumaya verdiği ehemmiyeti Peygamberimizin (asm) duasının Cevşen olduğunu onun duada dahi misli olmadığını Rabbisine sığınırken hissetsin bu ahir zamanda. Bu dünya hanında sahipsiz ve hamisiz olmadığını kusursuz sevgilerle sevdikleri taraflarından sevildiğini hiçbir zaman unutmasın. Yaradanına muhabbetin; O’na kul olmak, habibine ümmet olmak, Risale-i Nur’a talebe olmak muhabbetinde var olduğunu, muhabbetle var olduğunu derk etsin…