Okul döneminde yaşanan sıkıntılardan bir tanesidir çocuklara ödev yapma alışkanlığı kazandırmak. Bu ehemmiyetli konuyu Psk. Ömer Baldık ile görüştük…
Ödev alışkanlığının bir üst başlığı, çocuklara sorumluluk duygusu kazandırmak olsa gerek. Bu noktada neler söylemek istersiniz?
Sorumluluk duygusu dediğimiz zaman, genele yayılan bir şeyden bahsediyoruz. Bir çocuğun sorumluluk duygusunun gelişmesi için öyle bir ortamda olması lazım ki, çocuğun dünyasına bu duygu girsin. Sorumluluk duygusu en baştan kendimizin, yani anne baba olarak bizlerin, çocuğa karşı sorumluluklarımızı yerine getirerek çocuğun dünyasına sokabileceğimiz bir kavram. Annenin çocuğa karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesi, onun bakımını sağlaması, ilgisini, sevgisini göstermesi, emzirmesi özellikle 0-2 yaşta çok önemli.
Sorumluluk duygusunu öğrenmek çocuğun dünyasına bu kadar erken yaşta mı giriyor?
Tabi ki. Çocuğun kendisine karşı sorumluluk duygusuyla hareket edildiğini hissetmesi lazım ki, o duygunun neye benzediğini, nasıl bir şey olduğunu kendi dünyasında anlamlandırabilsin. Dolayısıyla öncelikle çocuğun etrafındaki insanların başta anne babasının sorumluluk sahibi insanlar olması, çocuğu da ona göre şekillendiriyor olması gerekir. Bununla beraber zaman içerisinde çocuğun kendi düzenine, yaş durumuna göre sorumluluğunu ortaya koyabileceği davranışlar bekleyeceğiz. Bu şekilde sorumluluk, düzen duygusu çocukla aramızda bir ortak kavram haline gelecek.
Ödev de okul hayatının getirdiği bir sorumluluk. Bu sorumluluğu kazandırmak için ne yapmak lazım?
Bu noktada okul öncesi ve sonrasında çok büyük farklılıklar olmaması lazım. Ne demek istiyorum? Yani okul öncesi dönemde çocuğa yeterince sorumluluk duygusu kazandıramamışsak, okula başlayınca bir anda aşırı yüklemeyle karşı karşıya kalma gibi bir sonuç doğar. Bir çocuğa okul döneminde yeterli seviyede bile ödev vermiş olsanız, daha önceki dönemde sorumluluk bilinci kazandırılmamışsa o normal düzeydeki ödev bile fazla gelecektir. Dolayısıyla çocuk ödev yapmaktan kaçma, geri durma, kaytarma gibi bir davranışa yönelecektir. Başta dediğimiz okul öncesi ve okul sonrası dönemde çok büyük farklılıklar olmamasının anne, babaya ve eğitimcilere bakan yönleri var. Ebeveynler okul öncesi dönemde çocukları tabiri caizse boşlamayacaklar, eğitimciler de bir anda yüklenmeyecekler demektir bu. Böyle olmaması durumunda çocuk iki zıt tutum arasında sıkışır, afallar ve o zaman da kolay olana yani ödev yapmamaya kaçar. Dolayısıyla yetişkinler yani anne, baba ve eğitimciler olarak çocuğa aynı düzeyde yaklaşıyor olmamız lazım. Bu açıdan baktığımızda özellikle ilkokula yeni başlayanlara aşırı ödev verilmemesi, çok tekrara dayanan, ilgi uyandırmayan, merak duygusunu kamçılamayan ya da o yaş grubunun ilgi ve merak dünyasının çok dışında yük diyebileceğimiz ödevlerin çocuğun dünyasına sokulmaması uygun olur.
İlk olarak okul öncesi de dahil çocuğa her döneminde yeni bir şeyler öğrenmeyi sevdirmek de lazım sanırım.
Evet. Bu noktada kritik rolün, anne, baba ya da çocuk ile ilgilenen kişide olduğunu düşünüyorum. Dediğiniz ayarlamayı yapacak kişi odur çünkü. Evet bir çocuğu eğitmek için eğitimcilerin de çok büyük sorumluluğu var, ama esas sorumlu anne babadır. Biz aslında eğitmeni belli bir dönem için kiralarız, yoksa eğitme sorumluluğu hep bize aittir. Bu da şu demek, bizim çocuğumuzun bilgi düzeyinin, ilgisinin çok dışında bir ödev verildiği zaman, bunun hacminin küçültülmesi ya da çocuğun yapabileceği küçük parçalara ayrılması veya zamana yayarak hazmettirerek yaptırılması bize düşen roldür. Anne baba bu anlamda doğru tutum sergilerse okul ve çocuk arasındaki ilişkide tampon vazifesi görür. Yani ne kadar eğitim öğretmenlerde desek de esas rol bizde.
Mesela öğretmeniz çok iyi niyetle bir ödev vermiştir. Burada velimizin tutumu belirleyici olur. Klasik bir tutum vardır ya “Geç odana ders çalış, bitirmeden de çıkma” çok sevilen bir ders bile olsa, bu tutumla çocuğa ulaşılmaz. Bakınız ödev okulda değil, evde yapılan bir şeydir. Demek ki ödev yapıp, yapmama noktasında bizim göstermiş olduğumuz tutum önemli. Bizim de anne, babalar olarak evde çok iyi birer eğitimci olmamız lazım. Eğitim sadece öğretmenleri ilgilendiren bir durum diye yaklaşmamalıyız. Çocuğun hazır bulunuşluk düzeyinden, ilgi düzeyinden tutun da dikkat toplama süresine kadar, çocuğumuza karşı duyarlı, farkındalık sahibi olmamız lazım. Bizim çocuğumuz hangi konulara merak, ilgi duyar, kaç dakikadan sonra sıkılır, hangi konular onu zorlar, hangi konuları bölerek, hangilerini hızlı geçebiliriz? Bunların hepsine dair kendi çocuğumuzla ilgili kanaatlerimizin olması lazım.
Bilgisayar oyunları, internet çocukların dünyasında çok yer ediyor ve ödev yapmalarını engelleyebiliyor. Bu noktada neler söylemek istersiniz?
Bu söyleyeceklerimin veliler için aydınlatıcı olacağını düşünüyorum. Beynimizde zevk almak ile ilgili iki bölüm var. Bunlardan biri daha çok hazır zevklere odaklanır. Bilgisayar oyunu gibi hemen haz alıcı, zevk verici şeyleri buna dahil edebilirsiniz. Diğer taraftan, eğitim, bir şeyi okuyup öğrenme gibi şeyler de insana zevk verir. Bu da belli bir zahmet sergilendikten sonra, insanın ruhunda hissedeceği tatmin olma duygusu gibidir. Tabi bu zevk daha kalıcıdır. Beynimizdeki hazır zevke odaklı olan bölüm, bir işle uğraşırken zevk alır gibi hisseder ama o süre uzadığı zaman o zevk de yok olur. Mesela her çocuk bilgisayar oyunundan zevk alarak değil mutlaka bir sıkıntıyla kalkar. Ama bir çocuk derse belli bir sıkıntıyla bile otursa eğer sebat edip devam ederse o masadan mutlu ve doygun kalkar. Bakınız bizim beynimiz ağaç köküne benzer. Buradaki kökler biz bir şeyler öğrenmeye başladıkça kalınlaşmaya başlar. Bu kalınlaşma, gelişme bir zorlanmaya sebep olur. Öğrenme sürecinde o kalınlaşma, zorlama gerçekleştiği zaman bilgiye dönüşür ve insana mutluluk verir. Modern hayatta hazır zevklere, lezzetlere daha çok yönelip, çocuğa her şeyi hazır verip ondan bir şey beklemediğimizde ya da çocuğun hayatını ona özel olarak düzenleyip, ona bir vazife yüklemediğimizde o birinci haz durumuna göre hayatını şekillendirmeye başlar. Ama bizim istediğimiz beynin ikinci tür haz alma şeklidir. Burada yaşam biçimimizin bu duruma yaptığı etki su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Modern hayatın bize dayattığı hayat şeklinin dışında geleneksel şeyleri de kaybetmeden çocuğa alışkanlık kazandırmamız durumunda ikinci durum ortaya çıkar. Eğitimle kazanılan hazlar zordur ama en kalıcı olanıdır.
“Zahmette rahmet vardır” kaidesinin eğitim hayatındaki iz düşümü diyebiliriz…
Evet aynen öyle. Herkes ders çalıştığı dönemi hatırlasın. Okuduğumuz şey 3-4 sayfa uzadığında başımızda bir zonklama olur. Kafam şişti deriz hatta. Böyle bir durumda ara verip, tekrar çalışmaya devam edilebilir. O birazcık zorlanmalar sonucunda bizi doyuran, kalıcı, kalbimizi mutmain eden hakiki bilgilere kavuşmuş oluyoruz. Bilgisayar oyunları reflekse dayalı bir şey. Maalesef bu oyunlar beynin asıl çalıştırılması gereken yeriyle ilgili değil. Dolayısıyla bir öğrenme sağlamıyor aksine uzun vadede sizin dikkatinizi, odaklanma becerinizi zayıflatıyor.
Çocuğun ödevini yapmaması durumunda, onun yerine ödevlerini yapan aileler var. Bunu nasıl değerlendirmek lazım?
Bazı çocuklara bakıyoruz. 4. 5. sınıfa gelmiş ama hâlâ ödev yapma alışkanlığı kazanamamış, aile de hiç üstüne düşmemiş. Ama ileride iyi bir liseye gitme durumu gündeme geldiğinde çocuğun ders çalışmıyor oluşu ailenin gözüne batmaya başlıyor. Burada biraz geç kalmış oluyoruz maalesef. Bu alışkanlığı çocuğumuza küçük yaşlarda kazandırıp, o döneme getirmek gerekiyor. Burada dikkat edilmesi gereken en azından tamamı olmasa dahi, kısmen çocuğumuzun ödevlerini yapıp sınıfını geçmesini sağlamak. Bunu yapmadıktan sonra, ilerleyen süreçte ödevle ilgili bir gelişme sağlanması çok kolay olmayacaktır. Anne babanın çocuğun yerine ödev yapıyor olması çaresizliklerinin ifadesidir aslında. Ama bu sadece anlık bir çözümdür. Çocuğun o dönemdeki o dersten iyi not almasını sağlar. Uzan vadede bir fayda üretmez. Hatta tam tersine ileriki dönemlerde çocuk anne ve babasından ödevlerini yapmasını bekleyebilir.
Bu noktada ailelere vereceğiniz tavsiye nedir?
Anne ve babaların, ödev noktasında çocuğa kızmadan önce, kendilerini, eğitim sistemini bir gözden geçirmeleri gerekiyor. Çocuk birinci sınıfa başladığında, o harfini yaptığında takdir etmek, aferin oğlum, kızım demek, onu desteklemek, teşvik etmek çok motive edicidir. Ödev zaten kelime olarak çok sevimli bir kavram değil. Onu sevmek çocuğun tek başına başarabileceği bir hadise olmadığından mutlaka yanındaki kişinin, ödevi sevilir hale getirecek tutum ve davranış sergilemesi gerekir. Çocuğun devamlı yanında olmak, devamlı ilişki halinde olup o bağı koparmadan, onu motive ve teşvik etmek şeklinde olmalı. Ödevlerini yaparak değil. Bizler çocuğu yetişkin gibi düşünme yanılgısına düşünce, onun oturup, ödevini bitirip o masadan kalkmasını bekliyoruz. Ama çocuğun dikkat süresinin kısa olduğunun farkında olmamız gerekiyor. Çocuk 10 dakika oturduktan sonra kalkmak isteyebilir. Bir 5 dakika mola verip meyve suyu içebilir, kardeşiyle oynayabilir, kedisini sevebilir ve sonra dersine dönebilir. Bunları normal karşılamamız lazım. Ödev yapmama konusu çocuğa tarafımızdan çok ciddi bir mesele gibi yansıtıldığında geri tepecek bir şeydir. O yüzden ödevi sevebileceği bir şey olarak dünyasına götürmemiz lazım.