Evine geldiğinde üzgündü. Çantasını girişe koyarken sadece bu görüşme için kaç para verdiği aklına geldi. Heveslenince parasının büyük bir çoğunluğunu vermişti. Ama ne için?
Salona geçti. Annesi namazını kılmış, tespih çekiyordu. Keşke herkes böyle olabilseydi. Allah’ı bilselerdi. Annesine baktı. Onu üzgün görünce kadıncağız hiç bir şey sormadı. Ama anlamıştı. Bir şeyler ters gitmişti. Oysa iki gün önce iş için ön elemeyi geçince ne kadar mutlu olmuştu.
Ceketini çıkardı, kravatını biraz gevşetti ve oturdu. Ellerinin arasına aldığı kafasını bir pres gibi sıkıyordu. O sıkarken ellerini tutan annesi onu kendine getirdi. Annesine baktı. Ağlıyordu. Erkekler ağlar mı? dense de o bir çocuk gibi ağlıyordu.
“Anne mezun olmamış, müdürün oğluymuş, hem de yıllardır okulu bitmiyormuş ama anne o müdürün oğlu ben, ben, ben…” dedi ve hıçkırıklar yerini aldı. Annesi oğluna sıkıca sarıldı. “Ya sabır, Ya sabır…” diyordu.
Ama o da biliyordu ki o ne kadar iyi bir mühendis olsa da, ön görüşmeye çağırılsa da önceden her şey belli oluyordu. Bugün ile birlikte tam on iki görüşmeden bu şekilde dönmüştü. Giderken çok mutlu ama dönüşü hüsran oluyordu. İnsanlar ne kadar değişikti. Kişiye göre yer yapıyorlar ve tanımadıklarını üzüyorlardı. Kul hakkı bilmeden kalp kırıp karşıdaki ile alay edebiliyorlardı.
Oğlu ağlayınca açılmıştı ve biraz toparlandı. İçindeki kırgınlığı yaşları ile savmıştı. Annesi yanına oturdu. Oğlu kocaman adam olsa da onu dizine yatırdı. Saçlarını okşamaya başladı. “Hayat, insanın torpil yaptığını sandığı yerdir. Yediği hakları örten bir yerdir. Kimse görmez sanırlar ama Allah görür oğlum. Allah bizimle olduktan sonra insanların yaptıklarına aldırma. Sen onları Allah’a havale et. En iyi hakkı Allah korur ve gözetir. Her sıkıntında senin torpilin Ya sabır olsun.”
Ortam sessiz, sadece anne ve oğlunun “Ya sabır” sesleri vardı… Ya sabır, Allah’ım sabır ver…