Sanayi Devrimi ve kadın
Batı medeniyetinde aile sisteminin bozulması, 19. yy sonları, 20. yy başlarında Avrupa’nın sanayileşmesi ile başlamıştır. Aile fertlerinin bir arada yardımlaşarak çalışması ve el tezgâhlarında üretim yapması, fabrikaların açılmasıyla zamanla değerini kaybetmiştir ve maddî sıkıntı yaşayan kadınlar, fabrikalara yönelmek zorunda kalmıştır. Aynı zamanda fabrikaların çoğalması ile artan iş gücü ihtiyacı kadınların bu yönelimine kuvvet vermiştir.
Kapitalist düzen, kadını ev ve iş arasında ikiye bölerek ailenin temellerine ciddi bir darbe vurmuştur. Kadınlar hem ev, hem iş yerlerinde mesai yapmak zorunda kalırken, erkekler eve ayırdıkları vakti en aza indirmek zorunda kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda erkeklerin cepheye gitmesiyle, sanayi sektöründeki istihdam açığı kadınlar ile kapatılmıştır. Çok az bir ücret mukabilinde yuvalarından çıkartılmış olan kadınlar, savaş sonrası ortaya çıkan maddî ihtiyacı karşılamak için yuvalarına dönememiştir. İşverenlerin, kadınları “ucuz işgücü” görmesinin neticesinde kadınların çalışmasına yönelik ciddi teşvikler başlamıştır. Sendikaların da kadın haklarını savunmasıyla beraber, iş hayatında kadına kalıcı bir yer hazırlanmasının ilk adımları atılmıştır.
Kadınlar her ne kadar kendi ayakları üzerinde durmaya başlamış gibi gözükseler de, o zamanın ileri gelenleri tarafından ahlâkî bir çöküntü içinde oldukları dile getirilmiştir. Bunun yanında o dönemde bilhassa pamuk eğirmeciliği yapan kadınların çocuklarının % 39’unun ölü doğduğu ve doğanların da yalnızca % 50’sinin beş yaşına gelebildiği rapor edilmiştir. Yani bu kadınlar çok cüz’i ücretler mukabilinde fıtratlarından ödün vermiştir.
Kadının kendisine sosyal hayatta işçi olarak yer bulması, zaman içinde kadına has çalışma şartlarının oluşmasının önünü açmıştır. İşyerleri feminize olmuş, kadın çalışanlara erkeklerden daha esnek çalışma şartları sunulmuştur. Bu durum zamanla maddî sıkıntı ve geçim derdi yüzünden hizmet sektöründe bulunan kadınların, kariyer için orada bulunup, çocuk bakmayı reddederek kendilerini fıtratlarında bulunmayan cinsten bir güçte göstermeye çalışmalarını da netice vermiştir.
20. yy’a gelindiğinde kadın işçilerin çalışma ortamı radikal bir şekilde değişime uğramıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, kadınlar kitlesel olarak çalışma hayatına atılmıştır. Kapitalist sistemi benimsemiş, neredeyse bütün büyük Avrupa ülkeleri cephedeki erkeklerin yokluğunu kadınlarla doldurmayı tercih etmiştir. Buna en güzel örnek Almanya’da da savaş sırasında kadın işçi sayısı % 230 artmış olmasıdır. Hatta 20’li ve 30’lu yıllarda işsizlik oranı çok düşük olduğundan, hükümetler kendi çıkarları doğrultusunda kadınları çalışmaktan vazgeçirene kadar, kadınlar evlerine dönmek istemediler. İkinci Dünya Savaşı sonrası, kadınlar sürekli işgücünün bir parçası haline geldiler. Fıtratlarında bulunan vazifeleri yerine getir(e)meyen günümüz kadını da özgürlükçü ve eşitlikçi sıfatlar altında, türlü hatalara düşmeye devam etmektedir. Ancak asrın tefsiri Risale-i Nur, çağdaş kadının bu sorununa da en mükemmel şekilde çözüm yollarını sunuyor.
Risale-i Nur ve kadın
Kadının manevî çöküntüsünün karşısında, çağımızın tüm hastalıklarına şifa olan Risale-i Nur, çağdaş kadının bir rehberi ve önderi olarak çıkış yollarını göstermektedir. Bediüzzaman Said Nursi, kadının gerçek saadetinin anahtarının hakiki imanı elde etmek olduğunu eserlerinde vurgulamaktadır. Dünya kadınının büyük bir manevî buhran yaşadığı 1920-1930 yıllarında, Bediüzzaman, Anadolu kadınını ilim, tefekkür ve irşatla aydınlatmış, Risale-i Nur hizmetinde talebeliğine kabul etmiş ve onları mimsiz medeniyetin sefahatinden kurtarmıştır. Asrın eserleri olan Risale-i Nur güncelliğini her daim korumasıyla, bugünün ve yarının kadınını da aynı şefkat ve merhametle kucaklamaya devam ediyor. Kadına fıtratını öğretip, bir saadet anahtarı sunuyor.
Kadınların medenilik adı altında bunca eziyet çektiği bu devirde, kadın-erkek eşitliği iki tarafa da uygulanan hakların bir olup, toplumda eşit miktarda rol almasıyla ölçülebileceği bir şeymiş gibi yanlış telakki edilmiştir. Yani anlaşılamayan kadın fıtratı, insanları hatta toplumları yanılgıya götürmüştür. Bu yanılgı kadının erkekleşmesine, erkeklerin de kadını ezmesine sebebiyet vermiştir. Halbuki olması gereken, kadının fıtratına en uygun şekilde haklar tanınıp “eşitlik” yanılgısına bedel “adalet” mefhumunun işlettirilmesidir. Bunun için de kadının fıtratını iki tarafın da anlaması gerekmektedir. Bu sebeplerle Üstad Bediüzzaman’ın ifadelerine bakacak olursak;
“Bekârlık bikârların kârıdır. Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivac, tasfiye tehzib eder.”1
Ve yine başka bir yerde şöyle geçiyor;
“Meselâ, cesaret, sehavet, erkekte gayret, hamiyet ve muavenete sebeptir. Kadında, nüşuza, vakahate, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir.”2
Yani kadınlar, fıtratları bozulduğu takdirde, içlerindeki bir sülüs erkeğin libasını giyerek, cesaret ve sehavet gösteriyor, ancak bu cesaret ve sehavet nüşuza, vakahate ve zevc hakkına tecavüze sebep olabiliyor. Halbuki kadın fıtratının gereklerini yerine getirirse, iki cihanda saadeti elde edebilir. Bunun için de Risale-i Nur ile iştigal etmek gerekmektedir.
Risale-i Nur’un dört esası; acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür. Kadınlar da fıtratları gereği sonsuz bir şefkat barındırdığından, Risale-i Nur ile iştigalleri inkişaf etmelerine vesile olur. Hem muhtelif yerlerde Bediüzzaman erkeklerin kahramanlıklarının fıtrat gereği karşılıksız olamadığını ve hiçbir karşılık alamasalar da şan ve şöhret istediklerini belirtmiştir. Buna mukabil kadınların şefkatlerindeki ihlastan kaynaklanan bir kahramanlık sergiledikleri anlaşılmaktadır. Bu kahramanlık kadınların hem dünya, hem ahiret hayatını kurtarabilir. Ancak doğru yerlerde kullanılmadığında bu kuvveler sönmeye mahkum olur ya da Bediüzzaman’ın da söylediği gibi, su-i istimal edilir.
Bediüzzaman Hazretleri, Sözler adlı eserinde kadınların rahatlarının evlerinde ve aile hayatında, zinetlerinin temizlik, haşmetlerinin güzel ahlâk, güzelliklerinin masumluk, kemallerinin şefkat, eğlencelerinin evlatları olduğunu belirtiyor. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında da Allah’ın esmalarını zemin yüzünde okumak okutturmak için yaşadığımız bu dünya hayatını, fıtratlarımıza uygun bir şekilde geçirerek kemale ulaşmış oluruz.
Dipnotlar:
1. (Bediüzzaman Said Nursî, İşârât)
“Bekarlık bikârların kârıdır.”dan maksat; bekarlık, geçimini temin edemeyenlerin kârıdır, işidir, anlamındadır.
“Bakire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir.”den maksat; bekar bir hanımın fıtratının üçte ikisi kadındır. Geri kalan üçte biri ise, erkektir; yani erkek gibidir.
“Bekar, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur.”dan maksat ise; bekar bir erkeğin fıtratının üçte ikisi erkektir. Kalan üçte biri ise çocuktur, yani çocuk gibidir.
“İzdivaç, tasfiye ve tezhib eder.”den maksat ise; evlilik, her iki boşluğu dolduran ve tamamlayan tek yoldur. Kadın, anne olmak ve mesuliyet yüklenmekle tam bir bayan gibi fıtrat kazanırken, erkek ise evlilik sayesinde kişiliği tam oturur, çocuksu hallerden kurtulur.( www.sorularlarisale.com)
2. (Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat)