Bir insan olarak dünyaya gönderilişiyle yaratılmışların en kemaline namzet olsa da ruhu, bir-sıfır yenik olarak hayata başlamış olmak mıydı eksiği? Hilkaten zaîf ve nazik olmasına karşılık; umutsuz, ölgün ve de isteksiz bir bakışla mecburen(!) sahiplenilen.
Yazık ki aldığı emaneti, rahmet olarak gönderilen hediyeyi daha baştan beğenmemiş olmakla, “ne kadar da bahtsız!” olduğuna eseflenerek sahibinin başını öne eğdiren… Zulmeti giymiş yüreklerde kaldırılamayan ağır bir yük misali. Karanlığa alışık bünyelerde sadece riyayla karışık bir sevgi miydi bulup-bulabildiği?
Ömrü boyunca etrafında ona sahip çıkan kim varsa, sırf erkek ya da kadın olmakla insansa… Maalesef bebekliğinden itibaren cahiliye kokan bir ayrımcılığa maruz kalacak. Karnının doyurulmasından, sırtına giydiği elbiseye, duyduğu kelimelerden, biriktirdiği anılara kadar her şeyde son sırada olacak. ‘Soyumuzu devam ettirecek?’ olan karındaşları yanında ise gün gelip de ‘ellere verilecek!’ boşuna bir çaba olarak batacak maneviyatta kör gözlere.
Daima zayıflığını fırsat bilip incitilecek. Yahut da varlığının ve mahiyetinin gerçekte ne kadar değerli ve nadide olduğunu hiç derk edemeyecek kendisi bile. Birkaç senelik sadece fani, sırf sûri ve geçici güzelliğine bina edilecek ona sunulan sevgiler. Yazık! Kendisi kalplerin en latifine, en şefikine sahipken üstelik. Yaşadığı tüm sevgileri, sevenleri surî ve zahiri kalmaktan öteye geçemezken nasıl korunacak, nasıl muhafaza edilecek incitilmeden? Ahir zamanın ruhsuz çarkında ezilecek ruhu acımadan. Kimi reklam malzemesi, kimi şiddet mağduru… İffetiyle, kötü ahlâktan ve çirkin arızalardan hâli olursa ne âlâ…
Yeryüzünde yıllardır yaşanıp bitmiş, izi tozu kaybolup gitmiş kimisinin. Kimi daha doğar doğmaz tanımış zulmetin rengini, kimi çocukken. Kimi bacı olmuş, kimi yâr olmuş, kimi ana olmuş. Kendileri gibi hikâyeleri de sayısız. Dünya durdukça daha da yaşanacak üstelik. Ne kadar ibretlik ve de acıklı olsa da yaşadıkları, karşılaştıkları, maruz kaldıkları, omuzlarına yüklenenle altında ezildikleri…
Her biri türlü türlü olsa da hepsinin ‘kadın olarak yaratılmak’ ortak paydaları olmuş. Asıl kahraman olmayı hak ettikleri halde kimisi layık olduğu sevgiyi, saygıyı, merhameti rüyasında bile görememiş. Kimisine şiddetin her türlüsü reva görülmüş. Şefkat cihetiyle bu kahramanlığına ne bir ücret ve karşılık beklemeden, ne de bir gösteriş malzemesi yapmadan canını bile feda etmiş kimisi, gözünü bile kırpmadan. Acımadan, merhametsiz hoyrat ellerde ezilmiş o şefkat madenleri. “O kadınlar o yüksek Cennet’e lâyıktırlar ve aynı zamanda Cennet derecelerinin yüksekliği nisbetinde onların hüsünleri de yükseliyor.”1 beşaretiyle ferahlanmak en büyük tesellimiz olsa gerek.
Şüphesiz fıtraten nazik ve nazenin, sırf kadın olarak yaratılmakla, yaratılıştan şefkat sahibi olmakla ya da evlat dünyaya getirmek, o yavruyu besleyip, bakıp, yetiştirmekle, hayatın türlü zorluklarıyla baş etmeye karşılık, zayıf ve aciz olmakla… Tüm bunlar Rabbimizin önünde değerli olmaya yeterli mi?
Kâinatta insan, Rabbimizin önünde kul, kalabalıklar içinde kadın, eşine eş, evlatlarına ana, anne- babasına kız evlat, kardeş… Kendisiyle bütünleşen sıfatı her ne olursa olsun, o aciz, o nazik o latif fıtratına en uygun, en elzem, en layık olanı o sıfatı iman ile bütünleştirmektir. Kendisine emanet verilen kadınlığa mahsus latifeleri, kabiliyetleri, zerafeti, varlığını… “Kur’ân merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta’ hükmüne geçmesinler.”2
Hani bir emanetti ya Rabbinin katından sana verilen. O emaneti incitmeden koruyup kollayabildin mi Cehennem ateşinden?
Dipnotlar: 1. Bediüzzaman Said Nursî, İşarat-ül İ’caz 2. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler