Minik adımlar atıp şöyle bir etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Daha güneşin alacası dahi düşmemişti bahçeye. Horozun ve kuşların ötüşünden başka ses yoktu. Adımlarını hızlandırıp bahçenin içerisinde ilerlemeye başladı. Gece çimlerin üzerine düşen çiğ minik ayaklarını ıslatıyordu. Ama o bundan memnun olmalı ki çimler üzerinde bir oraya bir buraya zıplamaya başladı. Erik ağacının altına gittiğinde ise yere düşmüş bir sürü erik gördü. Tam ağzıma layık diye içinden geçirdi. Kendisine en yakın eriğe yaklaştı. Bir iki kokladı. Evirip çevirdi. Ve afiyetle kemirmeye başladı. Eriğin yarısına gelmişti ki, bahçe içindeki evde bir hareketlilik gördü. Hemen ağacın arkasına saklandı. Neler olduğunu gözetlemek içinde başını kahçıkartıp bakıyor, kah ağacın arkasına iyice yumuluyordu. Evin içindeki kişilerden kimi pencereyi açıyor, kimi sadece perdeyi açmakla yetiniyordu. Kimisi ise balkona çıkıp temiz havayı ciğerlerine doldururcasına nefes alıyordu. Evden çıkmasalar keşke diye içinden geçirdi. Balkonla yetinsinler. Bahçede dolanmaya başlarlarsa büsbütün keyfi kaçacak, aslında keyfi kaçmasından ziyade kendini güvende hissedemeyecekti. Geçen gün komşu çocukları bahçede dolaşırken başına gelmeyen kalmamıştı. Korkusundan iki gün çıkmamıştı yuvasından. Tam kendini güvende hissetmişti ki… Yeni misafirler gelmişti eve. Tüm bunları düşünürken güneş çoktan doğmuş, bahçe tamamen aydınlanmıştı. Fakat o da ne… İşte bir kaç kişi bahçeye çıkmışlar, bahçenin ortasına doğru yürüyorlardı. Koskocaman gövdelerinin gölgesi üzerine düşmüştü. Ağacın arkasından kaçmak aklına bile gelmemiş öylece kalakalmıştı. Yaklaşmış, yaklaşmış ve ağacın önüne kadar gelmişlerdi. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyor, gözlerini artık kısarak bakıyordu onlara. İçlerinden biri “Ne kadar güzel değil mi şu ağaç. Rabbin nasıl da güzel yaratmış. Meyvesi ayrı güzel dalı ayrı güzel” diyerek hayran hayran ağaca bakarken diğeri, “Aynen öyle. Sübhanallah” şeklinde karşılık verdi. Onların konuşmalarını hayretle dinlerken ‘Uzun zamandır ağaca böyle hürmetkâr davranan görmedim’ diye düşündü. Yine de korkusu geçmedi. Ağaca hürmetleri güzel ama az öteye gitsinler artık diye içinden geçirirken, biri bir anda hayret nidâsıyla bağırdı “Burada bir tavşan vaaar…” İşte onu görmüşlerdi. Olacakları düşünmek bile istemiyordu. Kalbi artık parçalanırcasına atıyordu. Fakat neden hâlâ üzerine doğru yürümemişlerdi. Gözlerini açıp onlara bakınca iki mütebessim simâ ile karşılaştı. Her hâllerinden şefkat ve merhamet akıyordu. “Merhaba” dediler ona. “Sen ne güzel yaratılmışsın tavşancık. Maşaallah sana. Biz seni çok sevdik. Sakın korkma tamam mı?” diyerek yere çömeldiler. Artık karşında iki büyük varlık değil, kendi boyuna yakın mütebessim iki dost duruyordu. Onlar gelmeden kemirdiği eriği önüne koydular usulca. O da birkaç lokma alıp koşmaya başladı. Kaçmakla kalmak arasında biran durakladı. Dönüp arkasına baktığında o mütebessim dostları çimlerin üzerine oturmuş kucaklarında tuttukları kırmızı kitapları okumaya başlamışlardı. Bunlar diğer insanlardan çok farklı diye düşündü. Şefkatli ve mütebessimler. Dost vasıfları var. Yine de yaşadığı ilk korkunun tesirini atlatmak için yuvasına koştu. Fakat aklıda onlarda kalmıştı. Öğlen yine bir giderim yanlarına diyerek usulca uykuya daldı.
Güneş tam tepede iken sessizce bahçede dolaşmaya çıktı. Ortalıkta pek kimse görünmüyordu. Biraz dikkatli bakınca ağacın gölgesinde birkaç kişi gördü. Sabahki kişiler değildi. Acaba bunlar nasıl kişilerdi? Tüm cesaretini toplayıp yanlarına doğru gitmeye başladı. Bunlar da diğerleri gibi kırmızı kitaplar okuyorlardı. Biri başını kaldırdı kitabından. Sevinç ve şaşkınlık arasında tebessüm etti ona. Diğerleri de ona dönüp baktılar. Hepsi tebessüm ediyordu. Biri bir erik koydu önüne nazikçe. Sonra okumaya devam ettiler. İçi ısınmıştı bu tebessüm yüzlü kitap okuyanlara. Hepsi de birbirine benziyordu. Güven doluydular.
Artık o da onlardan biriydi. Onlar uyanınca bahçeye gelir, onlar kitap okurken yanlarında zıplar, uykusu gelince de yanlarında çimlere uzanır mışıl mışıl uyurdu. Kimi zaman onu okşamak istediklerinde ise yavaşça yaklaşırlar yanına ve tatlı sözlerle, dualarla onu severlerdi. Bu çok hoşuna gider, sevgi ve şefkati iliklerine kadar hissederdi.
Bir sabah yine aynı heyecanla bahçeye geldiğinde bir değişiklik hissetti. Bir hazırlık vardı sanki. Anlayamadı. Beklemeye başladı. Yine ellerinde kitaplarla gelip okuma yapmalarını bekleyip durdu. Ama uzun süre kimse gelmedi. Bir süre sonra ellerinde valiz ve çantalarla çıkmaya başladılar evden. Büyük bir arabaya koydular çantalarını. Sonra muhabbet dolu ev sahibesine sarılıp arabaya binmeye başladılar. Her birinin gözünden damla damla yaş akıyordu. Ev sahibesi ise gözlerini sürekli siliyor ve her gidene sarılıyordu. Demek gidiyorlardı. İnanamadı. Bahçe kapısına kadar zıplaya zıplaya geldi. Onu görünce el salladılar. “Allah’a emanet ol tavşancık” derken gözleri nemliydi hepsinin. Ve araba hareket etti… Giderlerken hepsi el salladılar. Ev sahibesi ise gözden kayboluncaya kadar el salladı. Şimdi bahçede tek başınaydı. Gözlerinden birer damla yaş düşerken “Yüzleri mütebessim, şefkatli, kırmızı kitap okuyan dostlarım… Sizleri hiç unutmayacağım. Allah’a emanet olun…” diye mırıldandı.