Hayatını Mescid-i Aksa meselesine vakfetmiş, çok değerli bir hanımefendi, Suna Durmaz ile istifadeye medar olmasını arzuladığımız bir sohbet gerçekleştirdik.
Önce aslî kaynaklarımızdan başlayarak Kudüs’ü bize anlatır mısınız?
Mescid-i Aksa ezeli bir kelamdır. Cenab-ı Hak İsra Suresi’nin birinci ayetinde Mescid-i Aksa’dan bahseder ve onu över. Yani adını O koymuştur ve O’nun tarafından övülmüştür. Dolayısıyla Mescid-i Aksa’yı ne kadar ansak, ne kadar övsek az, kelimeler yetmez. Cenab-ı Hak ayette, şu şekilde buyuruyor; “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir.” Bakınız ayette geçtiği üzere Mescid-i Aksâ etrafı bereketlendirilmiş, Allah tarafından mübarek kılınmış bir yerdir. Yani ayette El Aksa” diyerek en uzaktaki yer kast ediliyor. Mescid-i Haram’a kıyasla, en uzaktaki mescide götürdük diyor. Ne yazık ki coğrafi olarak bu en aksa, yani en uzak nokta olan Mescid-i Aksâ, manevi olarak da kalplerimize uzak olduk.
Hadisler noktasında Mescid-i Aksâ…
Peygamberlerin izlerini takip ettiğimizde bizi Mescid-i Aksâ’ya götürecektir. İlk insan Hz. Adem’e (as) kadar uzanır o derece eskidir tarihi… Bunun delili nedir? Kur’ân-ı Kerim’de Mescid-i Haram’dan bahsedilirken “insanlar için yeryüzünde kurmuş olan ilk evdir” diyor. İkinci evin de hangisi olduğunu Resulullah’tan (asm) öğreniyoruz. Hz. Ebuzer Gifari (ra) Peygamber Efendimize (asm) geliyor “Ya Resulullah yeryüzünde inşa edilmiş olan ilk ev (mescit) hangisidir? Mescid-i Haram’dır” diyor. “İkinci ev hangisidir Ya Resulallah? İkinci ev Mescid-i Aksa’dır” diyor. “Aralarında kaç yıl var Ya Resulallah? Aralarında 40 yıl var” diyor. Adem (as) ilk insan olduğuna göre ilk evi de o inşa etti. Niçin inşa etti? Secde için. İlk insan secdeyle, namazla mükellef oldu ve yeryüzünde onun için ev kurdu. İkinci evi kim inşa etti? 40 yıl aradan sonra, Hz. Adem ya da Hz. Adem’in ilk oğullarından birisi Şit’ten (as) bahsediyor müfessirler. İkinci evin de Mescid-i Aksa olduğu yönünde hadis-i şerif var. Bunlar sahih ve bizim için temel taşlar.
Kıble olma özelliği de var değil mi?
Tabi ki. İkinci ev olduğunu öğrendik şimdi ise ilk kıblemiz olduğunu da öğreneceğiz. Onun hakkında da hadis-i şerif var. Rivâyetlere göre Peygamberimiz (asm) Mekke döneminde iken hep Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmıştır. Bazı rivâyetlere göre de Kabe’ye doğru namaz kılmıştır. Ama Medine’ye hicret ettiği zaman Müslümanlarla beraber, Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kıldığı sabittir. Hz. Bera bin Hazib (ra) rivâyet ediyor ki “Müminler, Medine döneminde Peygamberimiz (asm) ile beraber on altı veya on yedi ay boyunca, Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmışlardır.” Daha sonra bildiğiniz üzere Allah emrediyor ve kıblemiz Kabe’ye doğru dönüyor. Peki neden değiştirildi? İslâm tarihini bilenler bilir, Efendimiz (asm) ile Medine’ye hicret ettiğinde “Muhammed yeni bir dinle geldi ama bizim Aksa’mıza doğru namaz kılıyor” diye Yahudiler dalga geçmeye başlamışlardı. Resulullah (asm) mescidin yani kıblenin değiştirilmesini arzuluyordu. Bunu da ayetten nereden öğreniyoruz. “Ey Muhammed! Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.” diyor ayette. Özellikle müminlerin kıblesini Mescid-i Aksa’dan alıyor, Kabe’ye doğru, Mescid-i Haram’a doğru çeviriyor Cenab-ı Hak. Bir başka ayetinde diyor ki: “Senin yöneldiğin yeri (Kâbe’yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırd etmemiz için kıble yaptık.” Ökçesi üzerinde dönenler kimler? Yahudiler. Ne demek ökçesi üzerinde dönmek? Bunlar Allah’a inandık dediler, sonra imanlarından vazgeçtiler, Peygamberi duyduk dediler, isyan ettiler. Mescid-i Aksa’nın mahiyetini ayet ve hadis bakımından bu şekilde aktarabiliriz.
Dört halife dönemi, Osmanlı dönemi tarihi bir akış içerisinde gidecek olursak Kudüs hakkında neler aktarabiliriz okuyucularımıza?
Miraç hadisesinden sonra Arap yarımadasının Kuzeyine doğru bir fetih hareketi başlatmıştır. Mü’minlerden bazıları tüccar olarak zaten Kudüs’e, Suriye’ye doğru gitmişlerdi. Efendimiz (asm) Şam’a kadar gelmiş ama Kudüs’e Miraç hadisesiyle gitmiştir. Miraç sonrasında da bu topraklara gitmedi fakat o diyarları fethetmeyi arzuluyordu. Efendimiz (asm) vefat ettiğinde Hz. Ebubekir (ra) hilafeti devralıyor ve bu dönemde Irak ve Suriye’nin bir kısmı fethediliyor. Hz Ebubekir’den (ra) sonra da Hz. Ömer (ra) hilafete geçince fetihler devam ediyor. Fetih hareketi bizim için o kadar önemli ki Peygamberimiz (asm) vefat ediyor, müminler geri dönmüyorlar fetihten. Çünkü bir emir verilmiş kendilerine. Hz. Ömer (ra) dönemine geri dönecek olursak büyük fetihler gerçekleşiyor. Lübnan’a, Suriye’nin batısına kadar ilerleyince artık hedefiniz Kudüs diye belirliyor, ordulara söylüyor. Hz. Amr Bin As (ra) Kudüs’ü kuşatıyor bir müddet ama Kudüs Bizanslıların elinde ve dayanıyor, teslim olmuyor. Daha sonra bu durumu Hz. Ömer’e (ra) bildiriyor. Hz. Ömer (ra) diğer taraflarda bulunan ordulara haber gönderiyor. Bütün İslâm bölüklerinin ordularının Kudüs’ü fethetmek amacıyla orada toplanmasını emrediyor. Ürdün taraflarında karargâhlarını kuruyorlar. Meşhur sahabeler var. Hz. Muaviye, Hz. Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Halit Bin Velid, Hz. Bilal… İlginçtir Hz. Muaviye fetih sonrasında şöyle bir şeyden bahseder; “Arkamı döndüm ki, Resulullah ve birçok sahabesi buradaydı” diyor. Muazzam bir fetih bu. Kuşatıyorlar şehri, şehir teslim olmuyor. Bizans’ın Kudüs Patriği, Sofraniyus, “Emin el mü’minin yok aranızda, o gelecek, şehri ona teslim edeceğiz. Aksi halde teslim etmeyiz, dayanırız, savaşırız sizinle” diyor.
Tabi bu arada Hz. Ömer (ra) daha Suriye’deyken komutanlığı Halid bin Velid’den, Ebu Ubeyde bin Cerrah’a veriyor. Burada bizim için çok önemli bir ders var. Halid bin Velid gibi büyük bir komutan bu duruma itiraz etmiyor. Ebu Ubeyde Bin Cerrah da komutanlık senden alındı, bana verildi gibi bir gurura kapılmıyor. Önemli olan fetih gerçekleşsin, bir Kur’ân ayeti olan Kudüs’e hizmet edilsin. Sofraniyus, “bu şekilde teslim olmayız” deyince Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Hz. Ömer’e (ra) bir mektup gönderiyor ve “sizi çağırıyorlar” diyor. Hz. Ömer (ra) istişare yapıyor. İstişare neticesinde yola çıkıyor. Bakın, İslâm devletinin başkanı, cumhurbaşkanı bu. Arkasında konvoy yok, atlılar yok. Bir tek Hz. Ömer (ra) ve hizmetçisi. Bir müddet kendisi, bir müddet hizmetçisi biniyor. Filistin topraklarından hemen önceki noktaya kadar geliyorlar. Orada bizim atlılarımız, İslâm ordularının komutanları karşılıyorlar tekbirlerle.
Hz. Ömer’in (ra) adaleti
Hz. Ömer (ra) Kudüs’e daha girmeden, halkına da güvence veriyor. “Hıristiyanların evlerine, mallarına dokunulmayacak, öldürülmeyecekler, kiliselerine dokunulmayacak. Eğer isterlerse hasatlarını alacaklar, isterlerse barış içinde şehirden çıkabilirler, isterlerse bizimle beraber kalabilirler. Ama Yahudiler iskan edilmeyecekler” diyor. Çünkü Yahudiler gerçekten zamanında Hıristiyanları katletmişler. Böyle bir düşmanlık var aralarında. Burada önemli nokta Hz. Ömer’in (ra) beyannamesi. Okuyucularımız bu beyannameyi mutlaka araştırıp okusunlar. İslâm’ın hoşgörü, barış dini olduğunu bizzat göreceklerdir. Batılı tarihçiler de bu anlamda Hz. Ömer’i (ra), adaletini överler. Hz. Ömer Kudüs’ü fethediyor ve Sofraniyus’la beraber şehirde gezinti yapıyorlar. Muhteşem bir olay hasıl oluyor. Namaz vakti giriyor, Hz. Ömer’e (ra) o esnada Kıyamet Kilisesi gezdiriliyor. Sofraniyus diyor, “Buyurun efendim burada kılın namazınızı.” Hz. Ömer (ra) buna karşılık “Hayır ben burada kılamam. Çünkü benden sonra mü’minler burayı mescide çevirebilirler, burası sizindir” diyor.
İnsanın tüyleri ürperiyor değil mi?
Aynen öyle. Daha sonra Mescid-i Aksa’da namaz kılıyor. Oraları elleriyle temizlediğini biliyoruz. Hz. Bilal (ra) Efendimiz (asm) vefat ettikten sonra, hüznünden dolayı hiç ezan okumamış. Kudüs’ün fethinde tekrar ezan okuyor ve o ezan okuyunca bütün sahabeler ağlıyorlar. Hz Ömer (ra) şehirde bir imar, temizlik hareketi başlatıyor. Posta hizmeti, belediye hizmeti kurduruyor. Şehre kadı, başkan tayin ediyor ve bir ordu koyuyor.
İslâm’ın eline geçen tekrar öz yurduna dönen Kudüs, ne yazık ki Müslümanların parçalanmışlığı, zayıflığı, birbirlerine düşmeleri, silahları birbirine çevirmiş olmaları, Haçlı Seferlerini, yüreğimize kadar getirmiştir. Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde muazzam katliamlar yapmışlardır. Yetmiş bin insanın katlinden bahsediliyor.
Selahaddin Eyyubi
88 yıllık işgal 2 Ekim 1187’de Selahaddin Eyyubi’nin fethiyle sona eriyor. Kudüs’ü tekrar İslâm’a kavuşturuyor. Katliam yapılmıyor, Hıristiyanlardan intikamı alınmıyor. Tıpkı Hz. Ömer (ra) gibi… Selahaddin Eyyubi’den sonra yine parçalanmışlık başlıyor, sarsıntılar geçiriyor Kudüs. En sonunda Osmanlı’nın eline geçiyor. Tabi ki bunlar derin, tarihî meseleler. Yavuz Sultan Selim Kudüs’e girdiğinde büyük hizmetler başlıyor. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde şehir bir Osmanlı şehri haline geliyor. Burada çok önemli bir şey var. Osmanlı’nın ‘Mekke, Medine ve Kudüs, mukaddes üç şehir’ olan itibarlı yaklaşımına istinaden Yavuz Sultan Selim Kudüs-ü Şerif olarak isim değiştiriyor. Aynı zamanda büyük devasa binalar inşa etmiyor. Büyük bir cami ya da saraylar yaptırabilirdi ama yaptırmıyorlar. Oradaki yapıların üstüne çıkacak bir şey inşa etmiyorlar, doğal halini koruyorlar. Ama su yolları, hanlar, hamamlar, surlar yaptırıyorlar. Aşevleri, darüşşifalar ve buna benzer hizmetler yapılıyor. Aynı zamanda Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların arasında çok güzel bir hoşgörü ortamı meydana geliyor. Böyle bir ortam İngiliz işgaliyle ne yazık ki ortadan kalkıyor. Sultan Abdülhamid ortadan kaldırıldıktan sonra Birinci Dünya Savaşına girmemiz, yanlış ittifaklar neticesinde mağlup olmamızla Kudüs de elimizden çıkıyor. 9 Aralık 1917’de İngilizler Kudüs’e giriyor ondan sonra zaten musibetin, Cehennemin kapısı açılıyor. Bunlara karşı gerek diplomatik açıdan, gerek silahlı olarak direniş hareketleri başlıyor. Karşımızda İngilizler tarafından eğitilmiş Yahudiler var. Bunlara karşı mücadele edilemiyor ve en sonunda Kudüs’ün Batı tarafı Yahudilerin eline geçiyor ve İsrail Devleti kuruluyor. Ne yazık İsrail’i ilk tanıyan devlet Amerika olmuştu, daha sonra hemen peşinde bizler de tanıdık. 1967’de Kudüs’ün doğusu da, Mescid-i Aksa da İsrail işgali altına giriyor.
Kudüs’ü gönüllere yerleştirmek
Bir sahabe mesleği olarak, önce zihinlerimize gönüllerimize Kudüs’ü yerleştirmemiz lazım. Yeni yetişen nesillerde, çocuklarımızın dualarında önce bir Kudüs’ün yer bulması gerekir. Bunun için de Kudüs’ün anlatılması gerekir. Sahabesi, ayeti, hadisi, tarihi ile dünyamızda kafamızda yer etmesi için de eğitim ve bilinç gerekiyor. Müsbet çizgi dışında da başka bir şey yapmak zaten çok zor. Biliyorsunuz ki müsbet çizgi, gönüllerin fethi demek sahabelerin mesleği. Bakın burada bu bilincin oluşması için derginiz adına bu röportajı gerçekleştiriyorsunuz. Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın önemini anlatmaya çalışıyorsunuz. Bunlar Kudüs’ün anlaşılması, dünyamızda hak ettiği anlamı bulması için birer adımdır.
Sizler de okullarda, seminerlerle bu meseleyi anlatıyorsunuz, Allah kabul etsin. Peki bizler Kudüs ve Mescid-i Aksa için ne yapabiliriz?
Bizim yol haritamız ayetler, hadisler ve sünnet-i seniyye. Bir hanım sahabe Resulullaha (asm) soruyor, “Ya Resulullah bize Beytü’l Makdis’ten söz eder misiniz? Orası haşir ve neşir yeridir.” diyor. Yani orayı bir kere tanımak lazım. Daha sonra bir başka hadiste orada namaz kılın emrini veriyor. “Eğer gidemezseniz kandillerin yanması için yağ gönderin” buyuruyor. Şuanda biz biliyoruz ki yağ var Filistin’de. Ama demek ki o dönemde ona ihtiyaç var. Yani oraya somut bir yardım gönderilmesi lazım. Kandil demek, ışık demek, ibadet demek… O dönemde kandil, oradaki ruhun, dinin yaşatılması demek. Bu açıdan bakınca, bu hadisi günümüz şartlarına göre de yorumlayabiliriz. Kudüs’ün bizler için manevî anlamını konumuzun başında dile getirmiştik. Ayetlerle, hadislerle ehemmiyeti sabit. Bizim oraya somut bir yardım göndermemiz gerekiyor. Bu yardım nedir? Oradaki Müslümanların, orada kalabilmesi demektir. Oradaki Müslümanların kalabilmesi için evlerini terk etmemeleri gerekiyor. İsrail’e karşı dik duruşlarını sergileyebilmeleri için tek silahları “Allahuekber”, Kur’ân’ı Kerim, iman dolu göğüsleri. İsrail sadece 15 milyondan oluşmuş bir toplum değildir. Arkasında büyük güçler var. O topraklara gitmek lazım. Orada rehberlik yapan bir kardeşimiz demişti, “Mescid-i Aksa’ya gidin buradan çok farklı bir tablo göreceksiniz. Onların halini anlayacaksınız. Birebir görüşme, orada bulunmanız, gülümsemeniz bile bir Müslüman olarak onlar için çok büyük anlam ifade edecek.”
İnsanlığını yitirmemiş olan herkesin, zulme karşı durma görevi var.
Birlikte çalıştığım Mirasımız Derneği Mescid-i Aksa ve Kudüs’e hizmet maksadıyla Kudüs dışında kurulmuş olan ilk dernektir. Biz oradaki kardeşlerimizin İslâm adına mücadelelerine, dik duruşlarına destek olmak istiyoruz. Kudüs içindeki Osmanlı eserlerini tamir ettiriyoruz, onarıyoruz. O insanlar mescitlerimizi maksadının dışında kullanıp ahır, cafe, Sinagog yapmışlar. İşte Mirasımız Derneği ile kardeşlerimizin bize verdiği bağışlarla oradaki evleri, muhtaç olan kardeşlerimiz için onarıyoruz. İnsanca yaşamalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bir insanın en büyük hakkı, yaşam hakkıdır. İnsanca yaşayabilme hakkı, eğitim hakkı, ibadet hakkı uluslararası sahada evrensel bir haktır. Ama ne yazık ki bir grup Yahudi tarafından gasp ediliyor bunlar. İslâm’ın öz diyarı gasp edildi. Bizim bilinçsizliğimiz, işlevsizliğimiz sebebiyle yıllarca işgal devam etti. Bu sene işgalin yüzüncü yılı. Birkaç insanın çığlığı dışında başka ses yok. Kudüs’ü Yahudileştirmek için binlerce dernek var. Yeryüzünde, İsrail’in içinde yüzlerce müessese var. Binlerce insan bu iş için uğraşıyorlar. Artık zulme karşı durmalıyız. Mesela Rachel Corrie, Gazze’de Filistinlilere ait evlerin yıkılmaması için buldozerin önüne geçmiş ve aracın paletleri altında hayatını kaybetmişti. Demek ki insanlığını yitirmemiş olan herkesin, zulme karşı durma görevi var. Bu noktada Risale-i Nur talebelerine büyük bir vazife düşüyor. Biz biliyoruz ki Risale-i Nur iman hakikatlerini yaşatmak, yaymak üzere yazılmış eserlerdir. Bizzat Kur’ân’ın tefsiridir. Kur’ân’ın malıdır diyor Üstad Bediüzzaman Said Nursi. Şimdi herkes Risale-i Nur’u ne için okuyor? Biz şahıs takip etmiyoruz, Kur’ân tefsiri okuyoruz değil mi? O halde bu risale Kur’ân tefsiri olduğuna göre, bunları okuyan insanların da, bir Kur’ân ayeti olan, Allah’ın övdüğü ve mücadele mekanı olan, Peygamber Efendimiz’in (asm) gidin sahip çıkın diye emrettiği beldelere sırt dönemeyiz. Mutlaka her bireyin, her mü’minin gündeminde, günlük duasında olması lazım.
Mutlaka Kudüs’e gidin!
İki üç gün önce sempozyumdaydık. Bir kızımız geldi hüngür hüngür ağladı. Zahirine bakacak olursanız, üzerinde İslâmî bir kıyafet yoktu ama ağlıyordu. “Ben Kudüs’ü çok seviyorum, ne olur benden, ailemden oraya selam götürün. Beş vakit namazımda orası için dua ediyorum. Ellerinizi öpebilir miyim?” dedi. Çok şaşırdım. Şuanda bile tüylerim ürperiyor. “Kızım senin bu gözyaşların imanına delalettir” diyebildim. Kudüs için bir şey yapamamanın derdiyle yanıyordu kızın içi. “Ben de yakında gideceğim, göreceğim” dedi. Gidin lütfen Peygamber Efendimizin (asm) emrine itaat edin gidin. Şu anda biz ve okuyucularımız Mescid-i Aksa etrafında toplandık. Rabbimizden umudumuz, ricamız temennimiz duamız odur ki Mescid-i Aksa’nın mübarekliğinden bizlere de göndersin. Bizim de ömrümüzü, vaktimizi, bereketlendirsin. Kalplerimizden, zihinlerimizden işgali kaldırsın. Çünkü zihinlerimiz, kalplerimiz başka şeyler tarafından işgal edilmiş durumda. Gönlümüzde, ruhumuzda ne kadar yer ediyor bu ayetler, hadisler? Ne kadar konuşsak Mescidi Aksa’yı bitiremeyiz. Bir hadisle bitirelim isterseniz, “Kişinin evde kıldığı namazı bir namaza, mahalle mescidinde kıldığı namazı yirmi beş namaza, Cuma namazlarının kılındığı camideki namazı beş yüz namaza, Mescid-i Aksa’da kıldığı namazı beş bin namaza, benim şu mescidimde kıldığı namazı elli bin namaza, Mescid-i Haram’da kıldığı namazı ise yüz bin namaza bedeldir.”diyor Efendimiz (asm). Bunu duyan hanım sahabe “ya gidemezsek” diye telaşlanıyor, “Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin”diyor. Mirasımız Derneği olarak yapmış olduğumuz birçok proje ile Mescid-i Aksa etrafındaki fakir ailelere ulaşıyoruz. Oradaki kardeşlerimizin aylık ihtiyacı, kira hariç 1500 dolar. Küçücük evlerde oturuyorlar. İşgal altındalar, vatandaşlıkları yok. Müslüman kardeşlerimiz için mutlaka Kudüs’e gidin!
Röportaj: Zehra Yalçın