“Madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (asm) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır.”
Bediüzzaman Said Nursî
Hz. Bera bin Azib (ra) hicretten önce Medine’de Müslüman olan gençlerdendir. Peygamber Efendimiz’in (asm) gönderdiği Kur’ân öğretmeni Mus’ab bin Umeyr’den ve ibn-i Ümmü Mektum’dan (ra) Kur’ân öğrendi. Peygamber Efendimiz’in (asm) hicretinde onu Medine’de sevgi ve heyecanla karşılayanlar arasında o da vardı. Hatta “Medine halkının Resûlullah’ın teşrifine sevindiği kadar hiçbir şeye sevindiğini görmedim.” dediği meşhurdur.
Diğer sahabeler gibi hadis rivâyet etmeyi davası bildi. Hayatının en büyük gayesi Peygamber Efendimizin (asm) halini ve sünnetini yaşayıp aktarmak oldu. Rivâyet ettiği hadislerle asr-ı saadette yaşanan birçok olaya ışık tuttu. Resul-i Ekrem’i (asm) andığı zaman gözleri yaşarırdı.
Bera bin Azib (ra), bir gün hadis âlimi Ebu Davud ile karşılaştı. Selamlaştılar ve birbirlerine gülümsediler.
Hz. Bera (ra):
“Benim niçin gülümsediğimi biliyor musun?” dedi.
Ebu Davud (ra):
“Hayır, bilmiyorum. Fakat bunda bir hayır olduğundan eminim.” dedi.
Hz. Bera (ra) dedi ki:
“Bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz’e (asm) rastladım. Selam verdim. Ellerimi ellerine aldılar ve yüzüme gülümsediler. Ardından:
“Niçin gülümsediğimi biliyor musun?” buyurdular. Ben de:
“Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedim. Buyurdular ki:
“İki Müslüman karşılaşırlar, birbirlerinin ellerini sıkarlar ve yüzlerine gülümserlerse daha oradan ayrılmadan Cenab-ı Hak onları bağışlar.”