Siyer-i Nebi Eğitim ve Araştırma Derneği’nden Osman Süngü ile Kur’ân-ı Kerim’in ilk emri olan “oku”mak üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Okuyanı bol olsun…
Kur’ân-ı Kerim’in ilk emri “Oku”. Bu ayetin inme anını, oradaki hikmetleri bize biraz anlatabilir misiniz?
Şuanda belki de insanlığın en önemli konusuna değiniyoruz. İnsanoğlu bu dünyada yaratılış amacını net olarak belirlemesi gereken bir varlıktır. Çünkü insan yaratılanlar içinde en yüce, eşref varlık olarak anlatılıyor ve Allah’ın da halifesi olarak bize takdim ediliyor. Kur’ân-ı Kerim’de ilk inen ayetlere baktığımızda, insanın halife oluşuna açıklamalar getiriliyor. Alak Suresinin ilk ayetinde “Oku! Seni yaratan Rabbinin ismiyle” deniliyor. Aslında bu ayetle bize besmele çekerek, Allah’ın ismini zikrederek okumayı ortaya koyuyor. Okuma eyleminin yücelik kazandığını görüyoruz ki, “Allah’ın ismiyle başla” diye böylesine değerli, kıymetli, güzel eyleme diyor. Tabii ki insanın da yaradılışına bir yerde açıklama getiriyor. Madde itibarıyla değersiz bir şeyden yaratılan insan, Allah’ın ismi ile başlanılan yüce bir eylemin muhatabı kılınıyor. “Oku ve Rabbin ki en yücedir ve kullarına karşı sonsuz keremi olandır ki, O’nun için bir daha oku” diye zikredilir. Sonra arkasından Cenab-ı Hakkın bizlere kalem ile öğrettiği, yine insana bilmediğini de öğretenin Allah olduğu zikredilir. Aslında insan hayatında Rabbi onun her türlü terbiyesini üstlenmiş, ona her türlü güzelliği bir yerden vermiştir. İnsanın da bu güzellikle topluma, kâinata belki de yaratıldığımız şu dünyaya yansıtması istenir. Özellikle Rahman Suresinde “Allah, Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı. Ve beyanı da insanlara öğretti” denir. Beyan ifadesi aslında çok önemli. “Beyan” yani insana anlamayı ve anlatmayı öğretti. İnsan okumadan ne anlar, ne de anlatabilir. O yüzden İslâm’ın ilk geldiği dönemde okumanın yani insan hayatını, kâinatı anlamanın, kâinattaki varlığımızı, bir yerde insanlara takdim etmenin ve görevlerimizin farkında olmanın ciddiyeti öğretilir. Ki Rahman Suresinin daha sonraki ayetlerinde Allah, güneş ve ay bir hesaba bağlı olarak hareket ederler diyor, “Yıldızlar, ağaçlar da Allah’a secde ederler, göğü O yükseltti, denge ve ölçüyü O koydu ki dengeden sapmayasınız, ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.” diyerek ayetler devam ederken ölçüyü düzgün tutmak, eksik tartmamak aslında sosyal hayatın vazgeçilmezleri olarak o kadar çok karşımıza çıkıyor ki bütün bunları biz Kur’ân’ı okuyarak anlayabiliyoruz. Kur’ân’ın anlaşılması için aslında mü’minlerin çok daha ciddi, çok daha samimi gayretler göstermesi gerekiyor. Çünkü böylesine bir ayetle başlayan bu din, özellikle de ilk peygambere sahifeler verilmesiyle de, bizim neye çok dikkat etmemiz gerektiği üzerinde duruyor. Allah Kur’ân’ı bize vermekle, kitabî, okuyan, düşünen bir toplum olduğumuzu net bir şekilde gösteriyor. Yeter ki bizim insanımız bu konuda okumayı kendisi için değerli görsün.
Kur’ân, bir mânâda, kâinatın da bir kitap olduğunu, ayların, yıldızların da okunması gerektiğini ifade ediyor ve kâinatı okuyor.
Allah’ın koyduğu bir düzen var. “Yıldızlar, ağaçlar secde eder, güneş ve ay bir hesaba bağlı hareket eder” diyor. Hepsinde bu hesabın varlığı, Allah’ın koyduğu bir yasayla iş yapıyor. Güneşin veya yıldızın secde etmesi, Allah’ın koyduğu kurallara uyması mânâsına geliyor. İnsanın da buna uyarak ahengi sağlaması gerekir. Çünkü insanın secdesi iradeye bağlı bir secde. Okuması da iradeye bağlı bir okuma. “İnsan çok basit bir maddeden yaratıldı. Ama kâinata şerefli kılındı, kâinata sorumlu kılındı. Bu sorumluluğun gereğini yapmak için mutlaka bu kanunu koyanın yasasını, ayetlerini, okuyarak düzeni sağlamalı. Yani yeryüzünde fesat, kan dökücülük çıkarmamalı.” şeklinde ciddi mânâda bize uyarılar geliyor.
Kur’ân “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” derken bile bilmenin ne kadar değerli olduğunu, bilmeyi de ancak okuma ile gerçekleştirebileceğimizi söylüyor. Önemli olan insanın okumaya gayret göstermesi.
Peki sahabeler bu ayetin manası ne şekilde anlayıp, hayatlarına tatbik etmişler?
Hz. Aişe annemizin (ra) aslında nasıl bir okuma gerçekleştirdiği, ortaya koyduğu hadis rivâyetleri ve Medine insanına ilim öğretmesi, yine aynı şekilde bizim insanımızın yeryüzüne dağılarak İslâm’ı yaymak noktasında, İslâm’ın esaslarını götürmeleri ve gittikleri yerde korkak veya pasif değil de tam tersine kendine özgüveni olan bir grup olarak yansımaları onların okumaya ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Hatta çok kısa zaman sonra ünlü düşünürlerin eserlerini birer birer okuyup, şerhler yazmaları veya İslâm dünyasının o dönemde Endülüs’te kurmuş olduğu medeniyet, bunların hepsi İslâm’dan, Kur’ân’dan kaynaklanan bir heyecan olarak karşımıza çıkıyor. Fakat ne yazık ki bugün İslâm dünyası iç kargaşalar, hesaplaşmalar, kardeşin kardeşe düşürüldüğü bir dünyadan dolayı kitapla alakasını neredeyse bitirmiş. Hatta geçim endişelerine düşürülmüş. Maalesef Batının da ülkemiz üzerinde ciddi etkisi var, hâlâ da bu gözüküyor. Çünkü biz kendi aramızda fitne çıkarılarak, okumamızın elimizden alındığı, hatta okumanın karın doyurmadığı bir anlayışa itildiğimiz günleri yaşıyoruz. Ama bundan kurtulmak Müslümanlar için kolay. Çünkü ellerinde Allah’ın kitabı Kur’ân var. O Kur’ân ki özellikle “oku” diye başlıyor. Bu okuma anlayışı hakikati arama anlayışıdır. Müslüman hayatın anlamı için yaşar, yaşadıkça da hayatın anlamı onun için çok daha değerlidir. Anlamı kavramak noktasında da, Kur’ân “Biz sizin, bize ne takdim ettiğinizi ve eser olarak geride ne bıraktığınızı yazarız” diyor. Yani Müslümanları sürekli okumayla, yazmayla ciddi olarak içli dışlı tutuyor. Zannediyorum bilinç seviyemiz yükseldikçe okuma oranımızın da süratle yükselecek.
Peki bu konuda ne yapmalı?
Öncelikle bizim bu konuda daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorum. Toplumumuzun okumayla ciddi olarak tanıştırılması lazım. Benim şöyle bir tenkidim var. Bizim bu bahsettiğimiz meseleler, biraz daha edebi tarzda, akıcı üslupla yazılsa zannediyorum ki çok daha fazla rağbet görebilir. Çünkü Batı klasikleri içinde özellikle sihirle, sihirbazlıkla veya polisiye roman şeklinde yazılanlar 300-500 sayfa olmasına rağmen rahat okunabiliyor. Ama bizim eserlerimiz nedense bir iki saat okunduktan sonra, bir sıkıntı vermiş gibi kenara bırakılıyor. Bu anlamda bizim ciddi çalışmalar yapmamız gerekiyor. Aslında araştırma, inceleme bizim işimiz. Eskiden araştıran, inceleyen, yeryüzüne dağılan insanlar bizdik. Biz bunları eserlere döker, insanlara aktarırdık. İnsanlar arasında güzel duygular paylaşılırdı. Bizim eski insanlarımızı özellikle kış gecelerinde, ellerinde olan bir kitabı bile toplu olarak okur, tartışır, anlatırdı. Hayattan, işten kopunca kitaba dönülürdü. Kitaptan kopmuşluğumuzu, kitapla tekrar barışık hale gelerek, okumaya devam ettirmemiz lazım.
Okumak dünyanın en güzel nimetlerinden biri. Ama çok cazip şeyler de var. Şimdilerde daha çok bakmak, seyretmek üzerine gidiliyor.
Bahsettiğiniz şey daha çok duygu yönümüze hitap ediyor. Ama kitap da bazen gözümüzden yaşlar getirebiliyor. Benim üzüldüğüm konu şu, Finlandiya’da bir ev hanımı belki en az okuyan ev hanımı diyor ki, senede on kitap bitiririm, en az kalınlığı 400 sayfadır. Aslında bizim toplumumuzda okullar bittikten, evlendikten sonra kitaplar bitiyor. Halbuki evimizin bir köşesinde mutlaka bir kütüphanemizin olması, özellikle hediyeleşirken kitap hediyesi üzerinden de insanlara ilgi sunulması veya peygamberimizin (asm) hayatını anlatan kitapların olması gerektiğini, uyumadan hiç olmazsa on, on beş dakikayı değerlendirdiğimiz okumaların olması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Ekleyeceğiniz başka noktalar var mı?
Allah bundan 1400 sene önce kalemden bahsediyor. Ben şahsen şöyle düşünüyorum bir insan normal hayatında, 60 yıl yaşasa 32 sayfalık bir risale yazabilmeli. Yani hayatının en önemli konularını bir gündem olarak, çoluk çocuğuna veya toplumuna, nesline benden de bir emanet gibisinden yazmalı. Eskiden bunlar yazılırmış, ama günümüz insanı herkes yazmış ben niye yazıyım diye düşünüyor. Yazmayı seversek okumayı daha çok seveceğiz. Özellikle şunu söylemek istiyorum kitabî bir toplum olmak noktasında Allah’ın kitabıyla sınırları çizilen insanlarız. Aslında bu sınırları iyi kollayabilirsek geleceğimizi inşa etmekte çok daha güçlü olacağımıza inanıyorum. Çünkü bizi “kitap” kardeş yapacak. Bizi kitap doğru yola iletecek. Tartıyı düzgün tutmamızı kitap öğretecek. Yani insanlığı, dostluğu, muhabbeti geleceği inşada Allah’ın kitabı Kur’ân bizim başucu yani müracaat kitabımız olacak. Bütün kitaplar da zannediyorum O kitabı açıklamak için yazılıyor. Bu noktada kitapla ciddi alaka kurabiliriz. Son olarak ise, Allah’ı sevmek noktasında okumayı öncelememiz gerekir diye düşünüyorum.