Eşi ile birlikte kaleme aldıkları, Mutlu Aile Modeli kitabıyla Eğitimci Yazar Yasemin Yaşar Hanımefendi ile aile ilişkilerine dair bir röportaj gerçekleştirdik.
Aile kurumu ahir zaman fırtınalarında çok ağır yaralandı. Bu konu üzerinde müşahedeleriniz, tespitleriniz ve çözüm yolları var kitabınızda. Bu noktada çok önemli ve okunması gereken bir eser diye düşünüyorum.
Aile hakikaten çok yara almış ve bugün devletlerin, ülkemizin çok ciddi politikalar geliştirmesi gereken bir kurum. Çünkü güçlü toplum ancak güçlü ailelerden oluşur. Güçlü aileleri oluşturmak için de güçlü bireylere ihtiyaç vardır. Bu noktada kitabımızı ve aile için sarf edilen her türlü düşünceyi çok önemsiyorum, kıymetli olduğunu düşünüyorum. Aile toplumun bel kemiği. Bir insanın yetiştiği, belki de hayata dair, adam olma antrenmanlarının yapıldığı bir yer. Aile insanın temel ihtiyaçlarının, en önemlisi sevgi, ilgi gibi ihtiyaçlarının karşılandığı bir merkez. Kitabımızın adını “Mutlu Aile Modeli” koyduk. Şöyle bir Asr-ı Saadete gidip, Peygamber Efendimiz’in (asm) ailesine baktığımız zaman, aslında mutlu aile modelinin Müslüman aile modeli olduğunu, müşahede ettik. O yüzden belki de şöyle durup düşünmek lazım. Aile yapısı nasıl bozuldu? Kendi ailemiz içerisinde, eşimizden, çocuklarımızdan acaba ne tür sinyaller geliyor? Bu sinyalleri nasıl değerlendirebiliyoruz? Veya kendi olma yolculuğumuzu, bir aile olacak ken veya adım atarken ne kadar tamamlayabildik?
Bir hanım olarak eşsiniz, annesiniz, çalışıyorsunuz, yazarsınız. Hanımlara yol göstermesi, hüsnü misal olması açısından, işin sırrını sormak isterim.
Seminerlerimde de kardeşler, arkadaşlar hep bunu soruyorlar. Hepsine nasıl vakit ayırabiliyorsunuz? Ben kendi hayatıma baktığımda, her şeyin başında bir düzen ve plân olduğunu düşünüyorum. Okuduğum, bitirdiğim kitapları, yazdığım yazıları, sabah namazlarından sonra, yani o bereketli, verimli saatleri değerlendirmenin bir sırrı olarak algılıyorum. Bunun yanı sıra bu benim tek başıma yapabileceğim bir şey değil. Çocuklarınızın ve tabiî ki eşinizin size bu noktadaki yardımı çok önemli. Birçok problemin üstesinden gelmeyi kolaylaştıracak bir şey diye düşünüyorum. Bu işin sırrını zaman tanzimi, plânlı çalışma ve evdeki diğer fertlerin size yardımcı olması diye özetleyebilirim.
Kitabınız on bölümden oluşuyor ve oldukça zengin bir muhtevaya sahip. Biraz bu serencamdan bahseder misiniz?
Bu insanın kendini keşif yolculuğuyla başlayan bir süreç aslında. Önce kendi ailemizi masaya yatırma ihtiyacından hasıl oldu. Çünkü üç tane kız çocuğumuz var. Onlar büyüyorlar ve öyle bir ortamda büyüyorlar ki hani Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “Günahların dört bir taraftan hücum ettiği” bir ortam. Siz de çocuklarınızı cam bir fanus içerisinde büyütemiyorsunuz. Sosyal bir hayatınız var. Dolayısıyla böyle bir süreç içerisinde yıpranmaların veya problemlerin olması muhakkak. Eşim de ben de ailelerimizden öğrendiğimiz, geleneklerin bize biçtiği bazı rollerle, bilgilerle, bu evliliği yürütmeye çalışırken, baktık ki bu zinciri kıracak bazı şeyler lazım. O biçilen rolleri, aile içi iletişimi yeniden bir ele almak ve Risale-i Nur gibi hakikatlerin aile içerisinde nasıl yaşanılabileceğine dair formüller geliştirme gerekliliğini hissettik. Bu kitabın, bizim için en önemli neticesi kendi ailemize dönük, birçok yanlışı veya artı taraflarımızı bulmamızı sağladı. Burada okuyucularımıza tavsiye edebileceğim bir nokta var, ailede istişare kavramı. Biz istişare eden bir aileyiz. Akşam kızlarımızla oturduğumuz zaman, onların hayata bakışı, gördükleri veya problem olarak getirdikleri şeyleri, birebir onlardan alabiliyorum. Eşimle onları dinledikten sonra okuduğum eserlerle veya sünnet-i seniyye ışığında bunu nasıl tedavi edebilirim veya bu soruya nasıl cevap verebilirimin derdine düştük. Neticesinde de bu kitap ortaya çıktı. Ve dediğim gibi en güzel neticesi de kendi ailemizdeki bir takım problemlerin çözümüne hizmet etmesi oldu.
Kızlarınızdan bahsetmişken çocuk eğitimi hassaten kız çocuklarının eğitimi noktasında neler söylemek istersiniz?
Kız çocuğu nezaketin, zarafetin sembolüdür. Toplumsal algımızda da bu vardır ve doğrudur. Fakat bazen bu ölçüleri kaçırdığımız durumlar olabiliyor. Evet, nezaketli, zarif, görgülü bir kız evladı yetiştireceğiz ama bunu yaparken kız çocuklarının şahsiyetini geri plâna atmayacağız. Kendisini savunmaktan, şahsiyetini gerçekleştirmekten, karakterini oturtmaktan, hakkını, hukukunu savunmaktan aciz bireyler de yetiştirmemek gerekiyor. Kız çocukları hem bir çiçek kadar nazik ve nezafetli, hem bir polat kadar sağlam ve şahsiyetli bireyler olması gerektiğini düşünenlerdenim. Naçizane bir şey daha demek istiyorum. Etrafımdaki arkadaşlarıma, kendi aileme baktığım zaman şunu görüyorum; akıllı bir bey eğer eşinin iyi bir çocuk, hayırlı bir evlat yetiştirmesini istiyorsa onu mutlu etmeli. Kadın eğer evin içerisinde eşiyle güç mücadelesi ne girerse, birçok noktada evine, çocuğuna yetişecek olan enerjiyi buraya sarf etmiş olacak. Bu da kadında yıpranmalara sebebiyet verecektir. Yıpranan bir kadın da iyi çocuklar yetiştiremeyecektir. Beylere gönderme yapıyoruz gibi oldu ama hakikaten bir bey mutlu olmak istiyorsa ve mutlu, iyi, hayırlı çocuklar yetiştirmek istiyorsa, ilk önce eşinin mutlu olması lazım.
Mesleğiniz itibariyle de üniversite gençliğiyle de iç içesiniz. Gördüğünüz problemler ve anne babalara tavsiyeleriniz neler olabilir?
Biz burada ailesinden kopup gelen öğrencilerle muhatap oluyorsunuz. Her genç, bir aileye açılan pencere gibi. O öğrenci profilinin arkasında, nasıl bir aile profilinin olduğunu, nasıl bir ailede yetiştiğini görmeniz mümkün olabiliyor. Yazar Daniel Goleman’in ‘’Duygusal Zeka’’ adlı kitabında bir tespiti var. Benim çok da hoşuma giden bir tespit. Diyor ki “Bu zamanda insanların iki şeye ihtiyacı var. Birisi kendine hakim olma süreci. Yani kendine hakim olmayı öğrenmesi. İkincisi de başkalarına şefkat etmeyi öğrenmesi.” Bu iki, önemli dinamik çocuklara küçük yaşta kazandırılırsa, üniversiteye geldiği zaman, çocukların kimlik bunalımları, ahlâkî problemler, kendini gerçekleştirememe, karakter ve şahsiyetinde ciddi kusurların olmayacağını düşünüyorum. Bediüzzaman Hazretleri “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş.” diyor. Dolayısıyla küçük dediğimiz, belki de bizim hiç önemsemediğimiz, anlamaz dediğimiz o çok kıymettar yaşlarda, anne babaların, çocuklara irade eğitimini, kulluk bilincini, duygularını nasıl doğru kullanabileceğine dair eğitimleri vermesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü üniversiteye geldiği zaman, bu noktada birçok eğitim için geç kalındığını görüyorsunuz. Biz eğitimciler olarak yapabileceğimiz kadarını yapmaya çalışıyoruz. Ama enaniyetin artık hakikaten çok yükseldiği, doruğa çıktığı bir asırdayız. Tabiri caizse kimse burnundan kıl aldırmıyor. Siz öğrencinize bir telkinle, doğru bir davranışı söylemek üzere yaklaştığınız zaman, söylediğiniz şeyler kabul görmüyor. Hatta buna direnç uygulanıyor ya da çok daha farklı yanlış anlaşılmalara sebebiyet verecek kadar ileri gidiliyor. Böyle karışık bir ortamdayız. Ama biz tabiî ki Risale-i Nur’dan aldığımız terbiye gereği, neme lazım demeden, ulaşabildiğimiz, yapabildiğimiz kadar gençlere ulaşmaya çalışıyoruz. Ümitsiz değiliz. Çünkü çok kaliteli gençler de var. O yüzden hizmet-i imaniye daha küçük yaştan başlamalı.
Çok keyifli bir sohbet oldu. Okuyucularımızı, konuştuklarımızın daha fazlası için kitabınıza havale edelim ve sizden son cümlelerinizi alalım.
Ben şu kıssayı çok seviyorum. Anlatmak istediğimiz birçok noktayı özetler biçimde. Özellikle Osmanlı döneminde zamanın padişahları, idarecileri toplumdaki güzellikleri artırmak için, her şeyden önce raiyetleri altındakileri iyi yönetmeye çalışırlardı. Raiyetleri altındakileri iyi yönetebilmek için, ailelerini iyi yönetmeye çalışırlardı. Ailelerini iyi yönetebilmek için de kendilerini mükemmelleştirmek için uğraşırlardı. Ve bu mükemmelleştirme yolculuğunda da en önemli yaptıkları şey de iradelerini güçlendirmekti. Konunun başında da mutlu aileye giden, mutlu topluma giden süreç kişinin kendisinden, iç dünyasında başlayan bir süreçtir demiştik. Bediüzzaman Hazretlerinin Meyve Risalesi’nde belirttiği gibi en önemli ve en büyük vazife, ilk daireden başlayan bir yolculuktur. O yüzden inşallah bu kıymettar eserleri hayatımızda uygulamaya başladıkça, bizim yanlışlarımız bir sonraki nesle yanlış olarak geçmeyecek ve bu zincir inşallah kırılacaktır. Benim çok ehemmiyet verdiğim bir şey var. Kızlarıma da bunu söylüyorum. Risale-i Nur’u okurken, okunan meseleleri hayatın hangi alanında, nasıl bir uygulama ile formülize edebileceğimize dair bir göz ve kulakla okumak lazım. O yüzden ben, Bediüzzaman Hazretleri’nin İhlas ve Uhuvvet Risalesi’ndeki düsturların hayatın her alanında ve özellikle de aile içerisinde kullanılabilecek çok kıymettar düsturlar olduğunu düşünüyorum. Bu eserlere bir de bu gözle bakmak lazım.
*Röportaj: Büşran Nur Yıldız