Sonra ne oluyor, biliyor musun?
Bir gün dünyaya geliyor ve seni bir güzel terbiye ediyor. Yontuyor, törpülüyor, inceltiyor. Eğilip bükülmeyen yanlarına öyle sorgusuz dokunuyor ki, karşı koyamıyorsun. Asla dediğin kararlılıklarını, gözünün içine baka baka tarumar ederken, aklına gelen tek şey ‘asla!’ derkenki o an nasıl da böbürlendiğin oluyor. Utanıyorsun. Benliğindeki o kırılmanın sesi kulaklarını tırmalıyor. Ve sen sadece şefkat ve hesapsız bir sevgiyle; acizlik, çaresizlik, sabırsızlık ve tükenmişlikle karışık bir duyguyla boyun eğiyorsun.
Çocuk insan, sana diyor ki, ben senin ne mülkün, ne de üzerimde istediğin gibi tasarruf edeceğin çamurdan bir heykelinim.
Ben insanım. Kulum. Bireyim. Bu âlemin bir ferdiyim. Tertemiz bir fıtrat üzere yaratıldım, komplekslerin ve eksik kalmış yanlarının acısıyla, gerçekleştiremediğin hayallerinin ahıyla bana hükmetme. Ne ki ukdelerinin birer kompleks haline gelmesine izin vermediğin müddetçe kendinle de benimle de barışık yaşayabilirsin. Hüküm Allah’ındır ve hükmetmek O’nun hakkıdır. İrademe kast etme, sen onu kırarsan cesaretim kırılır ve bir gün gelir insanların hoyrat ellerinde tarumar olurum.
***
“Benliğini küçülte küçülte bitiren, kendini kalbinin içinde yitiren insanlar da var. Hayatını güzellikle müzeyyen kılmaya bak, ince ol, inceliği bul, incelikli yaşa. Ömür dediğin karalama defteri değil!
Gökhan Özcan
***
Cemil Meriç’in ‘zamanı saçlarından yakalamak yayından fırlayan oku tutmaktan güç’ cümlesini ilk okuduğum günün ardından 20 yıl geçti. Günlerin, ayların ve hatta yılların hızla geçip gidivermesine hayretler ettiğim çoğu zaman, her şeyin değiştiği bir hayatta rengi hiç değişmeyen turuncu günlüğümde yerini en çok alan cümlelerden biri oldu. İki evlât annesi olduğum ve 40’ıma birkaç basamak kalan şu demlerde sözün bendeki hatırı büyük.
Ve yine hayatı anlama çabasında bir çocukken idrakimin içine işleyen o hatırlatma…
Sade ve net, derin ve hakikatli:
“Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun.”