Osmanlı ve dünya tarihinin ender şahsiyetlerinden biridir, Kànunî Sultan Süleyman. Onun Leh asıllı hanımı ve bir sonraki padişahın (Sultan II. Selim) annesi olan Hürrem Sultan da bir cihetiyle öyledir.
Osmanlı’da “saltanatta kalma rekoru”nun da sahibi olan Sultan Süleyman, babası Yavuz Selim’in valiliği esnasında 1494 senesinde Trabzon’da doğdu.
Çok iyi bir eğitim gördü. Manisa’ya vali oldu. Babasının vefatı üzerine İstanbul’a geldi ve 30 Eylül 1520’de devletin başına geçti.
Kànunî, kesintisiz 46 yıl müddetle saltanat sürdü. Bu yönüyle birincidir. Osmanlı mülkünü iki misline çıkarma başarısı, onun bir başka özelliği.
Yarım asra yaklaşan saltanatı süresince, bilfiil ordunun başında olarak, Doğu’dan Batı’ya pek çok sefere çıktı. Yekûnu itibariyle, hayatının yaklaşık on senesini seferlerde geçirdi. Öyle ki, son nefesini dahi Macaristan Seferinde, Zigetvar Kalesinin fethi esnasında, yani top-tüfek sesleri arasında verdi. (6/7 Eylül 1566)
İşte, onun bu olağanüstü derecedeki “sefer ve zafer aşkı”nı küçümsemek ve gölgelemek maksadıyla olacak, kimi roman, hikâye, senaryo yazarı, yahut film yönetmeni, tutup onu adeta “Saray ve harem düşkünü” zayıf iradeli bir şahsiyetmiş gibi tanıtmaya, anlatmaya, göstermeye çalışıyor.
Diğer bazı padişahlar için de aynen yapılan ve tarihî hakikatlerle hiçbir şekilde örtüşmeyen bu tür saptırma, karartma, karalama ve yanıltmalara katiyen itibar edilmemeli.
O mümtaz hanedanın mensupları, bazı film ve dizilerde lanse edildiği gibi, ekseriyet itibariyle hâşâ ki öyle “kadın ve şehvet düşkünü” kimseler olsaydı, dünyanın en uzun ömürlü devletini kurmaya ve bunu altı asır idame ettirmeye muvaffak olamazlardı. Allah muvaffak ettirmezdi.
Unutmayalım, istisnalar kàideyi bozmaz. Keza, burada yazdıklarımızdan “monarşik sistem” savunması çıkmaz.
Hürrem Sultan
Yavuz Sultan Selim’in oğlu olan Kànuni Sultan Süleyman’ın hayatında mühim bir yer tutan ve son derece etkili roller oynayan iki tarihî şahsiyet daha var: Yabancı asıllı Hürrem Sultan ve oğlu, aynı anda halefi Sultan II. Selim Hân.
Tıpkı Kànunî Sultan gibi, maalesef eşi Hürrem Sultan da çok yanlış tanıtılmışlardır. Hürrem kadın, aynı zamanda Haseki Sultandır. Haseki, şehzâde annesi kıdemli hatun demektir. Rivâyete göre, Ukrayna ya da Polonya (Leh) asıllı olan Hürrem Sultan, henüz 20 yaşında bir genç kız iken, Tatar akıncıları tarafından yakalanıp Kırım Hanlığına teslim edilir. Oradan da Osmanlı Sarayına gönderilir. 1531’de Padişah ile evlendirilir.
Kànunî’nin Hürrem Hatundan biri kız toplam beş çocuğu olur. Ancak, Sarı Selim hariç, hepsi de erken yaşta vefat eder. Kendisinden sonra hayatta kalan tek oğlu Şehzâde Selim’di. Haliyle, yerine de o geçecekti.
Kocasından sekiz sene kadar evvel vefat eden Hürrem Sultan ise, pek ihtiraslı ve aykırı birtakım duygulara sahip olduğu rivâyet edilmekle beraber, bazı filmlerde veya modern tablolarda abartılarak tasvir edildiği gibi, yakası-bağrı açık tahrikkâr bir kadın asla değildir.
Onu ve sarayın diğer kadınlarını herkesin yanında açık-saçık şekilde gezinen, transparan kıyafetler içinde ortalıkta dolaşan fettan tipler şeklinde göstermek, hem onlara çirkin bir iftira, hem Osmanlı Harem’ini haksız yere karalamak, hatta İslâm Halifesi de olan Padişaha çok ağır bir hakarettir.
Nitekim, sayısız hayır eseriyle Osmanlı mülkünü baştan başa mâmur eden Sultan Süleyman gibi, onun gözde hanımı Hürrem Sultan da aynı maksatla büyük gayret sarf etmiştir.
Misâlen, Mimar Sinan’a yaptırılan Hasekî Külliyesi (1538-50), Hasekî Hürrem Sultan’ın hayratıdır. Külliyenin içinde, bugün de hizmet veren bir hamam ve medresenin yanı sıra, Kurân ilimleri-hafızlık eğitimi merkezi ile ayrıca çok üniteli Hasekî Eğitim ve Araştırma Hastanesi yer almaktadır.
Sultan II. Selim
Tıpkı babası Sultan Süleyman gibi, onun yerine geçen oğlu Sultan II. Selim’in cülûs, yani tahta geçme günü de 30 Eylül’e tevâfuk ediyor. Tabiî, arada 46 yıllık bir süre var. Baba sultan, 30 Eylül 1520’de, oğul sultan ise 30 Eylül 1566’da tahta oturdu.
Sultan II. Selim’in halk arasındaki bir ismi de “Sarı Selim”dir. Babadan ziyade anneye çekmiştir. Ayrıca, ordunun başında herhangi bir sefere iştirak etmemekle beraber, 1571’deki Kıbrıs’ın fethi ile yapımı Mart 1575’te tamamlanan Edirne’deki meşhûr Selimiye Camii’nin inşası onun devrinde gerçekleşmiştir.