Kapak

“Bireyselleşmenin ızdırabı arttıkça, ailenin ihtiyaç oluşu daha bir keşfedilecek.”

Bir Sosyolog ve aynı zamanda Aile Danışmanı olan Yusuf Özkan Özburun ile ‘gençlerin evliliği geciktirmesindeki sebepler’ üzerine konuştuk. İstifadeye medar olması duasıyla…

Günümüz toplumunda, gençlerin evliliği erte­lemesindeki sebepler nelerdir?

İlk olarak; insanlık tarihinin en eski kurumu, hat­ta temel ana kurucu kurum dediğimizde aileyi gö­rüyoruz. Hangi medeniyetin arkeolojik izlerini takip ederseniz edin, mutlaka aile ile karşılaşıyorsunuz. İkincisi aileyi yıkmak yok etmek üzerine, keskin ide­olojik hareketler, bazı girişimlerde bulundular. Buna muvaffak olamadılar. Çünkü kadın ve erkeğin fıtratı, mizacı, düşünüldüğünde, aile kurumundan başka güvene sevk eden, rahatlık, huzur, sükunet imkanı sunan başka kurum, ilişki modeli ortaya konulama­dı. Kadın ve erkeğin tek başına hayatta varlığını ida­me ettiremeyecek taraflarının olması, ibret halidir üzerine düşünülmelidir.

Günümüzde geldiğimiz noktada, aile kurumuna karşı başka türlü bir saldırıyla karşı karşıyayız; ailenin gerekliliğine dair inanç yıkılmaya başlamıştır.

Günümüzde evlilik aşamasında yapılan yük­lü harcamaları, çekilen kredileri vs. işin bir de maddi külfeti hakkında neler söylemek istersi­niz?

İnsanların bireyselleşmeye, ferdileşmeye, yal­nızlığa sevk edilmesi şu anki kapitalist modern düzenin işine geliyor. Çünkü iki kişi bir araya geldi­ğinde, yuva kurduğunda bunların alacağı, bir tane buzdolabı, çamaşır makinesi vardır. Ama bunları bölerseniz her biri ayrı ayrı bulaşık makinesi, ça­maşır makinesi, buzdolabı almak zorundadır. Do­layısıyla insanlar ne kadar atomize olursa, ne ka­dar parçalanırsa, ne kadar ferdileşirse bu tüketim köleliği sisteminin işine gelir. Hatta ömür boyu sis­teme uygun bir şekilde yaşamaya mahkum eder. Şimdi gençlere yapılan telkinde, sistem şunu söy­lüyor; ‘ne gerek var aile yükünün altına gireceksin, yaşa hayatını, keyfine bak.’ Keyif eksenli bir hayat empoze ediliyor. Biz buna hedonizm çılgınlığı di­yoruz. Bu sistem size der ki; ‘2 kilo süt almak için niye mandıra besleyesin? Yani ‘elde edeceğin üç kuruşluk keyifler için, çok büyük yatırımlara gir­mene gerek yok.’ Bunlar ideolojilerin, sistematik, yıkıcı hareketleridir. Günümüzde bunlardan daha yıkıcı bir zihniyet bir anlayışla karşı karşıyayız. Eğer bir hareket, bir anlayış sizi duygularınızdan, hayallerinizden, arzularınızdan yakalıyorsa bun­dan korkmanız, çekinmeniz lazımdır. Günümüzde insanlar dürtülerinden, duygularından yakalanı­yor. Evlilik kurumuna itimadın gittikçe sarsılması, zevke düşkünlüğün, tüketim köleliğinin, hayatın temeli haline getirilmesi, ‘tükettiğin kadar varsın’ anlayışının, bir noktadan sonra insanları, ilişkileri tüketmeye yol açmasını, şimdiki gençlerin evliliği geciktirmesindeki sebepler olarak sayabiliriz.

Gelenek ve görenekler gençlerin önünde bir engel mi?

Gelenek – görenek örf ve adetin aslında temeli dindir. Dinin, ilmî, irfanî tarafı diri olduğu, sağlam olduğu sürece, gelenek görenek özünü muhafa­za eder. Eğer din, ilmî ola­rak algılanmaktan uzak­laşılır, taklidî algılanırsa, kıssadan ve nasihatten ibaret kalırsa işte o zaman geleneğin de içi boşalmaya başlar. Gelenek bireyle­rin hapishanesine dönüşür. Bu da bol bol formalite, anlamsız bazı işler üretir. Şimdi bir bakıyorsunuz, evliliğe giden yolda kız istemeden tutun, düğüne kadar biçimsiz, nihayetsiz talepler, egosunu karşı taraf üzerinden tatmin etmeye varana kadar bir yığın oluşmuş, geleneksel unsurlar var.

Modern dünyanın getirdiği hastalıklar ne ka­dar fazlaysa, geleneğin getirdiği ayak bağları, ayağımıza vurduğu zincirler, prangalar da var. Şu­urlu, bilinçli bir vaziyette bu iki tehlikeyle müca­dele etmek zorundayız.

Hz. Hatice (r.anha) validemiz ve Peygamber Efendimizin (asm) evliliği, Hz Fatıma (r.anha) ve Hz Ali’nin (ra) evliliği sık sık hatırlatılması gereken örnekler değil mi?

Bu vakıaların bir hikâye, bir de hikmet boyu­tu var. Hikmet boyutunu ıskalayıp, sadece vakıa, olay, hikâye kısmını anlattığınızda, insanları bir şeye yönlendirmiyor. Mesela Hz. Hatice (r.anha) ya da Hz Aişe (r.anha) ile Hz. Peygamberin (asm) numune diyeceğimiz evliliklerinin sadelik, iffet boyutunu vurgulamamız, muhabbet, meveddet,

mürüvvet, vefa gibi temel kavramlar çerçevesin­de özüne dair atıflarda bulunmamız gerekir. Ora­daki muhtevaya işin hikmet boyutuna mutlaka nazar etmemiz yoğunlaşmamız lazım. Bediüz­zaman Said Nursi’nin güzel bir benzetmesi var­dır. Diyor ki; “Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda ta­yarana başlar. Âfak-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisin­de o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimiz (asm) bidâyet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazarla bakan bir adam, şahsiyet-i mâneviyesini idrak edemez. Ve derece-i kıyme­tine vasıl olamaz. Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzım-ı beşeriyetine ve ahvâl-i zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i Muhammediye (asm) çıkmıştır. Ve feyz-i İlâhiyle sulanmış ve fazl-ı Rabbâniyle tekâmül et­miştir.” Bakın çok güzel bir benzetmedir bu. Siz sahrada tavus kuşu yumurtasını bulmuşsunuz, yumurta kabuğunun özelliklerine bakarak, tavus kuşunun nasıl bir şey olduğuna dair çıkarımda bulunamazsınız. Bu zikrettiğimiz evlilik modelle­rinin manasını, bu çağa ne mesaj verdiğini bir aşı, maya gibi taşıyalım. Yoksa sadece hikâye anlat­mış oluruz.

Evlenmek kolay fakat evli kalmak zordur

Bizim bu dünyadaki maksadımızın; yemek-iç­mek, cinsellik gibi zevkleri tekrarlamaktan ibaret olmadığı, ruhun, kalbin, lezzetleri, zevk-i ruhaniye gibi şeyler olduğunu hatırlatmamız lazım. Bunları anlayan insan, zaten evliliğe meyilde şevk gös­teriyor. Evliliğin devamında ayakları sabit oluyor. Ben hep şunu söylüyorum heyecana, aşka gelip, anlık duygulara kapılıp evlenebilirsiniz. Evlenmek kolay fakat evli kalmak zordur.

Çağımızda evlenmekten ziyade, evliliği devam ettirmek büyük bir mesele. Çünkü tenin büyüsü çabuk geçer. Anlık sevdalarla yapacağınız evlilik­lerin devamı maalesef zor olur. Bunun için, çok ciddi manevi dayanaklarınızın, kuvvetli beslenme kaynaklarınızın olması gerekiyor.

Peki ne yapmak lazım?

Teşbihte hata olmaz. Bazı hayvanlarda eşler­den biri yaralandığında diğeri yarasını yalayarak tedavi eder. Yani biri, diğerinin yarasına sahip çı­kar. Evliliğin daimi olmasını sağlayan derttaşlık, haldaşlık, yoldaşlıktır. O yaraları iyileştirme yö­nünde, iş birliği, gönül birliği yapmaktır. Ölümlü, zavallı, beşerî zaafları, problemleri olan, bedeni bozulmaya maruz kalan aciz insanlar olduğumu­zu bilerek, ebediyete doğru yürümeye çalışmak­tır. Bu bilinci dipdiri taşıyan, önceliklerini gözden geçirmiş yeni insan tipine ihtiyaç vardır. Bu insan tipi şekillendiği oranda, evliliğe, aile kurmaya me­yil artacaktır. Kehanet gibi değil, bilimin öngörüsü ile söylüyorum bunu. Çünkü bireyselleşmenin ız­dırabı arttıkça, tüketimin yetmediği anlaşıldıkça, materyalle, maddeyle daha çok şeye sahip olarak hayatımızı anlamlandıramadığımız fikri yoğun­laştıkça, ailenin ihtiyaç oluşu daha bir keşfedile­cektir.

Amerika’da ünlü bir sosyal bilimci tarafından ‘Büyük Çöküş’ diye bir kitap yayınlandı. Orada özet olarak; ‘Amerika Büyük bir çöküşün eşiğindedir. Çünkü ailedeki geleneksel rollerimizi kaybettik. Anne-baba rolünü, bulaşık yıkayan, yemek yapan kadını, evin tamiratını kendi yapan evin erkeği­ni küçümsedik. Onları birer businessman-busin­neswoman olarak sürekli kamçılanan birer kariyer hayvanına dönüştürdük. Bitip tükenmeyen hırsları olan kadınlar, bir türlü buna yetişemeyen adamlar ve kırgın çocuklar ortaya çıkarttık. Bunlar büyük çöküşün alametleridir, göstergeleridir. Bizim bu büyük çöküşten kurtulabilmemiz için yeniden o geleneksek aile rollerine dönmemiz ve aileyi yeni­den keşfetmemiz gerekiyor’ diyor.

Bu, insanların tecrübe ile geldikleri bir nokta. Bizim bunu yeniden keşfetmemize gerek yok. Daha treni kaçırmış değiliz. Geleneğin olumsuz taraflarını ayıklayarak, beraber bir çaba içine gi­rersek, ortaklaşa, müşterek aklı oluşturabilirsek, modern dünyanın az önce birkaç tanesini söyledi­ğimiz saldırılarına karşı bir duruş geliştirebilirsek, hep beraber bu yönde hassasiyet gösterip hareket edersek, bu kolektif bir duaya dönüşür. Toplum hangi yönde talep eder, dua ederse, Allah o yönde çözümleri gönderiyor.

Bediüzzaman Hazretleri Hanımlar Rehbe­ri’nde kadınları ifsad eden komitelerden bahse­der. Bu tesbite katılıyor musunuz?

O komiteler hem siyasal, hem sosyal anlamda dünyada ve Türkiye’de de aktiftir. Bu komiteler dünyada küresel, rol modeller oluşturur ve buna göre gençlik, aile ve toplum politikaları belirlenir. Dünyaca ünlü birçok ismin, insanlara, gençliğe bir rol model olarak sunulması rastgele değildir. Yine aynı şekilde dünya çapında yayınlanan belli dizilerin, programların, reklamların ortak ajanslar tarafından üretilip dünya ve diğer ülke pazarına sunulması rastgele değildir. Dünya gençlerine, aile ve ekonomik yapıya müdahil olmaya çalışan bir sistem var. Bu sistem, başta medyayı, ekono­miyi, siyaseti ve birçok şeyi silah olarak kullanıyor.

Türkiye’ye baktığımızda ise, geçmişte erkek­lerin su-i istimalinden, kadınlara yönelik totaliter, otoriter tavırlarının telafisi bağlamında, Bediüzza­man’ın da ‘hürriyet-i nisvan’ dediği ‘kadın özgür­lüğü’ adı altında bir hareket başladı. Bu daha Os­manlı Dönemi’nde başlamış bir harekettir. Burada belli odaklar, bilhassa şunu hedeflemişlerdir; ‘ka­dını ailede, aşırı derecede hak vurgusuyla ön plâna çıkarırsak ve aileyi fedakârlık, diğergamlık gibi te­mel unsurlardan koparır, sadece hak hukuk arayı­şının söz konusu olduğu, mekanik ilişkilerin hakim olduğu bir yapıya dönüştürürsek, kadın egosunu da aşırı kamçılarsak, bu aileyi yıkmak anlamına gelir.’ Çünkü geçmişte erkeklerin su-i istimalleri olmamış mıdır? Olmuştur. Hâlâ var mıdır? Vardır. Peki ama bunun ilacı; kadının aileden koparılması ve egosunun adeta her şeyin üzerinde yüceltil­mesi, aşırı derecede bu konuya vurgu yapılması mıdır? Bu bir rövanşı almaktan öte yıkıma yol aç­maktadır. Çağımızda kadınlara yönelik aşırı vurgu yapılmasına çok dikkatli bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü belli bir inanca, anlayışa, tefekküre yaslanmayan kadın ve erkekler bundan çok farklı etkileniyorlar ve bunu bir savaşa, müca­deleye dönüştürüyorlar.

Son olarak gençlere ve ailelere neler söyle­mek istersiniz?

Dünyanın, hayatın anlamını, bir şeylere sahip olmak, zevkleri elde etmek, tüketmek, olarak kurgulamayan, aklı ile kalbini beraber evlendir­miş, izdivacını yapmış, insaf ve izanla davranan, bir tefekkürü olan, dünyanın geçici olduğunu his­sederek yaşayan, egosunu terbiye eden kadın ve erkeklere, yeni bir insan modeline ihtiyaç vardır.

 

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*