Evlilik

“Bizler hep doğru insanı arıyoruz, doğru insanı bulmaya çalışıyoruz ama önce doğru insan olmalıyız”

Röportaj: Netice Kübra Görentaş

Uzm. Psikolo­jik Danışman, Çift ve Aile Terapisti Şenol Baygül ile, günümüzdeki aile ve toplum psiko­lojisi, Suriyelilerin aile yapımıza etkilerini ve daha birçok şeyi konuş­tuk. 

Aileler tarafından size aktarılan problemlerle sürekli karşılaşıyorsu­nuzdur. Onlara neler söylüyorsunuz?

Aile ve çift danışmanına evet ilk başta problemli aileler, sorunlu aileler geliyor gibi görünse de, temel amaç ai­lelerin daha güçlenmesi, kendi arala­rındaki iletişimin sağlıklı hale gelebil­mesi, daha uyumlu olabilmeleri nok­tasında psikolojik destek hizmeti ver­mek. Diğer taraftan tabi ki aileler güç­süz hissettikleri zamanlarda destek al­mak için bize geliyorlar ve ailenin te­melini oluşturanlar da genelde çiftler. Ben evlilik danışmanlığı alanında çift­ler üzerinden çalışıyorum. Bu anlam­da evliliklerde de sadece problemli olan çiftlerle karşılaşmıyoruz. Evliliğini daha güçlendirmek, geliştirmek isteyen in­sanlar da bizlerden destek almak iste­yebiliyor. Bir sorun yokken birçok şey yolundayken, yani bir şey başına gel­dikten, kriz ortaya çıktıktan sonra değil de öncesinde destek alan insanlar var ve sağlıklı olan da bu. Genel olarak bo­şanmadan öncesinde gidelim de, bunu da denemiş olalım kısmıyla gelen in­sanlar da var. Ancak, normalde sağlıklı ve ideal olanı sadece problemli olan ve sorunlu olan insanlar değil, bütün ai­leler var olan hayatlarını daha güçlen­dirmek geliştirmek, yaşamlarına fark­lı bakış açısı kazandırmak açısından bir psikolojik destek hizmeti almalarıdır. Bu aile danışmanlığı olarak bütün aile üyelerini kapsayan bir hizmet de ola­bilir, bütün ailenin birlikte katıldığı bir hizmet de olabilir.

Sizce mutlu bir ailenin anahtarı nedir?

Ünlü Rus yazar Leo Tolstoy Anna Karenina adlı romanına giriş yaparken diyor ki; “Mutlu aileler birbirlerine ben­zer, her mutsuz aileninse kendine özgübir mutsuzluğu vardır.” Ben bu düşünceye katılmakla birlikte, mutlu aileleri de oluşturan bazı dinamikler var olduğunu düşü­nüyorum. Ortak özellikler anla­mında şöyle sıralayabiliriz, mut­lu ailelerde ilk ortak özellik, aile­nin mutlu olmuş olmasıdır. Yani o ailedeki en mutsuz birey kim­se ailenin toplam mutluluğu ona eşittir. Çünkü aile kendi içerisin­de birbirinden etkilenen, dinamik bir bütündür. Bir sistem olarak düşünürsek, ailedeki bir çocuk mutsuzken anne babanın mutlu olma şansı yoktur. Karı kocadan bir tanesi mutsuzken diğerinin tek başına ondan bağımsız ola­rak mutlu olma şansı yok. Birbi­rini etkiliyor. O halde ailenin her bireyinin diğer bireylerinin mut­luluğunu da gözetmesi gereki­yor. Bu anlamda da mutlu bir ai­lenin formülünü şöyle özetleye­biliriz. Önce kişiler mutluluğu ai­lede veya evlilikte değil, kendile­rinde görmeleri, yani evli olduk­ları için mutlu olmamaları gere­kir. Birey olarak önce mutlu ol­malı, birey olarak tek başlarına mutlu olabilecekleri bir sistem kurmalıdır. Herkes zaten kendi mutluluğunu sağladığında ilişki­lerin toplam mutluluğu yüksek olacaktır. Diğer taraftan da aile olarak her bireyin birbirinin geli­şimini desteklediği ve birbirinin aynı zamanda sınırlarına saygı duyduğu bir yapının olmuş olma­sı gerekiyor. Bu anne ve baba ka­rı-koca için de geçerli. Eşlerin ka­rı-koca olmuş olması her şeyi bir­likte yapmaları anlamına gelmi­yor. İlk başta, evlenmeden önce­ki birey olabilmelerini sağlamala­rı gerekiyor. Birey olmalarına izin vermelerinin yanında da, biz ola­bilmeleri yani birlikte de keyif­li zaman geçirebildikleri ve bir­birlerinin hayatlarında oldukları­nı hissedebildikleri yaşam alan­ları oluşturmaları ve birbirleri­ne saygı, sevgi, güven anlamın­da gerekli zamanı ayırıp “bizi” de güçlendirmeleri gerekiyor. Birbir­lerinin müdahaleci ve kontrol­cü olmak yerine birbirlerine kar­şı saygı ve destekleyici, gelişimi­ni sağlayıcı bir yaklaşım benim­semiş olmaları o ailedeki her bi­reyin daha mutlu olabileceği bir­likteliğini oluşturmak açısından önemlidir.

Sosyal ve duygusal paylaşımlar yok

Günümüzdeki aile ve top­lum psikolojisini nasıl değerlen­diriyorsunuz? İnsanlar şiddet, madde bağımlılığı, kutuplaş­ma, nefret dilinin yaygınlaşma­sı gibi birçok etkenle karşı karşı­ya. Toplumdaki bu bozulmaya nasıl karşı koyulabilir?

Ataerkil, geleneksel aile yapı­sından daha bireysel hayata, çe­kirdek aile kavramına geçiş yap­mış durumdayız. O geleneksel aile tipi, kırsalda dört kuşağın aynı anda yaşadığı ailelerdi. Şu­anda aile şehir hayatında yalnız­laşmaya başladı. Bu neyden kay­naklanıyor? Geleneksel ailede çocuk, annesine, babasına, ak­rabalarına bırakılıyor güvende ol­duğunu hissedebiliyordu. Şimdi baktığımız zaman aileler şehir­de konutta yaşıyorlar ve toplu bir konut imkanları içerisindeler, da­irede yaşadıklarını düşündüğü­müz zaman çocuğun oynayabile­ceği arkadaş ortamı yok. Bahçe­ye gidip de bir sokakta oynama­sı gibi bir durum söz konusu de­ğil. Evde telefon ve televizyona bağımlı olmak durumunda kalı­yor. Enerjisini atabileceği bir alan yok. Anne çalışıyor, çalıştığı için o da eve geldiği zaman yorgun. Nazlanacak kimse yok. Baba da çalışıyor, yoğun ve stresli. Komşuluk ilişkileri, sosyal ve duygu­sal paylaşımları olmadığı için, evin içerisinde birbirleriyle belki deşarj olabilecek ortamlarının ol­mamış olması, giderek yalnızlaş­tıkları bir ortamı meydana geti­riyor. Bu da evin içerisinde belki birbirine karşı toleransın kalma­masını ve şiddetin yaşanmasını daha da kolaylaştırıyor.

Madde bağımlılığı ve diğer kavramlar belki birer sonuç. Ai­lenin yalnız kalıp bireysel ve duy­gusal problemlerini çözebile­cek fırsatlarının olmaması, di­ğer taraftan da birey fıtrî yollar­dan mutlu olamadığı için en ko­lay mutlu olabileceği imkanla­ra, madde kullanımına başvuru­yor. Yeri geldiği zaman ekono­mik anlamdaki o koşulları sağla­yamadığı için kolay yoldan para kazanabileceği davranışlara da yol açıyor. Bozulmaya karşı ön­celikle ailelerin, toplumda ise ül­keyi yöneten insanların veya ül­kede lider konumunda olanla­rın birbirleriyle iletişimlerinde ve ilişkilerinde ailelere örnek olabi­lecek davranışlar sergilenmeli. Aile içerisindeki iletişime örnek olabilecek kibar, saygılı aynı za­manda sevgi dolu, kutuplaştırıcı olmayan, birbirine kenetleyici ve birleştirici bir dili benimsemeleri gerekiyor. Bu anlamda ikincisinin belki medya ayağıyla olması ge­rekiyor. Medyada ailelerin kendi­lerine örnek alabilecekleri sosyal modellerin oluşturulması ve des­teklenmesi buna yönelik prog­ramların oluşturulması gereki­yor. Üçüncüsü de, belediyelerin veya diğer kamu hizmetlerinin ailelerin birbirleriyle kaynaşması, toplumun farklı kutuplarındaki insanların etnik olabilir, dini ola­bilir birlikte zaman geçirebilecek­leri birbirlerini anlayabilecekleri, aynı zamanda da o uzun çalışma saatleri sonrası, bireylerin deşarj olabileceği, ailelerle tanışabile­ceği sosyal destek grupları oluş­turabilecek imkânların oluştu­rulması gerekiyor. Bunun için de spor, sanat, sivil toplum örgütle­rinin sosyal etkinliklerine zaman ayırmak gerekiyor.

TÜİK’ in 2015 verilerine göre boşananların son beş yılda % 9,8 arttığını görüyoruz. Boşan­malar neden kaynaklanıyor? Boşanmaların sonucunda en çok çocuklar etkileniyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Uzmanlık tezim zaten “çö­züm odaklı evlilik danışmanlığı­nın çiftlerin evlilik uyumu üzerin­deki etkisi.” Bu da şu anlama ge­liyor. Zaten boşanmaların temel dinamiklerini incelediğim not ça­lışmaları da buna yönelik bir çö­züm ortaya koydu. Çiftlere en kısa sürede nasıl evlilik uyumları­nı geliştirilebilir? 6 seansta evlilik uyumlarını artıran deneysel bir çalışma da yaptım. Evlilik tera­pisi programını ortaya koydum. Bu anlamda da öncelikle bu aşa­maya gelmeden öncesinde yapıl­ması gerekenler var. Boşanma­ya götüren sebepleri 3 boyutta inceleyebiliriz. Birincisi; bireyden kaynaklanan sebepler var, yani çiftlerin her birinden kaynakla­nan sebepler olabilir. Kişi madde bağımlısıdır, kumar bağımlısıdır veya şizofrenik bir durumu var­dır. İkincisi; ilişkinin kendisinden kaynaklanan problemler olabi­lir. İlişkiyi yönetememeleriyle il­gilidir. Üçüncüsü de; çevresel et­kenler dediğimiz üçüncü kişiler­den kaynaklı bir problem olabilir. Örneğin; İngiltere’de kayınvalide yüzünden boşanma diye bir du­rum yokken Türkiye’de 3. sırada. En çok üçüncü kişiler bu anlamda önemli. Her birine yönelik fark­lı çözümler üretmek lazım. Ama şuan Türkiye’de en çok boşanma sebebi şiddetli geçimsizliktir.

İlgisizlik boşanmalara neden oluyor

Bunun alt sebeplerine baktı­ğımız zaman en çok ilgisizlik ol­duğunu görüyoruz. Eşlerin bo­şanmaya sebep olarak en çok dile getirdiği şey ilgisizlik. Bu kendisine karşı olabilir, aile so­rumluluklarına karşı olabilir, evin geçimiyle ilgili olabilir. Diğer ta­raftan çocuğa karşı hayata karşı bir ilgi, sorumlulukları yerine ge­tirmeye yönelik bir çaba görme­diği için eşler ayrılmak durumun­da kalıyor. Bunun ortadan kaldı­rılmasına yönelik öncelikle evlilik öncesinde çiftlerin belki bir evlili­ğin ne olduğunu doğru anlamala­rı noktasında konuşmaları gerek. Toplumdaki kadın-erkek her bi­rey, evlenmeden öncesinde ken­di repertuarlarıyla yani anne ba­badan gördükleriyle o evliliğe da­hil oluyorlar ve o evliliğin gerçek ve doğru olduğuna inanarak baş­lıyorlar. Sonradan öğrendiklerin­de şöyle bir istatistik çıkıyor or­taya; geçen sene Türkiye’de evli­lik anlamında baktığımız zaman boşanma oranına birinci sırada 20 yıllık evlilikler var, ikinci sırada 1 yıllık evlilikler var ve bu 1 yıllık evliliklerin davalarına baktığımız zaman en çok üniversite mezu­nu insanlar olduğunu görüyoruz. Bir yıl önce evlenen bu üniversi­te mezunları, aşkla evlenmişler ama bir yıl sonra ayrılık kararı al­mışlar. Demek ki bu insanlar, bir evliliğe başlamak için yeterli se­viyede değil. Evliliği yönetebile­cek, sorumluluk alabilecek, bir­birlerinin alanlarına saygı duya­bilecek, aynı zamanda duygusal alışverişi sağlayabilecek, birbir­lerini bireysel gelişimini destek­leyebilecekleri, biz olabilecekle­ri problem çözme yöntemlerinin olması, öfke ifade edebilme, ile­tişim yöntemleri gibi konularda öncelikle evlilik okulu gibi veya bizim içinde bulunduğumuz ver­diğimiz hizmet gibi alanlardan, faydalanmak çiftler için daha faydalı olacaktır.

Evlilik bir amaç değil, bir araçtır

Yeni aile kuranlar için tavsi­yeleriniz neler olur?

Doğru bir insanı bulabilmek için önce doğru insan olmak la­zım. Bizler hep doğru insanı arı­yoruz, doğru insanı bulmaya çalı­şıyoruz ama önce doğru insan ol­malıyız. Benim tavsiyem şu, bi­rincisi evlilik bir amaç değil, araç­tır. 30 yaşına gelmiş bir kadın ya da erkek mahalle baskısın­dan dolayı “bir an önce evlenme­liyim kim olursa olsun” şeklinde, düşünebiliyor. Evlendikten sonra da hayatı bir anda zindana çev­rilebiliyor. O zaman şöyle olma­sı gerekiyor önce bireyler tek ba­şına mutlu olabilmeli, hayattan keyif alabilmeli. Çünkü kafamız­da, “ben evlenirsem mutlu ola­cağım” gibi yanlış bir anlayış var. Evlilik insanları tek başına mut­lu etmez. Evlilik mutlu olmak için amaç değildir. Amaç mutlu ol­manın ta kendisidir. O zaman ilk önce birey tek başına mutlu ola­bilmeli hayattan keyif alabilmeli. Birisi çıktı karşına o kişiyle daha keyifli ve daha mutluysan o evli­lik senin için güzel bir araç. Ama sen mutlusun tek başına yetiyor­sun, bir kişi çıktı karşına, o kişiyle hayatın daha da zorlaşıyor, daha keyifsizleşiyor ise o zaman evli­liği amaç haline getirmiş oluyo­rum. Bu da sağlıklı değil. Önce bi­reylerin evliliğin bir araç olduğu­nu, bu anlamda yaştan bağım­sız olarak, erken evlenen kişile­rin herhangi bir yere ulaşmadı­ğını, geç evlenenlerin de bir şey kaybetmediğini bilmeleri gere­kiyor. Yani evlilik insanları mut­lu etmez, bireyler mutlu ise, ilişki zaten kendiliğinden mutlu olur.

TÜİK’in 2016 yılı verileri­ne göre yabancı gelinler arasın­da Suriye birinci sırada yer alı­yor. Bunu nasıl değerlendiriyor­sunuz?

Bu insanların çoğu Türkiye’ye geldiklerinde ekonomik anlamda ve mesleki anlamda geçim kay­nakları olmadığı için, özellikle kızlar genç yaşlarda, ülkemizde­ki onlara göre biraz daha varlıklı kişilerle evleniyorlar ya da evlen­diriliyorlar. Bu durum bazı Suri­ye vatandaşlarının geçim kayna­ğı haline gelmiş durumda ve bir­çok aileyi de tehdit eden boyut­lar yaşatıyor.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*