Hayat yolu inişli-çıkışlı, güllü-dikenli. Gün olur sisli-bulutlu, gün olur şenlik-bayram. Mutluluğun tasviri kolay da, yolumuz düşer de hüzne-acıya, kedere-gama öyle âsân değil muhakkak. İktidar ve kifayetsizliğiyle kalem kalbin tercümanı olamazken, boğazına takılı kalıvermekten ötesine geçemez oluyor kelimeler. Bazı olur ki yüreğe bir hançer inmişçesine yaralanır için. Beklenmedik, umulmadık, akla gelmedik bir durum, bir olay onu paramparça etmeye yeter fazlasıyla. Her şey durur, hayat durur, nefes durur. Nefisler susar azgınlıklarını teslim edip ezeli hükme. Sırf yangın, sırf od, sırf mânâ konuşur, herkes susar her şey susar…
Yanar bir anne, günlerden acıyı giymişse! Yüreği feryat figan, dili lâl, göz pınarları sel olur. Donuk fotoğraf karelerinin duraksatılmış ebter tesellisi yeter mi gönlünü avutmaya, aklını tenvîm etmeye, uyutmaya? Yavrusundan ayrılığa hangi kavuşma merhem olur?
Bir anne gördüm. Kimi “mecnun” diyordu, kimi “zavallı” ona. Ona bakıp yüreğine doldurduğu imanını kendi ayinemde yoklayıp bulmaya çabaladım. İçim sızladı, içim burkuldu nafile, naçar kalışıma. Yüreğindeki imanın rengini, gücünü, nurunu gördüm kaderden gelene razı oluşunda…
Bir anne gördüm. Kimi “yazık” diyordu, kimi “zavallı” ona. Acısını vasfedip, acısıyla kederlenip, musibette ortak olurken, vakûrane duruşuna anlam arayarak! Asıl acınacak durumda olanlar kendi hallerine üzülmesi gerekmişken, acıyordu(?) ona. Kimi çaresizliğine verip veriştiriyordu, kimi daha da lüzumsuz sözler söylüyordu.
Gelecek adına onun için tasvirler yapıp, bundan sonraki hayatına yön vermeye çabalayıp, yol gösterenler çoktu. Zindan karasına meyletmiş, küfrü bürünmüş, kaleleri yıkılı iman ateşleri söndü söneceklerin avunmaya meyilli tavsiyeleri, nasihatleri, akıl verişleri… Nafileydi hâlbuki. Zira kulakları sağır, gözleri kör olmuşların hiçbir faydası olamazdı.
Rahmetin kucağına atmışken şefkat timsali annenin teslimiyeti kendisini, küçücük bir çocuk misali… Uçsuz bucaksız bir teselliyi bulmuştu.
Bir anne gördüm. “Cennet meleğim” diyordu yavrusuna, daha da susuyordu. Gökyüzünde medhiyeler yazılıyordu o sustukça ondan yana.
Bir anne gördüm, sabrı Eyyüb (as) sabrının tadında. Teslimiyeti, imandan gelen tevekkülü sarmış sırtına. Bir anne gördüm ömrünü omuzlamış, gelecek günlerini dünyada tadabileceği en büyük acıyla geçirmeye namzet olan. En büyük kalp ağrısını yaşıyorken demir gülleler takılıyordu boğazına. En sıcağıydı yüreğinde bugüne dek yanan ateşlerin. Ağzı kekremsi, zehir…
Cennetin kapıları sonsuza kadar aralanır böylesi şefkat tacını giyinen, sabırlı, tevekküllü anaların yüreklerinde. Şefkatin en yücesini, en yüce şefkat Sahibinden öğreniyorken… Şefkatin tek pırıltısı böyle ise, ya asıl sonsuz şefkat nasıldır? Daha da öğrenecek ömrünün geri kalanında! Küçücük bir damla halinden kabına sığamaz bir okyanusa dönmüşken. O öğrenecekti, ondan öğrenilecek ise çok şey vardı!
“İmânla insanın kalbinde öyle bir kuvve-i mâneviye husûle gelir ki, insan o kuvvet ile her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir!”1
Dipnot: 1. Risale-i Nur Külliyatı/ İşarat-ül İ’caz