Şöhret zâlimedir.
Şöhret bir müstebiddir; sahibine mal eder başkasının malını.
Meşhur Hoca Nasreddin letâifi içinde, zekâtı, yani onda biri, onundur asıl malı.
Rüstem-i Sistanî onun hayal-i şânı gàret etti bir asır mefâhir-i İran’ı.
Gasb ve gàretle şişti o nâmdar hayali, hurâfâta karıştı, attı nev-i insanı.1
Nükteleriyle meşhur olan Nasreddin Hoca, yaşadığı dönemde örnek yaşantısı ve nükteli davranışlarıyla dikkat çekmiştir. Halkın büyük teveccühüne mazhar olduğundan, özellikle vefatından sonra, kendisine ait olmayan çok sayıda nükte kendisine mal edilerek, zamanla efsanevî bir kimliğe büründürülmüştür. Risale-i Nur’da Nasreddin Hoca’ya kendisine ait olmayanların da ona mal edildiği ima edilerek, bu durum karşısında Nasreddin Hoca’nın “Onların zekatını da bana verseler razıyım ve kafidir.” diye cevap verdiği ifade edilmektedir.2
Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkında kesin bilgiler mevcut değildir. Fıkralarından yaşadığı dönemle ilgili bilgiler çıkarabilmekte, fakat bu bilgilerin sıhhati tartışılmaktadır. Çünkü, fıkralarında adı geçen her şahsiyet aynı dönemde yaşamadığı gibi, söz konusu fıkralar da kendisine ait olmayıp sonradan uydurulmuştur. Mesela; Timur’la aralarında geçen diyalogdan söz edilirken, sanki, aynı zamanda yaşamışlar gibi aktarılmaktadır. Oysa ki, Timur’un Anadolu’ya gelip Yıldırım Beyazid’le Ankara Savaşı’nı yapması, Hoca’nın vefatından 120 yıl sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Nasreddin Hoca ile Timur’un bir araya geldikleri nakil doğru değildir. Özellikle kendisine ait olmayan çok sayıda kıssanın kendisine mal edilmesi, şahsiyetinin kaybolmamasına ve adeta efsanevî bir kimliğe büründürülmesine sebep olmuştur.
Nasreddin Hoca, 1208 yılında Eskişehir’e bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde dünyaya geldi. Köyün imamı olan Abdullah Efendi ve aynı köyden olan Sıdıka Hanım’ın oğludur. İlk eğitimine babasından aldığı derslerle başlamıştır. 1237 yılında Akşehir’e yerleşir. Burada Muhammed Hayranî’den tasavvuf dersleri alır. Dinî ilimler alanında eğitimini sürdürerek müderris oldu ve medresede ders vermeye başlar. Yine başka bir rivâyete göre de, eğitimini tamamlayıp icazet aldıktan sonra babasının yerine köyde imamlık yapmaya başlar.
Nasreddin Hoca, hayatı boyunca insanlara doğru yolu göstermeyi, iyiliklere yönlendirip, kötülüklerden sakındırmayı gaye edindi. Hayat hikâyesinden fert ve toplumu çok iyi tanıyıp ona göre hareket ettiği anlaşılmaktadır. Doğru davranışı kazandırmayı ve hizmeti ifa ederken karakteri ve yapısı gereği kendine münhasır bir yol takip etti. Gayenin hasıl olması için insanların rahat anlayabileceği bir dil ve üslup kullandı. Halk arasında ve cemiyette mevcut olan bozuklukların düzelmesi için kısa, öz ve nükteli ifadeler kullandı. Latifeleri hikmet ve ibret dolu olup, birer atasözü gibi bir mahiyeti ihtiva ederler. Kendisine atfedilen edep dışı ve nükteden uzak fıkraların kendisiyle hiçbir alakası olmayıp uydurma sözlerdir.
Nasreddin Hoca ile ilgili yapılan araştırmalar kişiliği ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Bu araştırmalara göre ilim ve edep sahibi bir insan olup, asla sıradan ve basit ifadeler kullanmadığı, edep dışı fıkralar anlatmadığı anlaşılmaktadır. Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih ve erdemli bir kişiliğe sahip olduğu görülmektedir.
Nasreddin Hoca’nın anlam dolu latifeleri önce kendi yakın çevresinde sözlü olarak dilden dile dolaşmaya başladı. Zamanla çok geniş bir alana yayıldı. Buna paralel olarak değişiklikler ve ilavelerle aslında tamamen uzaklaştı. Bu arada kendisine ait olmayan sıradan sözler ve ifadeler kendisine mal edilip anlatılmaya başlandı. Günlük hayat içinde meydana gelen fıkraları belli bir alanda cereyan etti. Hadiseler ev, sokak, mahalle, çarşı, pazar ve camii gibi yerlerde vuku buldu. Hocanın kendisi ile birlikte hanımı, sokak ve mahalle sakinleri ve kadı gibi şahsiyetlerin yanında eşeği de önemli bir yer tuttu ve latifelere konu oldu.
Nasreddin Hoca’nın nüktelerindeki gaye, insanların başından geçen gülünç olayları aktarmaktan ibaret değildi. İlk etapta güldürücü ve basit görünen ancak zarif bir şekilde ince hikmetleri dile getiren ve insanları düşünmeye sevk eden özellikler ön plâna çıkar. Anadolu insanının zeka inceliğini ve nüktedanlığını göz önüne sererken bu arada Cenab-ı Hakkın emir ve yasakları da birer nükte ile aktarıldığı görülmektedir.
Risale-i Nur’da da Nasreddin Hoca’nın ismi zikredilmekte, Lemaat’ta kendisine mal edilen latifelerin onda birinin, yani zekatının asıl malı olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayrıca şöhretin insanın malı olmayanı da kendisine mal ettiği izah edilirken Nasreddin Hoca ile İranlıların medarı iftiharı olan Rüstem-i Zal örnek olarak verilmektedir. İnsanoğlunun karakterinde mevcut olan özelliklerden bir tanesi, asil ve kıymetli göstermek istediği şeyleri, tanınan ve meşhur bir zata dayandırarak, reddedilmesini önlemek ve kıymet görmesini sağlamak ister. Bundan dolayıdır ki, kendilerine olağanüstü şeyler isnat edilen efsanevi şahsiyetler ortaya çıkar. Dilden dile dolaşan sözler zamanla büyür. Bir bakıma gerçek olmayan yalan dolan şeyler birbirini takip ederek adeta basamak olur.
Bediüzzaman, Nasreddin Hoca’nın ismini zikrederken onun latifelerine uygun bir yaklaşımla konuya açıklık getirir. Meşhur Molla Nasreddin Efendiye “Bu garip sözler umumen senin midir?” şeklinde sorulduğu takdirde, bunların hepsini sahiplenmeyeceğini, sadece zekatına bile razı olacağını şu latif sözle aktarır: “Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekatını da bana verseler razıyım ve kafidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiilikten çıkarıp tasannua kalbeder”3 kendisine mal edilenlerin tamamını kabul ettiği takdirde, kendi mahiyetini tabilikten çıkaracağını, olduğundan daha fazla değer verilmesini istemediğini ima etmektedir.
Hocanın yaşadığı yıllar Akşehir’de silah taşıma yasaklanır. Yasaktan sonra kılıç kuşanmış bir şekilde sokakta Hoca ile karşılaşan görevli memur, kılıçla dolaşmasının sebebini ve kılıcının ne işe yaradığını sorar. Hoca kılıcın, medresede kitaplardaki yazı hatalarını düzeltmeye yaradığı cevabını verir. Bunun üzerine memur alaylı bir şekilde, bu iş için küçük bir çakının bile yeteceğini ima ederek “Bu biraz büyük değil mi?” diye sorunca, Hoca “Efendi, sen ne diyorsun? Bazen öyle büyük hatalar oluyor ki, bu bile küçük kalır” şeklinde karşılık verir.
Nasreddin Hoca 1284 yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Vefatından sonra şöhreti ülke sınırlarını da aşarak dünyanın dört bir yanına yayıldı. Değişik müze ve kütüphanelerde bulunan bazı yazmaların kendisine ait olup olmadığı kesin değildir. Türbesi ise Akşehir’de olup her yıl adına şenlik düzenlenmektedir.
Dipnot:
1. Bediüzzaman Said Nursî-Sözler
2-3. Age
Kaynak: Portreler/ Yeni Asya Neşriyat