“Hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (asm) olacak.”
Bediüzzaman Said Nursi
Peygamberimizin (asm) doğduğu mübarek şehir; Mekke, nihayet fethedilmiş, İslâmiyet hızla yayılmaya başlamıştı. Peygamberimizin (asm) nâmı her yerde duyulmuş, insanlar akın akın Müslüman olmaya geliyorlardı.
Yine böyle bir gün, bir bedevi Peygamberimizi (asm) ziyaret edip, Müslüman olma gayesiyle geldi. Peygamberimize doğru yaklaştı. Korkusundan tir tir titriyordu. Durumu fark eden Resul-i Ekrem Efendimiz (asm):
“Ne oluyor sana? Kendine gelsene! Ben bir hükümdar değilim. Ben güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşli bir kadının oğluyum.” buyurdu.
Resul-i Ekremin (asm) bu mübarek sözlerine muhatab olan bedevî, rahatladı ve titremesi geçti.