Şehrâyin.
Kazanılan büyük başarı, sağlanan hakimiyet veya beklenen ziyaret neticesinde, bir şehirde mahallî ahâli tarafından hissedilen sürûr, yaşanan sevinç ve yapılan şenlik gibi mânâlar ifade eder bu kelime.
Hazret-i Muhammed’in (asm) mübarek isimlerinden birinin ‘Şehir’ olması, İslâm tarihinde ilk şehrâyin şenliğinin, Peygamberimizin (asm) hicret seferini müteakip Medine-i Münevvereye vardığı vakit Medine ahâlisi tarafından yapılması hasebiyle, mezkûr kelime Peygamber-i Zîşanı (asm) tedai ettirir.
Şehr tabirinin, telaffuz benzerliği, terkip ve vezin hususiyetlerinin de tesiriyle bazı şair ve yazarlar tarafından şehir kelimesinin yerine kullanılması, kelimenin otuz günlük zaman dilimi olarak bir ayı ifade etmesi, ‘şeair-i İslâmın izharı ve Ramazan şehrâyininin teşhiri’ mânâlarına gelmesi sebebi ile Ramazan ayının sıfatı olarak kullanılması teamül hâline gelmiştir.
Her ne kadar tutulan oruç, yapılan ibadet, hayır ve hasenât vesilesiyle mü’minlerin günahlarının affedilmesi, bağışlanması, dolayısı ile de yanması nazara alınarak ‘yanmak’ mânâsına gelen ’ramazan’ kelimesi isim olarak verilmiş ise de altmıştan fazla adı bulunan bu mübarek zamanın isimlerinin ekseriyeti Şehrü’s-siyam, Şehrü’l-Kur’ân, Şehrü’n-necat, Şehrullah, Şehrü’l-hayır isimlerinde olduğu gibi şehr kelimesi ile başlamaktadır.
Mezkûr tedai ve teamülün yanı sıra, Peygamber Efendimizin (asm) ‘Konstantiniye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel asker’ diyerek İstanbul’un fethini müjdelemesi ve fatihlerini ‘güzel’ sıfatı ile tavsif etmesi, Şehr-i İstanbul’da Şehr-i Ramazanın, ekseriyetle şehrâyin şeklinde idrak ve ihya edilmesine vesile olmuştur.
Her hâlin, hadisenin, zamanın, mekânın şehrâyin sıfatı ile anılmaya lâyık bir türü vardır. Meselâ insan mevcudâtın, Müslüman insanın, bahar mevsimlerin, Ramazan ayların, bayram zamanın, gül çiçeklerin, bülbül kuşların, İstanbul mekânın, yani şehirlerin şehrâyinle karşılanmaya lâyık türleri sayılır.
Müslümanlar şehr-i İstanbul’da gül rayihaları, lâle çiçekleri, erguvan renkleri, bülbül şakımaları, martı çığlıkları arasında huzur, huşu ve mutluluk içinde hâlleri, hareketleri ile oruç olduklarını izhar ederken, Ramazan ayının ruhlarına kazandırdığı feyzi, fazileti, hiffeti, nefaseti, kemalâtı akılla idrak ve sanatla ihya etmeye başladıkları zaman hayat şehrâyin hâli alır.
Bilhassa mevsim baharsa…
“Çiçek açan her bir ağaç, umumi bayram ve baharın içindeki hususi bayramında ve resmîgeçit misâl bir anda yeşillenmiş azalarını en süslü müzeyyenatla süslemiş. Tâ ki onun Sultan-ı Zülcelali, ona ihsan ettiği hedâyâyı ve letaifi ve âsâr-ı nuranisini müşahede etsin. Ve şecerin hikmet-i hilkâtini beşere ilân etsin.” (Sözler s: 978)
Bediüzzaman bu cümlelerde mevcudâtın, cemrelerle başlayan zerdali, badem, erik, erguvan, akasya, morsalkım, manolya ile şekillenip gül, papatya, gelincik, lâle, sümbül, sardunya, aslanağzı gibi envai çeşit çiçekle renklenen bahar şehrâyininde, bir ağacın resmigeçit serencamını nazara verir.
Her an değişen, farklı şekiller alıp renklere bürünerek birbirinden güzel hoş rayihalar arasında aylarca devam eden bu fıtrî şehrâyin sadece nebatata münhasır kalmaz. Böceklerden sineklere, kelebeklerden kartallara, solucanlardan yılanlara, sincaplardan uskumrulara kadar bütün canlılar, sırası geldikçe bu şehrâyin şenliğine katılır.
Ama hepsinin başında insan vardır. Hilkati iktizasınca hepsi insanı muhatap alır. Güzele meftun, tefekküre teşne, temâşâya âşinâ, mânâya müheyya insan da evvel-bahar aylarında her vesile ile kırlara çıkar, mevcudatla hemhâl olur, canlıların neş’esine, sürûruna iştirak eder ve fıtrî şehrâyin şenliğindeki yerini alır.
Hassaten zaman Ramazansa…
Zîra “İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerinden ve şeair-i İslâmiyenin azamlarından olan Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenab-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.” (Mektubât s: 675)
Önce insanın gönlünde başlar bu beşerî şehrayin. Uzun ve soğuk kış mevsimi boyunca ancak kendi içinde hareket ederek canlılığını koruyan insan gönlü, baharın maddî rengi, şekli, rayihası ile birlikte Ramazan ayının hazzını, huzurunu, huşûsunu ve şuurunu da hissedince cûş u hurûşa gelir.
Gönüllere sığmayıp yüzlerde tebessüm, hareketlerde sevgi, şefkat, hâllerde sükûnet, sözlerde hakikat şeklinde tecelli eden bu maddî mânevî şehrayin şenliği evleri şenlendirir. Aileyi ‘insanın, hususan Müslüman’ın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası’ hâline getirir.
Ramazan yaklaştıkça bu uhrevî ahvâl artarak alenileşir. Evlerle birlikte kalpler, gönüller, hisler, duygular, düşünceler de temizlenir. Malayanî meşguliyetler yerini, yeni bilgiler öğrenip güzel alışkanlıklar kazanma çabasına bırakır. Ailedeki her ferde yaşına, anlayışına, hâline göre ramazaniyelikler alınır, sahurluklar, iftariyelikler hazırlanır.
Ama asıl hazırlıklar gelecek içindir. Başta dedeler, nineler olmak üzere anne, baba ve ailenin diğer yetişkin fertleri gönüllerini gülzâra çeviren şehrayin hâlini, hayatı yeni idrak etmekte olan çocuklara hissettirerek onların da o müstesna zamanı, şehrâyin heyecanı içinde karşılayıp hatıralarının ebedî tezyinatı hâline getirmelerini sağlamaya çalışırlar.
Hazırlıklar hızlandıkça evleri saran şehrâyin şenliği, oradan çıkan mütebessim yüzler ve müsterih hareketlerle sokağa taşar. Yerler süpürülür, duvarlar boyanır, yol kenarlarına mevsim çiçekleri ekilir. Sokak hayvanları için küçük barınaklar yapılır, kuşlara yem ve su kapları konur. Kapıların sabit kanatlarına, Ramazan ayının şeairi sayılan daire şeklindeki yapma çiçek tâkları takılır.
Evleri şenlendirip yuvalara huzur ve mutluluk getiren bu şehrâyin şenliği, çok geçmeden muhtarın mahareti ve gençlerin gayreti ile mahalleyi de sarar. Köşklerde, konaklarda hazırlanan erzak sepetleri, çocuklara mahsus oyuncaklarla, hediyelerle birlikte gecenin ilerleyen vakitlerinde hâli vakti yerinde olmayan ihtiyaç sahiplerinin kapılarının önlerine bırakılır ve onların da şehrâyin şenliğinden nasiplerini almaları sağlanır.
Hele bir de mekân Şehr-i İstanbul’sa…
O zaman orada Şehr-i Ramazan hazırlıkları gönüllerden, ailelerden, mahallelerden caddelere, meydanlara taşar ve bütün şehri ihata eder. Meydanın değişik yerlerindeki sebil çeşmeleri gül suyu ile yıkanır; haznelerine, kazanlarına, küplerine şerbetler, meşrubatlar doldurulur. Çocuklara oyun, gençlere yarış, ihtiyarlara dinlenme yerleri hazırlanır, hanımlara mestûre mahfeller yapılır.
Mü’minleri sahura kaldırmakla vazifeli ramazan davulcuları, kıyafetlerini düzer, davullarının kasnaklarını kurar, derilerini gerer, kuşaklarını takar, tokmaklarını cilalar, manilerini ezber ederler. Kuklacılar kuklalarını, Karagöz – Hacivat oyuncuları perdelerini, maketlerini, iplerini, orta oyuncuları taklitlerini, nüktelerini, heccavlar hicivlerini, yergilerini, taşlamalarını hazırlarlar.
Paşa köşklerinin, ağa konaklarının, eşraf hânelerinin haremliklerinde ve selâmlıklarında iftar ziyafetlerini müteakip, cemiyette temayüz etmiş muhabbet ehli hatipler yapacakları hitabelerini, musikî fazılları icra edecek sazendeler güftelerini, makamlarını, hanendeler kasidelerini, gazellerini, mevlidhanlar mevlidlerini, ilâhilerini meşk ederler.
Şehrin kenar mahallelerindeki kapalı veya açık meydan kahvelerine, şehrâyin şenlikleri için taşradan gelen halk ozanları atışmalarını, sataşmalarını, saz şairleri bağlamalarını, türkülerini, deyişlerini, şakrabanlar şakalarını, mukallitler saf Arnavut, kurnaz Laz, riyakâr Rum, hilekâr Yahudi tiplemelerini ve mahallî söyleyiş ve hayvan sesi taklitlerini tekrarlayarak tahkim ederler.
Camiler; kayyumlar ve eli işe yatkın mahalleli tarafından itina ile temizlenir. Taş duvarlar silinir, renkli çiniler parlatılır, duvarların sıva kısımları boyanır. Cümle kapılarının iki yanına iftariyelik olarak hurma, zeytin, pide tabakları; su, şerbet, meşrubat bardakları, yağlıklar, mendiller, el havluları konur.
Mahyacılar; minareleri ve şerefeleri ışıklandırır, selatin camilerinin minareleri arasına, ramazanı, orucu, zekatı, ahlâkı, âdâbı, ibadeti, iyiliği, hayrı, hasenatı hatırlatan âyet, hadis mealleri ve mânidar mânâlar ifade eden mahyalar takar, renkli kâğıtlar, kıvrımlı kurdeleler asıp lambalar, fenerler yakarlar.
Bütün bunlar, camilerdeki ibadet hassasiyeti ile yapılan mânevî şehrayine mukaddime mahiyetindedir. Çünkü ekseriyetle iftardan sonra başlayan ve bedenleri dinlendirip zihinleri zindeleştirerek mü’minleri teravihe hazırlamak maksadı ile yapılır bu mahallî şenlikler. Nihayet Arife gününün akşamı, güzel sesli müezzinlerin dilkeşaverân makamı ile okuduğu teravih salaları âfâkı çınlatırken cemaat camilere akın eder.
İnsanlar; kırma taş döşeli kaldırımlarda yürürken, adım attıkça tabanlarının farklı yerlerine taşların enginli yüksekli çıkıntılarının değmesi neticesinde bir nevi taban masajı yapıldığı için günün yorgunluğunu, hadiselerin gerginliğini atarak bedenen dinlenmiş, hissen rahatlamış bir şekilde camileri doldurur.
Artık şehrâyinin şahika hâlini yaşamanın vakti gelmiştir. Şehr-i Ramazanı ihya etmenin faziletini anlatan veciz vaazları müteakip ser müezzinlerin ekseriyetle mâhur makamı ile getirdikleri sâlat u selâmlar eşliğinde ayağa kalkan cemaat, yatsı namazının sünnetini eda eder. Müezzin mahfelinden segâh makamı ile yükselen kamete imamın mihraptan mukabele ettiği yegâh makamlı tekbiri ile farza durulur.
Sünnet-i müekkedenin ardından başlayan teravih namazı tam bir makamlar çağlayanı hâlini alır. Müezzinler imama makam verir, imam müezzinlerden makam alır. Acem, acem aşiran, dügâh, hisar, mâhur, bayatî, uşşak, kürdî, segâh, nihavent, yegâh, nevâkâr, mahur buselik, sûzidil, sûzinak ve daha nice makam, kelâm-ı İlâhiyi taşımanın haşmeti, letafeti, ulviyeti, uhreviyeti ile akıllara, kalplere, gönüllere dolup ruhları ihtizaza getirerek Arş-ı Âlâya yükseltir.
Makbulen iki, tercihen dört rekatta bir ayrı makamlarda, bazen koro, bazen de solo halinde söylenen salât u selâmlar; getirilen tekbirler, tehliller, okunan ilâhiler, naatlar, gazeller, kasideler cemaatin de iştiraki ile camileri ses çağlayanı, makam deryası, mânâ ummanı hâline getirir.
Bu çağlayanı, deryayı ve ummanı her fasılda yeni bir heyecanla dalgalandıran müezzinlerin gür sesleriyle topluca getirdikleri tekbiri, yaptıkları tesbihatı ve cemaatin âmin sadalarını müteakip eller semaya, gönüller ukbaya, kalpler maveraya açılır ve niyazlar, dilekler, istekler, dualar, yalvarışlar, yakarışlar kulu Allah’a yaklaştırır.
Cümle kapısının iki yanına konan iftariyeliklerin yerine bu sefer sade, güllü, fındıklı, fıstıklı, naneli lokumlardan, renk renk akide şekerlerinden, çeşit çeşit şerbet taslarından müteşekkil teravih ikramları konmuştur. Herkes camiden çıkarken nasibini alır, damağını tatlandırır, dualarla vedalaşıp sahura kalkmak üzere fakirhânesine gider.
Böylece Ramazan ayının besmelesi çekilmiştir. Gerisi her gün yeni bir şehrâyin şenliği ile gelir. Şehr-i İstanbul’da Şehr-i Ramazan şehrâyini insanı bütün hasseleri, latifeleri, hisleri, duyguları, düşünceleri ile öylesine sarar ki; kazara ‘yurdun iftar vaktinden uzak kalmanın gamı ile rûhunda bir gurbet akşamı yaşayan’ şairi bile şükür hisleri ile dile getirir:
“Yâ Rab, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz,
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz, neş’esiz.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür,
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
İşte yine mevsim bahar, zaman Şehr-i Ramazan, mekân Şehr-i İstanbul.
Hayat, her hâli ile bir şehrâyindir artık.
Elbette inanıp hissederek, ihlasla yaşayanlar için.