Sağlıklıysan, geçim sıkıntın yoksa, aile içinde de bir huzursuzluk yoksa gecenin bir vaktinde sadece Allah rızası için uyanmak, hiçbir dünyalık talebi olmadan Cenab- ı Hakla baş başa kalmak, isteyecek onlarca şey varken hiçbir şey talep etmeden sadece O’nun rızasını istemek ne kadar güzel bir duygudur. Gerçi güzellikler bazen sıkıntılarımızda da saklı olabiliyor. Başımıza gelen bir musibet bazen arttırıyor bu aşkı. Muhabbetle yaptığımız dilenciliğimizi.. Keşke her şeyi ondan dilensek. Aslında bu da bir erdem ve onurdur gerçek mü’min için.
Asıl mülkün Sahibini bilenlere.. Bıkmadan usanmadan istemek, kimselere anlatmadan hiç kimseden beklemeden o kapıdan ayrılmamak.. Sadık bir Kıtmir misali ekmek verse de vermese de kapının açılmasını sabırla beklemek, istemek. Çaresizliğin doruk yaptığı zamanlarda nedense kapıyı bulamayız. Herkesten isteriz, danışırız, konuşuruz. Bütün sıkıntılarımızı A’dan Z’ye anlatırız. Herkesten aldığımız cevap:
“Evet seni anlıyorum ancak keşke elimden gelen bir şeyler olsaydı, yardım edebilseydim. Ama bende de yok ki sana ne vereyim” derler. Aradığımız maddi bir şey olsa çoktan çarşıda, pazarda o koskocaman AVM’ lerde mutlaka bulurduk. Ama aradığımız aramakla bulunamayan, bulanlarınsa sadece arayanlar olduğu, iç huzurumuzdur. İçimizdeki herkes ismiyle düşünsün kavgasını. Mihrimah’ın kavgası, Ayşe’nin kavgası, Fatma’nın kavgası. Haklılık haksızlıklar, kaybetmiş ezilmişlikler, yokluk, çaresizlikler, imdat imdat dediğimiz sessiz haykırışlar…Yolunu kaybetmiş yansız yönsüz avare avare huzur arayan insanlar olduk.
Halbuki huzur Huzurda olmakmış. Ekmek, su, hava bedenin ihtiyacı da, içimizdeki ruhumuzun ihtiyacı, amel kısmını geçiyorum çünkü onu herkes iyi kötü yapmaya çalışıyor, içimizdeki kavganın bir son bulmasından söz ediyoruz. Hiç huzur vermeyen egomuzla ruhumuzun kavgası.
İşte bitmez tükenmez kavgamıza bir hakem, bir hâkim. Salâtı selamı okuyan bir imam, sağıma soluma karıştırmayan bir yargıç. İçimizdeki onlarca yüzlerce kavgaya çözüm bulmak. Nerede hata var? Nerede, neyi unuttuk biz? Aman Yarabbi, biz galiba Seni unuttuk. Sana ait olduğumuzu, ne kadar aciz olduğumuzu, her şeyi ben yaparım havasında süzülmekten, egomuzu beslemekten, ruhumuzu güçsüz zayıf bırakmaktan Seni unuttuk. Musa ile Firavun’un kavgasına kaptırdık kendimizi, onlar da “İşleyen”i unuttuk. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini unuttuk. Olayları seyretmek varken biz yangınlara daldık. “Pencerelerden seyret içlerine girme” sözünü unuttuk. İşimiz olmayan işlere girdik. Ya Bismillah, Allah’ım çıkar bizi bu çıkmazlardan. Sen her şeye kâdirsin, her şeye gücü yetensin. Veysel Karani Hazretlerinin münacatı ne kadar güzel bir acizlik, yokluk, hiçlik duasıdır. Arada bir alsak okusak, onun lisanıyla bir hiç olduğumuzu bir anlık da hatırlasak. Zaten kendimizi yormaya gerek yoktur nasıl anlatırım, ne isteyebilirim diye. Mübarekler bizim için hazırlamış sanki, bizim ihtiyaçlarımızı dile getirmiş. Bize düşen arada bir anmak o güzel talepleri ve övgüleri. Hem dile getirdikleri Zatına ait güzel isimlerin hakkı için istemeyi. Her şey mükemmel. Bize kalan yalnızca elimizi hafifçe kaldırıp, onlar ne istemişlerse onu istemek, onlar nelerden sakınmışlarsa, onlardan kendimizi sakındırmak…
Bu kadar kolay aslında. Biraz gayretle yine döneriz o kapıya inşallah. Başka kapımız da yok ki zaten gidelim. Rabbim kendi kapısından başka kapı aratmasın. Ya Rabbi bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amin amin amin velhamdülillahi rabbil alemin.
Ezel sırlarını ne sen bilirsin, ne de ben.
Bu muammayı ne sen çözersin, ne de ben.
Perdenin gerisinde seni de beni de konuşturan biri var,
Eğer perde kalkarsa ne sen kalır, ne de ben…