Omzumda bir elin varlığını hissettiğim anda, yamacımda hazır bekleyenin dedeciğimden başkası olmadığını fark ettim. Ağladığımı gizlemeye fırsat bulamadığım için, önce yaşlı elleriyle incitmeden silmeye çabaladı gözyaşlarımı. Hafiften yüzünü buruşturur gibi yaptı önce, ardından hafif bir tebessüm etti… Sonra şefkatli kollarıyla çekip bağrına bastı. Henüz anlamını kavrayamadığım bir şeyler de söylüyordu dili üstelik. Bugünlerde yeryüzünde beni anlayan tek insan o…
Anne-babamın bitmek bilmeyen kavgaları yerini ayrılığa bırakınca, önceleri birkaç günlüğüne ziyarete gelip kaldığımız dedemlerin yanı yeni yuvamız olmuştu. Dedeciğim ve nineciğim beni ve küçük kuşum Limon’u sahiplenmişlerdi. O sapsarı tüylü, cıvıl cıvıl ötüşü ile yanımdan hiç ayırmadığım en iyi oyun arkadaşım.
Bu sabah uyandığımda o tatlı sesi yoktu ortalıklarda. Hiç hareketsiz yatıyordu öylece kafesinde! Yoksa? Minicik kalbime çığlıklar attırırcasına, gökten buz yağmışçasına çelimsiz bedenimi üşüten o ayaz… Aklıma gelen o kötü ihtimal… O istemediğim hazin son… O sırasıyla bütün sevdiklerimi asıp mahvedecek olan darağacı… O hüzünlü veda… İşte gitmişti Limon artık, yanımda yoktu… Çok üzgünüm.
“Gel bakalım nur torunum, seninle biraz dertleşelim. Rabbimiz bize yâr oldukça torunum, hiçbir şey üzmesin seni. Bak! Çevir başını şu gökyüzündeki güneşe. Kilometrelerce uzak bizden, ama gülümsüyor gözbebeklerimizde. Rabbimizden ne kadar uzakmış gibi olsak da, O bize bilakis çok yakındır, ta kalbimizi kuşatır varlığıyla sevgisi. Güneşi, yıldızları, gezegenleri, kâinatı, dünyamızı… Beni, seni, Limonu ve bütün varlıkları… Hepsini yoktan var eden Allah, sence sırf bu geçici yer olan dünyada doğup, yaşayıp ve de ölüp gitmek için yaratıp, başıboş mu bırakıverecek? Üstelik varlık gibi bir hediyeyi bahşetmişken, yoklukla ıstırap mı çektirecek o çok sevdiği kullarına? Yok olup, hiç olmakla onları ebedi üzecek ha? Seven sevdiğine zulmetmez asla!
Bizi üzerinden geçip gittiğimiz dünyadan aldığında, çok daha güzel bir âleme götürecek. Lâkin önce sınar kullarını, kim daha güzel işler sergileyecek yeryüzünde diye? Üstelik de o âleme varıldığında hiç kimsenin yapıp ettiği gizli kalmaz, serilir gözler önüne! O çok adaletlidir, çok cömerttir üstelik sonsuz zengin hem de, göz ardı edilmez ne iyilik, ne de fenalığın bir zerresi bile!
Bu uçsuz bucaksız kâinatı yoktan yaratıp var eden Rabbimiz, ahireti, cenneti de yapmaya muktedirdir şüphesiz. Seven sevdiğini belli etmez mi? Sevdiğine ikram etmez olur mu hiç? Bizi çok seven Rabbimiz, O’ nu seven yüreğimizin ebedi üzülmesine müsaade eder mi? Kendisini tanıyan, iman edip, itaat eden kulunu boş çevirir mi? Cennette asla yok olmayacak, sonsuza kadar mutlu edecek bizleri. Bak hayal edebiliyoruz değil mi? Limon’la cennette oyunlar oynadığını hayal edebiliyor musun?” “Hm, evet dedeciğim edebiliyorum!” “Gördün mü bak? Hiç hayal ettirir miydi haşa vermeyecek olsa? Öyle değil mi?
Bu âlemden gitmekle her şey biter mi? Hem bize varlığını tüm kâinatta gösteren, hem gönderdiği peygamberlerle bizi başıboş bırakmayan Halıkımız, bizi hiç bırakır mı? Bizim kalbimizin, ruhumuzun ihtiyacı sonsuzluğu vermez(!) olur mu? Her baharda yeryüzünü öldükten sonra tekrar dirilten, sayısız numunelerini gözlerimize gösteren, dünyadan sonra haşirde tekrar diriltemez(!) mi?
Dedemle neredeyse saatlerce oturup sohbet etmişçesine rahatlamıştım. Yüreğimdeki tarifsiz fırtınalar yerlerini ilkbaharların tazeliğine bırakmıştı. Öylesine sonsuz bir teselli bulmuştum ki küçük kuşumun yokluğuna, artık yüreğimi acılar kemiremiyordu… Öyle ki yıllar sonra nurlu satırlar arasında gezinirken bile, çocukluğumun o bir türlü anlam yükleyemediğimi sandığım yokluk(!)una, şimdilerde hâlâ teselli bulabiliyorum gönlümde. Ve biliyorum ki iman ettiğim Rabbim de, inandığım Peygamberim de (asm) (haşiye) bağrıma bastığım Kitabımız da hepsi aynı hakikate imza basıyorlar hem dünya yüzünde, hem ukba üstünde…
“Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri o zayıf biçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukavemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber, ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.”1
Haşiye: Yüz yirmi dört bin peygamberler ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşif ile zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüz yirmi dört milyondan ziyade evliyalar (ks) ve o iki kısım meşahir-i insaniyenin haberlerini aklen kat’î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette ispat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler, müçtehidler ve sıddıkînler; bi’l-icma, mütevatiren nev-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-i azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âlî heyetlerin…
Dipnot:
1. Sözler/ Onuncu Söz