Geçtiğimiz ayki “Elmanın iki yarısı: Kadın ve erkek” başlığını taşıyan Not Defteri sayfalarımızda feminizmden bahsetmiş “Kadınları fıtrî vazifeleri olan anne ve eş olma kimliğine davet eden Batılı kadınların sayısının gittikçe arttığını” yazmış, bir sonraki çalışmamızda bunlara yer vereceğimizi söylemiştik:
Yazar: Ina Fritsch
Alman feminist yazar Ina Fritsch “Anne-Baba Boşanıyor” adlı kitabında şöyle diyor: “Kocamla üniversite sıralarında tanışıp evlenmiştik. Politik görüşlerimiz, hayat felsefemiz aynıydı. Kocam, koyu bir kadın hakları savunucusuydu. Ev işlerini ortaklaşa yapacak, geleceğe ait kararlan birlikte alacaktık. Planlarımızın içinde bir çocuk sahibi olmak da vardı. Bir kızımız olmuştu. Onu hemşirenin kollarında avaz avaz ağlar görünce içimde bir şeyler uyandı. Benden bir parça olan bu yavruyu koruma hisleri bütün benliğimi sardı. Fakat kendimi çabuk toparladım. Hissi değil, mantıklı olmalıydım, imtihanlarım, meslekî çalışmalarım ve kadın eşitliği konusundaki gayretlerim yıkılıp gitmemeliydi. Aslında gerçek buhran çocuğumuzun doğumu ile başlamış ve dört yıl boyunca devam etmişti. Evimizde anne-baba rolleri belli değildi. Çocuk bağlayıcı unsur olmaktan uzaktı. Kızım yedi yaşına geldiği halde, her sabah yatağını ıslatmış olarak uyanıyordu. Yemek yeme, uyku ve oyun alışkanlığı kazanamamıştı. Hırçın, inatçı, söz dinlemeyen bir çocuktu. Teorik, modern pedagoji bilgim, hiçbir ise yaramıyordu. Evet, bir yanlışlık yapmıştım. Hayır, hayır. Bir değil, birçok yanlışlıklar yapmıştım. Kadın eşitliği konusunda inatçı fikirlerim yıkılmaya başlamıştı. Kadın haklarını savunayım derken, kendi hayatımı bir kördüğüm haline getirmiştim. Kendisini ailesine, çocuklarına ve kocasına adayan fedakâr ev hanımına hayranlık duymaya başladım. Dinî terbiyeyi çağdışı kabul eden felsefenin taraftarıydım. Din ile modem psikolojiyi birleştiren yeni görüşleri saçma buluyordum. Ama artık buna inanmaya başladım. Çocuğum, erken yaşlarda dini konularda sorular sormaya başlamıştı. Şimdi, inançsızlık sebebiyle kaybettiğim yıllarımı tekrar kazanmak için çok okuyor, dinî konuları, tarihi ve ahlâki felsefeleri inceliyorum. Kızım da, ben de şimdi çok daha huzurluyuz.”
Sheryl Sandberg ve Anne Marie Slaugter
Geçtiğimiz günlerde dünya çapında ünlü kadınlarla ilgili bir belgeselde feminizm akımının kadın fıtratı üzerindeki etkileri anlatılıyordu.
Bunlardan biri, Sheryl Sandberg’di. Sosyal medyanın önde gelen markalarından Facebook’ta Mark Zuckerberg’den sonraki en güçlü yönetici konumunda olan bir hanım. Çalışan kadınlarla ilgili yaptığı bir programda kadınlara iç seslerini dinlememeleri gerektiğini, en önemli şeyin kariyerleri olduğunu söylüyordu. Sabah çalışmak üzere evden ayrılırken 3 yaşındaki küçük kızının arkasından ağlamalarını duymamak için yaptıklarını anlatıyor ve kadınlara erkeklerin egemenliği altındaki ortamlarda hakimiyet kurmanın yöntemlerini sıralıyordu. Doğrusu ya söyledikleri adeta insanın içini donduruyordu.
Diğer bir isimse feministlerin büyük eleştiri yağmuruna tuttukları Anne Marie Slaugter idi. ABD’de Dışişleri Bakanlığında üst düzey danışmanlardan biriyken çok istediği ve severek çalıştığı işinden ayrılmıştı. Sebeb çocuklarıydı. Yoğun çalışma hayatı, ders başarıları gittikçe düşen oğullarıyla iletişim yollarını kapatınca, eşinin elinden gelen tüm desteğini vermesine rağmen bu kararı almıştı.
Feminist arkadaşları da aynı problemi yaşamalarına rağmen, ailesi için işinden ayrılan Slaugter’in kararını acı verici bulmuşlardı. Hele onun “Süper kadın yoktur! Kadınlar her şeye sahip olamaz” başlıklı bir makale yazacağını öğrenince çileden çıkmışlardı. Üst düzey bir danışmanın böyle bir girişimde bulunmasının kadın özgürlüğü hareketini kötü etkileyeceğini belirten feminist arkadaşlarıyla fikrî tartışmalar yapan Slaugter, ailesinin ve çocuklarının çalışma hayatından da feminist inançlardan da çok daha önemli olduğunu fark etmiş, sevdiği işinden ayrılmıştı.
“Aslında işimden tamamen ayrılmış değilim. Dış politika üzerine yazılar yazıyor, internette paylaşıyorum. Yılda 40-50 programa katılıyorum. Televizyon ve radyoda programlar yapıyorum. Yeni kitaplar üzerinde çalışıyorum. Yine de feminist arkadaşlarımın ‘Bizi hayal kırıklığına uğrattın!’ küçümsemelerine engel olamıyorum” diyor.
Hülasa
Kadını ve erkeği türlü his ve latifelerle donatıp bu dünyaya gönderen Fatır-ı Hakim’in kadın ve erkeğin fıtratına vurduğu mühürler din, dil, ırk gibi sınırlar tanımıyor. Eğer ayarlarıyla oynanıp bozulmamışsa fıtrat hiçbir zaman yalan söylemiyor!