Koca bir evi “annemsiz” temizlemek durumunda kalınca, 25 yıl boyunca annemin kulaklarımda çınlayan sesi bir kez daha hatırıma gelmişti: “Ne demek istediğimi evlenince anlayacaksın!”
Evet evliliğimin ilk aylarında bu sözü ziyadesiyle kavramış, gerçeklerle yüzleşmiştim. 25 yıldır her durumda haklı çıkan annem, bir kez daha haklı çıkmıştı. Kabul ediyorum ki sistem annemin haklı çıkması üzerine kurulmuştu.
Bu kez kendi küçük odamı değil, kendi küçük evimi temizliyordum. Lise yıllarımda etrafa savurduğum eşyalarım, kararsızlıktan giyip çıkardığım kıyafetlerim ve bozduğum ütülü giysiler, tatlı bir anı olarak geçiyordu hatırımdan. (Yazımı evlilik kararı alma aşamasında olan arkadaşların gözü korkmasın diye tedbirli bir şekilde yazdığımı belirtmeden geçemeyeceğim.) Acısıyla tatlısıyla geçen 25 yıllık hayat şimdi farklı bir notadan gidiyordu. Tatlı bir nota… Dininin yarısını tamamlamakla müjdelenen bu nota; sorumluluklar iyi yönetildiğinde ve hareketten doğan bereket idrak edildiğinde, o kadar da zorlu olmuyordu. Biriken ütülerden kurtulmanın tek yolunun ‘ütü biriktirmemek’ olduğunu kavradığımda 4 aylık evli idim. Birlikten doğan gücün ne kadar etkili olduğunu kavradığımızda ise evliliğimizin 6. ayına girmiştik. Elektrik süpürgesinin ne kadar ağır olduğunu fark eden eşim, çift manadan ağır olan bu görevi üstlenerek kendisine cennetten bir müjde garantilemiş olmalıydı.
Bulaşık makinesi gibi çok fonksiyonlu bir cihazı da ancak çok fonksiyonlu arabalara aşina olan eşim kullanabilirdi, evet bunda da hem fikir olmuştuk. Hayat eşim için de “araba yıkamak ve bulaşık yıkamak arasındaki farkı idrak ettiğinde” başlamıştı, böyle diyordu kendisi. Kalabalık misafirlerin ardından giriştiğimiz bulaşık yıkama ve makine yerleştirme işini, 4 elle yaptığımızda 38 dakika, iki elle yaptığımızda ise 125 dakika sürmüştü. Matematikçileri şaşırtan bu denklemi evliliğimizde “birlikten doğan güç” olarak formüle etmiştik. 25 yıllık matematik bilgimizi sıfırlamıştık ve yeni formüller yazarak yola tebessümle devam etmeye çalışıyorduk.
Panikleyip, bütün işlerin altında ezilerek mutsuz bir hayat yaşayacağıma (yaşatacağıma) sorunlarıma konuşarak çözüm bulmuş ve feraha ermiştik. Konuşarak anlaşma üzerine programlanmış insan türünün bir parçası olarak sistemimizde yüklü olan yazılımları en iyi şekilde kullanmaya çalışıyorduk. Sisteminde yüklü olan yazılımları, kılavuza uygun kullanamayan insanların yaşadıklarına da evlenmeden önce yapmış olduğum “evliliğe hazırlık” okumalarında sıklıkla denk gelmiştim. Okumaların ortak çıkarımı ve ikazı ise: “evliliğin ilk aylarının İkinci Dünya Savaşından farksız geçtiği ve egemenlik mücadeleleriyle bu güzel zamanlara atom bombası etkisinde bir kin bulaştırıldığı” idi.
Atom bombası mı?
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “dinin yarısını tamamlamakla müjdelenen” bu tatlı evlilik notası nasıl olur da İkinci Dünya Savaşı gibi kanlı bir harple tanımlanabilirdi? Bu tanımların içine “atom bombası etkisi” ifadesi ne sebeple eklenebilirdi? Herkesin malumudur ki 1945 yılında Nagasaki’ye atılan atom bombası, 70 binden fazla kişinin hayatına mâl olmuştu. (Atom bombası literatürde ise şu tanımla yer alıyor: Atom bombası tahrip edici gücünü nükleer reaksiyon, füzyon ya da termonükleer sayesinde gerçekleştiren patlayıcı bir tür nükleer bomba çeşididir. Atom bombası bir kenti ateş ve radyasyon ile tamamen yok edebilir) Dönelim meselemizin özüne; 70 Bin insanın hayatına mâl olabilecek etkideki bu bombanın evlilikteki karşılığı ne olabilirdi? Bu sorunun cevabını geçiştirmeden ve sabırla bulmam gerektiğini fark etmiştim, zira ben bombalardan çok korkardım! Bunun evlilik içindeki halini nokta kadar da olsa tecrübe etmek istemiyordum. En iyi cevap bulma yöntemim olan “tecrübe danışma” yöntemimi devreye sokmuş ve telefon görüşmelerime başlamıştım. Buyurun yaşanan konuşmalara bir göz atalım:
Ben: “Merhaba hala. Ailemizde evliliği en mutlu giden kişilerden birisi sen olduğun için ilk olarak seni arıyorum. Bir sorum var: Evliliğin içerinde ‘atom bombası etkisinde’ ifadesiyle tanımlanan ve çiftlerde yer alan bu haslet sence nedir?”
Halam: “İlk aklıma gelen şey ‘bencillik’ ve ‘inat’ oldu. 50 yaşıma kadar gördüğüm şey benlik hissini ve inadını iyi yönetemeyen insanların evliliklerindeki hasar oldu.”
Aldığım cevap oldukça düşündürücü idi… Haklılık payını ise tartışmaya gerek bile yok sanıyorum. Şimdi arayacağım kişi ise yakın zamanda bir boşanma gerçekleştirmiş arkadaşım X olacaktı. Onu üzmeden ve hassasiyetle sormaya çalıştığım soruma şu cevabı aldım;
X: Evlilikte ben hep haklı çıkmaya çalıştım. Karşımdaki kişi de aynı tutumdaydı. Ve bu haklı çıkma talebinde sonuna kadar ısrarcıydı. Buralardan başlayan küçük tartışmalar dev oluyordu ve bizi kırıp geçiyordu. Sonucu da bildiğin gibi oldu.
Hakikat güneş gibi parlak
İki telefon konuşması doğru cevabı bulmama yetmişti. Yaşam kısa, soru çok ve zaman dardı. Hakikat ise “güneş gibi parlaktı.” Anket şirketleriyle yarışmaya da hiç niyetim yoktu. 2 soru ve 2 cevap bu durumun analizi için oldukça yeterliydi. Bir sonraki ayda, bir sonraki yazıda görüşmek temennisiyle. Huzur, sıhhat ve hürriyet her daim sizlerle olsun. Vesselam…