Hayatın koşturmasından yorulmuştu. Sakinleşmek ve dinlenmek istiyordu. Bunun için hafta sonu tatilini fırsat bilip, deniz kenarında yürüyüşe çıktı. Denizin dalgaları kâh kıyıya vuruyor, kâh ötelere doğru kaçıyordu. Güneşin ışıkları denize yansıyarak tatlı parıltılar saçıyordu. Bu güzel manzarayı oturup, seyre dalmak istedi. Az ilerideki banka oturmak için adımlarını sıklaştırdı. Tam oturacaktı ki, bankta biri olduğunu fark etti. Usulca selam verip denize yüzünü çevirmeyi düşünürken, bankta oturanın aylardır görüşmediği arkadaşı olduğunu fark etti. Sevinç ve hasret karışımı bir duygu ile kucaklaştılar.
Uzun süredir görüşmedikleri için sohbetleri hızlı başladı, çabuk koyulaştı. İkisinin de hâli aynı idi aslında. Koşturma, hız, yorulmuşluk… Meslekleri ve oturdukları semtler farklı olsa da yaşadıkları hayatlar benzerdi. Ve hayattan kaçışları da benzer olmalı ki Pazar sabahı yolları bu deniz kenarında kesişmişti.
Martı çığlıkları ve bir geminin sireni sohbetlerini duraklattı. İkisinin de gözleri denize daldı. Bedenleri değil ama sanki fikirleri, hayalleri yüzüyordu denizde. Fakat bu yüzme sırasında boğulacak gibi hissediyor olmalılar ki ikisi de derin derin nefes alarak oflamaya başladılar.
– Sahi, dedi biri… Biz rahatlamaya ve dinlenmeye gelmemiş miydik buraya?
– Evet, diyerek tasdik etti arkadaşı. Ben dinleneceğime kendimi daha yorgun hissetmeye başladım. Bu işte bir terslik olmalı.
Sessizlik kapladı ikisini de. Dinlenmek için geldikleri bu deniz kenarında dahi yorulmuş olmak canlarını iyice sıkmıştı. Çözüm bulamamanın verdiği sıkıntı ile çevrelerine bakınmaya başladılar. Oturdukları bankın biraz ilerisinde yaşlı bir amca gördüler. Sakince oturmuş, etrafında koşup, zıplayan küçük çocuğa tebessüm ile karşılık veriyordu.
“Ne kadar da içten gülüyor amca…”
“Haklısın. Sanki hiç gamı, kederi yok. Yoksa o bizim yaşadığımız bu dünyadaki hayatı yaşamıyor mu?” dedi arkadaşı.
Gülüştüler.
“Bence amca bir formül bulmuş… Hayatta tebessüm edebilme formülü… Belki de hayata rağmen tebessüm edebilme… Ne dersin?”
“Ben bir şey diyemem, ama amcaya sorarsak o bize bir şeyler söyler mutlaka…” dedi arkadaşı.
Oturdukları banktan kalkıp amcanın yanına doğru yürüdüler. Oynayan küçük çocuğun başını okşayıp, amcaya selam verdiler.
“Selamünaleyküm beyamca. Müsaaden varsa biraz sohbet edebilir miyiz?”
“Ve aleykümselam… Tabî… Tabî… Buyurun.”
Yaşlı amcayı ortalarına alıp yanlarına oturdular. Kendilerini tanıtmakla başladılar sohbete, bugünkü gezilerinden ve karşılaşmalarından bahsettiler. Konuşma sırası yaşlı amcadaydı.
“Benim adım Hayri” dedi yaşlı amca yüzünden düşürmediği tebessümle. Eskiden gemilerde çalışırdım. Emekli olup, gemilerde çalışamaz hâle gelince tüm vaktimi torunuma ayırdım. Onunla sürekli bu deniz kıyısına geliriz. O oyunlar oynar, ben de onu seyrederim. Oynamaktan yorulunca yanıma oturur, birlikte simit yeriz. Ben de ona eskiden yaşadığım olayları, hatıralarımı anlatırım.
Yaşlı amcanın sözü bitmişti ki küçük çocuk zıplaya zıplaya dedesinin yanına geldi.
“Anlaşılan simit vakti geldi” dedi arkadaşlarından biri.
“O hâlde simitler bugün bizden” diyerek karşılık verdi diğer arkadaş.
“Simitçiii… Dört simit ver bize…”
Simitlerin muhteşem kokusu ve gevrekliği ile susamlarının harika tadı onları mest ederken, sohbete devam etmek için Hayri Amcaya dönerek asıl sormak istedikleri soruyu sordular.
“Hayri Amca… Biz bir şeyi merak ettik. Sen sürekli tebessüm ediyorsun. Sâhi, nasıl başarıyorsun bunu? Biz hayatın koşturmasından sıkıldık buraya, deniz kenarında dinlenmeye geldik. Yine de rahatlayamadık. Aksine, birbirimizin sıkıntısını duyunca daha da daraldık… Yaşadığımız bu hayata rağmen tebessüm edebilmenin formülünü bize öğretebilir misin?
Hayri amca iki elini iki arkadaşın dizine koyarak;
“Gençler, siz hayatın yükünü sırtlamış öyle geziyorsunuz belli. Sırtında yük olan kişinin tabî yüzü gülmez. İlk başta gülse de o yük ağırlaştıkça yüzünden tebessümü uçar, lisânından ‘of..off’ kelâmı çıkar” dedi.
“Öyle Hayri Amca, aynen öyle bizim hâletimiz de” dedi arkadaştan biri.
Hayri Amca sözüne devam etti.
“Ben gemilerde yıllarımı geçirdim. Hayata karşı nasıl tebessüm edebildiğimi size gemiyle ilgili bir hikâye ile anlatayım.”
Hayri Amca ellerini önüne kavuşturdu. Gözünü denizin ufkuna dikti. Tane tane anlatmaya başladı.
“Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.” O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi’ olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.” Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tardedecek. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünki ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor.” denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” dedi.*
“İşte hikâye burada bitti. Ben ömrüm boyunca bu sefinemiz olan dünyadaki işlerimde Rabbime dayandım. Yani tevekkül ettim. Fakat yanlış anlaşılmasın tevekkül, vazifeleri yapmamak anlamında değildir. Ben vazifemi yapar geri çekilirim. Netice Rabbimden. Bu sırada bana düşen hâl ise pencerelerden seyrederek tebessüm etmektir.”
Arkadaşlardan biri atıldı.
“Hayri Amca… Sen hâdiselerin cefâsını değil, bu fikrin sayesinde sefâsını çekiyorsun desene, ne güzel…”
Hayri Amca başını sallayarak; “Evet, hamdolsun öyle… Yetmiş yıllık bir ömrü geride bıraktım. Kimine göre cefâ olan hâller yaşadım. Ama ben hep sefâsını çektim. Zira yüküm gemide ve ben de o yükün üstüne oturup, denizi seyretmekteydim. Hâlâ da öyle seyrederim. Şimdi söyleyin gençler… Bu hâlde denizi seyrederken tebessüm etmemek elde mi?”
İki arkadaş aynı anda
“Elde değil Hayri Amca” dediler.
Güneş yavaş yavaş batmaya başlamış, ufku kızıllık bürümüştü. İki arkadaş ve Hayri Amca sohbetin ardından vedalaşırken yüzlerinde tatlı bir tebessüm, kalplerinde ise ferahlık vardı. Zirâ şimdiden yüklerini gemiye bırakmaya başlamışlardı.
*Bediüzzaman Said Nursî, Sözler