Yanında olana özlem duyar mı insan? Duyar tabi… Özlemek mesafeyle ilgili değil ki… Özlemek muhabbetin tezahürü…
Bir de muhabbet, sevileni uzakta olsa da yakında hissettirir. Hiç eder kilometreleri…
Sen… Hiç gitmemiştin ki… Hep yanımdaydın. Yanımdayken de özledim ben seni… Öyle özledim ki… İsmin geçtiği yerde burnumun direği sızladı. Damlalar doldu gözlerime… Yüreğime ılık bahar yeli esti. Öyle özledim ki ben seni… Gün saydım, ay saydım… Gerçi gitmedin benimleydin… Ama yine de hasretlik çektim.
Akşam alacası anlam kazandı seninle… Bir başka okundu akşamı ezanları… Kandiller semâyı başka aydınlattı… Yıldızlara dost olurcasına. Dizildi inci misal mahyalar ince uzun minareler arasına. Muhabbetle yazıldı “Hoş Geldin Yâ Şehr-i Ramazan”
Dostun gelmesi için illâ gitmesi gerekmez zirâ…
Gel bir sarılalım Ey Ramazan’ım… Oruçlanalım… Yüreğimiz, aklımız, kalbimiz senle doysun, midemiz istirahat haline koyulsun.
Peygamberî bir edep bürüsün bizi… Sahabîce affedelim herkesi. Sadakamız olsun simâmızdan kardeşimizin yüreğine verdiğimiz tebessümlerimiz…
Bir hurmanın tadı yeter de artar dilimizi tatlandırmaya. Kuş sesleri eşlik eder sahurlarımıza. Davul tokmağından çıkan gür sedâ yüreğimize neşe katar. Şevk verir nefisle mücadeledeki cihadımıza.
Heyecanla beklediğimiz iftar topu mazide kalmışsa… Amma Rabbimizin “Buyrunuz” emrini bekleyişteki heyecan, kalbimizi atışını hızlandırır ve “ güm güm” sesleri âdetâ iftar topu kadar çok ses duyurur ruhumuza.
Rehâvetimiz dağılır terâvih namazlarıyla. Ayet âyet dolar içimize Kelâmullah. Hûşûmuza güvercinlerin ‘hû’ ları eşlik eder. Gece aydınlanır, felâha çıkar âlem.
Âlemdeki felâh insana akseder… İnsandaki ise âleme…
Yek vücut hâlinde tesbihattadırlar…
Melekler arza yönelmiş seyirdedirler…
Hâle hâle yayılır ubudiyetteki muhabbet… Arzdan semâya doğru.
Ey semâdan gelen müjde Ramazanım…
Sen iyi ki geldin…
Aslında hiç gitmedin…
Bize sen ne iyi geldin…
Ve yine de…
Hoş safâ geldin…
Ehlen ve sehlen Yâ Şehr-i Ramazan.