Evi derleyip toparladı. Bir yerlerde bir dağınıklık, aksaklık kalmaması için etrafı şöyle bir dolaştı. Sonra takvimin epeydir koparılmadığını fark edip oraya yöneldi. İyi de kaç gündür niye koparılmamıştı ki bu takvim? Telefonuna baktı. Fazla yaprakları kopardı. Geriye sadece bir yaprak kalmıştı. O da ayın son günüydü.
‘’Ne zaman geçti ki bu koskoca yıl? Hiç anlamadan! İş, güç,, alış veriş, komşu ziyaretleri, çocukların okulları, dersleri derken elinde sadece bir gün mü kalmıştı? Bu bir gün de diğer günler gibi aynı süratte geçecekti kuşkusuz. Zamanı uzatmanın imkânı var mıydı ki? Eğer bu süratle yaşanacaksa, bir yıl, bir yıl daha derken, bir bakmışsın ömür bitivermiş.’’diye esef etti.
‘’Ölüm elbet bir gün gelecek. Kim kaçabilmiş ki? Gözünü kapamakla, anlamazdan, görmezden gelmekle ölüm durdurulabilir mi? Şu, yarın koparacağım son yaprak, belki de son günümdür, ne bileyim. Bir gün içinde, ebed hayatım için ne hazırlayabilirim ki? ‘’ diye düşündü.
Sonra silkelenip, kendini bu halden kurtarabilmek için başka şeyler düşünmeye çalıştı. Ama aklı fikri o son yaprağa kilitlenmişti. Gözlerini ayıramıyordu ondan . Zamanın süratli akışı içinde koskoca bir yıl akıp gitmiş, bir tek gün kalmıştı geriye.
Peki bu güne kadar geçip giden yıllar neredeydi? Zamanı geriye döndürebilir miydi? Hayır! Şu günden, şu andan başka yoktu elinde. O da gittikçe erimekte idi. Halbuki o günün geçmesini hiç istemiyordu.
Çocuklar okulda, beyi işte idi. Evde sessizlik hakimdi. Bir şeyler yapmalı, bugünü hiç israf etmeden en iyi şekilde değerlendirebilmeliydi. Sanki bu son gün bir fırsattı. O fırsatı kaçırmak istemiyordu. İyi de ne yapabilirdi? Dua etmek geldi aklına. Sesini en yüce makama ulaştırabilmenin en kısa yolu.
Hemen gidip abdest aldı. Başını örtüp diz çöktü. Bu güne kadar ne doğru düzgün ibadet, ne de dua etmişti. Ne diyeceğini de bilmiyordu. Ellerini açtı. Söyleyecek hiç bir kelime bulamadan öylece bekliyordu. Konuşmadan uzun zaman elleri açık bekledi. Onu bir duyan vardı. Bu bekleyişin bir anlamı vardı.
Bu bekleyiş bir pişmanlıktı. Bir tövbeydi. Kurtuluşu için bir dilekçeydi. Bugüne kadar yaşanmamış güzelliklere açılan bir pencereydi. Yaşanamamış bir şeyler vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama yaşayabilseydi dünyanın en mutlu insanı olacağını biliyordu. Sonra düşündü, sakın bu yaşanamamışlığı doyuran, besleyen, güzelleştiren, dirilten; dua ve ibadet olmasın?
Neden olmasın ki, hiç bir kelam sarf etmediği halde, şu dua hali bile, büyük bir mutluluğa kapı açmıştı kalbinde. Bunun devamı gelmeliydi. ‘’Rabbim en gizli kelimeleri bile duyuyor. Benim söyleyemediğim, ifadesinden aciz kaldığım her şey, O’nun bilgisi dahilinde. Öyleyse yılın bu son gününü en güzel şekilde değerlendirmeye vesile olan şu dua anını, ömrüm oldukça hatırlayabilmek için, bu son takvim yaprağını çerçeveleteceğim.’’ diyerek koparttı. Bu arada gözlerinden dökülen yaşlar da, kağıtta yuvarlaklar oluşturdu. Gülümsedi. ‘’Yılın bu son günü, benim en güzel günüm! Hiç unutmayacağım. Hiç unutulmayacak.’’dedi.