Her Eylül ayında, özellikle öğrenci ve velileri için bir telaş başlar. Okul tercihlerinden tutun da okul araç gereçleri alışverişi ile başlayan heyecan, derslerin başlamasıyla beraber, zorlu bir maratona dönüşür. Eğitim sisteminin sıkça değiştiği ülkemizde, OKS, YGS, TEOG, SBS gibi birçok sınava hazırlanabilmek için, okul-etüt-özel ders döngüsü başlar.
Çocukluk yıllarımdan bu yana gözlemlediğim, eğitimde değişmeyen bir şey şu ki; kazanma ya da kaybetme korkusu ile, stres altında öğrenim görüyoruz. Lise yıllarında bir üniversiteye yerleşebilmek her şey demek gibi gösteriliyor. Üniversite, gençlerin geleceğine dair birçok değişimin ilk adımı olabilir, ama kesinlikle her şey diyemeyiz. Diğer bir deyişle bir üniversiteye yerleşememek dünyanın sonu değildir. Zaten, üniversiteye yerleşip, zor zahmet mezun olmakla da bitmiyor öğrencinin çilesi. Bu defa karşılarına yine aşmaları gereken KPSS gibi sınavlar, mülakatlar çıkıyor. Bunlar da yetmiyor, branşlarına uygun çeşitli sertifikalar isteniyor. Yani bir işe girebilmek oldukça zor bir yarışa dönüşüyor. İstenen yeterli puan ve belgeleri tamamlayamayan ise, her ne kadar diploması olsa da adeta vasıfsız muamelesi görüyor, eli boş dönüyor. Bu da gösteriyor ki, bilim yuvası olması gereken üniversiteler, bizi mesleğe başlamaya hazır hâle getirmiyor. Teorik olarak sınavlardan önce çalışıp öğrenilen bilgiler bir süre sonra unutuluyor. Bu yüzden diplomalar yetersiz kalıyor. Durum böyle olunca, diplomadan ziyade iş tecrübesi aranır hâle gelmiş.
Eğitimle ilgili gördüğümüz tüm bu karmaşık sistemleri bir kenara bırakalım şimdi. Fıtrî olan, içimizdeki sisteme kulak verelim. Aslında öğrenci olmak ya da “okumak” öyle anlamlı ve güzel ki… Dünyaya gelen her insan, ta kabre kadar bu hayatın meraklı bir öğrencisidir. Her birimizin ilgi alanları, istidatları farklıdır. Kazanma ya da kaybetme kaygısı olmaksızın, not ya da diploma için değil, sadece öğrenmekten duyacağımız mutluluk için, severek okumalı.
Bizim zamanımızda diye başlasam da çok fazla zaman geçmediğinden hepiniz hatırlarsınız. 28 Şubat kararlarıyla ortaya çıkarılan “katsayı adaletsizliği” ve başörtüsü zulmü ile karşı karşıya kalmıştık. Bir üniversiteye gidebilmemiz imkansız hale gelmişti. Fakat bu zulüm bizi “okuma” isteğimizden caydırmadı. Aksine “öğrenci” olmayı vazgeçilmez bir yaşam biçimine dönüştürdü. Kamu Yönetimi mezunuyum. İçimdeki ses sosyal konulara meyilli olduğumu fısıldadığından, İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji okuyorum. AÖF İlahiyat 2. sınıftayım.
Bizim gibi geçmişte haksızlığa uğrayan güruh, okumaya doyamayanlarla doludur. Sistemin tüm eksiklerine rağmen, siz içinizdeki fıtrî sistemi dinleyerek okursanız çok eğlencelidir okumak.
Hiç istemesek de, eğitim sistemi içinde kimi zaman adaletsizlikler, kimi zaman doğru gibi dikte edilen yanlış bilgiler çıkabiliyor karşımıza. Böyle durumlarda sistem kendimiz olacağız. Bir şey yanlışsa yanlıştır. Sistemin bizi yanıltmasına izin vermeyeceğiz. Kabiliyetlerimizin ve isteklerimizin farkına varıp o yollarda ilerleyeceğiz.
Bu dünyaya geliş gayemiz de “ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek” değil midir? İlimlerin şahı, padişahı, en başta lazım olanı ise “iman ilmi” dir. Okuduğumuz diğer ilim dalları ise, bizim bakış açımız ve kabiliyetimize göre Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarının iç dünyamızda daha çok parıldamasına sebep olmaktadır. Bu parıltıyla kendimizi ve etrafımızı aydınlatabildiğimiz ölçüde okuduğumuz ilim amacını bulmuş demektir.
Okumak bu kadar güzelse, hayat bize hep okul, biz ise hep öğrenci kalalım. Tüm öğrencilerimizin yeni eğitim ve öğretim hayırlı olsun.