Gece ve karanlık… Bu iki kelime birbirini netice verir. Gece ise karanlıktır; karanlık ise gecedir.
Karanlıkta görmez gözler, insan yönünü tâyin edemez. Bir ışık umuduyla çevresine bakınır insan. Bu bakınma hâlinde, bulduğu ışıkla yoluna devam etme niyeti vardır. Zirâ insan sâbit kalamaz. Yürümeli, gitmeli, yolunda devam etmelidir. Durmak fıtratına, yaratılışına terstir. Bu hissiyat ve niyetle çırpınırken başını göğe kaldırır. Gözleri karanlıktan yorulmuştur. İşte tam bu sırada yorulan gözler sevinçle açılır. Göğe serpilmiş inci misâl yıldızlar okşar âdeta gözlerini. Karanlıkta parlayan bu yıldızlar tâyin edicidir gideceği yönü insana. Ve yürümeye başlar, yıldızları takip ederek doğru yola…
İnsan yürür, zaman geçer, gün aydınlanır, sabah olur. Maddi yolunu bulan insan bu sefer ruhen kaybolur karanlıkta. Gündüzün aydınlığı ruhun derinliklerine yansımaz. Şaşkınlık ve ürperti ile ruhu çırpınır. İnsanın maddeten yol almak istemesi fıtratında olduğu gibi, mânen yol almak ve tekemmül etmek de vardır fıtratında. Ancak manevî bir karanlığa gömülmüştür ruh, yolunu bulup tâyin edemez.
Bu hissiyatla çaresizlik içinde kapatır gözlerini. Ruhunun karanlığına eşlik edercesine. Ve hayaline gecedeki hâli gelir. Karanlık, kayboluşu, gökyüzü, yıldızlar ve doğru yol… “Ruhumun da yıldızlara ihtiyacı var” der insan. “Onları bulmalı ve karanlıktan çıkmalıyım.”
Yıldızların kimler olduğunu haber veren Zât (asm) gelir aklına. Tebessüm eder. Ve dudaklarından dökülür onun (asm) sözleri.
“Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidâyete erersiniz.” (Hâdis-i Şerîf)
Ruhu aydındır şimdi. İnci misâl yıldızlar süsler ruhunun göğünü. Yolunu bulmuştur, yol almaya devam eder.
Artık ne zaman ruhu daralsa, gözleri karanlığa dalsa; başını göğe kaldırır. Yıldızlara bakar ve ferahlar. Yanlış yola gitmekten kurtulur. Çünkü yıldızları takip eden kaybolmaktan kurtulur.