İstanbul Sözleşmesi ile birlikte, son dönemde gündemde olan; ‘kadının beyanının esas alınması- süresiz nafaka- çocuk haczi’ gibi birçok konuyu Dağılmış Aileler ve Çocuk Hakları Derneği (TÜDAÇDER) Başkanı Cengiz Dinçer ile konuştuk. İstifadeye medar olması duasıyla…
Hukukî süreçler boşanmayı kolaylaştırıcı şekilde mi işliyor?
Maalesef ki öyle. Aileyi koruması gereken yasalar yeteri kadar incelenmeden, araştırılmadan, tartışılmadan çıkartılıyor. Boşanmaları arttıran yasalardan birisi de 6284 sayılı Kadını ve Aileyi Koruma Yasası. Aslında isminde aileyi koruma yasası diyor ama bugüne kadar hiçbir aileyi koruduğunu gösteremezsiniz. Daha çok aile içerisindeki problemlerin büyümesine ve birbirlerine olan kin, nefret ve öfkenin daha da artmasına sebebiyet veriyor. Yasanın en büyük handikabı ise tamamen beyana dayalı olması, yani kadının beyanını esas alması. Sadece beyana dayalı sebeplerle, erkekler evlerinden atılıyorlar. Son yıllarda Yargıtay’ın aldığı kararlara baktığımızda, sudan sebeplerle boşanmaların gerçekleştiğini görüyoruz. Tabi bu boşanmalara yönlendiren, bahsi geçen yasalar. Maalesef ki bu yasalar aile içerisine nifak da sokmuş oluyor. Evden uzaklaştırdığınız bir insanın, tekrar eşine dönmesi, ona güvenmesi ya da bir araya gelmesi, huzurla ve mutlu olması beklenemez. Aslında burada yapılması gereken en önemli şey problemi daha başlamadan çözmek. Aile kurumuna başlamadan önce gerekli evlilik okullarının yapılması, eğitimlerin verilmesi.
Boşanmalarda aile çevresi de etkin bir rol alıyor. Karışmalar ve müdahaleler oluyor. İki taraf da aslında kendi çocuğumu koruyayım derken, farkında olmadan, tarafları birbirinden soğutuyor, rekabet ettiriyor ve birbirine üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Gereksiz tartışmaya yol açıyorlar. Bu da boşanmaları arttıran sebeplerden biri.
Kadının beyanının esas alınması, suiistimale çok açık bir konu değil mi?
Kesinlikle öyle. Bahsettiğimiz şey sadece aile içerisinde değil. Örneğin bir metrobüste ya da herhangi bir sosyal toplum içerisinde, yanlışlıkla bir hanıma dokunmanız, çarpmanız ya da herhangi bir kadının çığlık atması, bağırması, o kişiye kin ve nefreti de varsa gidip şikayet etmesi yeterli oluyor. Orada bir belge, delil aranmıyor. Örneğin, Samsun’da bir okulda gerçekleşmiş bu olay bize intikal etti. Bir kız çocuğu dersinde düşük not aldığı için erkek öğretmenin yanına gidiyor ve diyor ki; “Eğer bana yüksek not vermezseniz burada çığlık atar, sizi rezil ederim, hapse attırırım.” İşte bu tamamen suiistimal. Öğretmen çok zor durumda kalıyor ve istediği notu veriyor. Çünkü hem ekmeğinden, hem yuvasından olacak. Hem de sosyal çevresince rencide edilecek.
Son dönemde gündemde olan meselelerden biri de süresiz nafaka.
Maalesef boşanmaları tetikleyen yasalardan biri de süresiz nafaka meselesidir. Türk Medeni Kanunu 175. maddesinde “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf kusuru da ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” der.
Yüksek miktarda nafakaların bağlanması, özellikle kamuoyuna mal olmuş insanların boşanmalarında, teşvik edici şekilde yüksek miktarda nafaka alması, talep etmesi de boşanmaları tetikliyor. Çok üzücü ki, birçok kişide “Ben niye eşimin kahrını çekeyim? Boşanır nafakamı alırım, keyfime bakarım” algısı oluşmuş durumda.
Bu bir cihetiyle kişileri evlilikten de soğutuyor, öyle değil mi?
Tabi ki. Çevresinde bahsettiğimiz kötü örneklere şahit olanlar, aynı duruma düşmemek için evlilikten kaçıyorlar. Bu da nikâhsız evlilikleri beraberinde getiriyor. Çünkü bu nafaka alan kişilerin, nafakasının kesilmemesi için, ya resmiyette evlenmesi ya da ölmesi gerekiyor. Yasadaki bu açıklık maalesef, suiistimalleri beraberinde getiriyor.
Diğer taraftan boşanmış ama ikinci evliliğini yapmış insanların da yeni evliliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Nasıl etkiliyor? Şimdi zaten geçinmek zor ve bir de eşinin, eski eşine nafaka vermesi, ikinci eşlerde de, nafakaya karşı olan nefreti ve sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Ekonomik açıdan düşününce diyorlar ki; ‘Ben kendi mutfağımda kısarak neden eski eşe rızkımdan veriyorum.’ Hatta bazı eşler ekstra işler yaparak, ev temizliğine giderek, kocasının eski eşine olan nafakasını ödemek zorunda kalıyor.
Burada diğer bir sıkıntı tazyik hapsi. Tazyik hapsi ne demek? Olur ya işten atıldınız ya da maddî anlamda sıkıntıya düştünüz, nafakanızı ödeyemediniz. Aslında ‘sözleşmeden dolayı borcunu ödeyemediğinde hapse atılmaz’ diye bir yasa var. Fakat nafaka bu durumdan ayrı tutulmuş. Nafakanızı ödeyemediğiniz taktirde, size hapis yolu gözüküyor. İkinci evlilik yapmış olsanız bile, belli bir işiniz, itibarınız olsa bile, nafakanızı ödeyemediğiniz anda, sorgusuz sualsiz hapse atılıyorsunuz. Hapse atıldığınız süre içerisinde de nafaka işlemeye devam ediyor. Çıktıktan sonra da hapiste kaldığı sürede kazanç elde etme şansınız olmadığı için nafakanızı tekrar ödeme şansınız olmuyor. Yeniden hapse atılıyorsunuz. Yıllardır hapiste olan mağdurlar ve dernek üyelerimiz var. Burada insanların hem özgürlük hakkını elinden alıyorsunuz, hem de nafaka ödenmesini hapis süresince çalışamadığı için engellemiş oluyorsunuz. Bir insan hapisteyken nafakasını nasıl ödeyebilir? Tazyik hapsinin amacı ıslah etmek olması gerekirken, hapisteki ortam içerisinde kadını, öldürmüş, şiddet uygulamış, gasp yapmış, uyuşturucu satan vs. aynı ortama atılıyorsunuz.
Siz de bir araya gelerek bu uygulamanın eksik ya da yanlış yanlarını kamuoyuna duyurmak için daha güçlü bir sesle çözüm yolları tavsiye ediyorsunuz. Bu tabloyu nasıl değiştirebiliriz?
Öncelikle şunu söyleyeyim, süresiz nafakayla bir insanın ömür boyu, geleceği belirsiz bir şekilde yaşamasına ve tekrar evlenmesine engel olamazsınız. O yüzden nafakalar süreli hale getirilmeli. Bizim dernek olarak belirlediğimiz; kısa evliliklerde en fazla 1 yıl, uzun evliliklerde en fazla 3 yıl zarfında ödenmesi. Kadının eğitim ve meslekî yetersizliği varsa, çalışamayacak durumda ise devlet, sosyal devlet anlayışı ile bu kadına sahip çıkmakzorunda. Ya bu hanımlara eğitim verecek, meslek edindirecek, ya iş ve çalışma imkânı tanıyacak. Kadınları eski eşine muhtaç bırakmayacak şekilde devletimizin yeteri kadar gücü var zaten.
Diğer bir problem de çocuk haczi. Buna da değinmeden geçemeyeceğim. Eşinizden boşanıyorsunuz, çocuğunuzdan değil. Ama çocuğunuzu görebilmek için devlete para veriyorsunuz. Devlet ayın belirli günlerinde, saatlerinde babalık yapmanızı istiyor. Yani siz ayda sadece 2 gün ve 4-5 saat içerisinde çocuğunuza eğitim vereceksiniz. Bu şekilde nasıl babalık görevini iyi ifa edeceksiniz? Maalesef çocuk velayetleri, karşı taraftan maddî anlamda bir şeyler alabilmek için kullanılıyor. Burada da en büyük zarar çocuğa veriliyor. Velayet şantaj aleti olarak kullanılmamalı.
Son yıllarda ülkemizde LGBTİ hızla artmış durumda. Türk, İslâm aile yapısı hızla çökertiliyor. Bir aileyi yıkarsanız ülkeyi yıkarsınız. Bugüne kadar Türkiye’nin en büyük gücü aile yapısıydı. 2010 yılından sonra hızla boşanmalar arttı. Artık erkek erkeğe evlenen, nasıl çocuk sahibi oluruz diye ilgili yasaları zorlayan ya da devlete yazı gönderen kişileri görüyoruz. Bu da geleceğimiz, aile yapımız için büyük bir tehlike. Geçmişte bizi sağcı solcu dediler yıkamadılar, Türk- Kürt dediler yıkamadılar. Şimdi çıkan yasalarla Türkiye’nin son kalesini, aileyi çökertmeye çalışıyorlar. Hızla boşanmalar artıyor. Kadınlara özgürlük vereceğiz, koruyacağız diye daha çok ateşe atıyorlar. Kadınları evinden, aile yapısından uzaklaştırıyorlar.
Zorunlu ‘kadına şiddet’ yayını
6284 sayılı kanun gereği, her gün kadına şiddet haberlerinin yapılması zorunludur. Bu da insanların kadına şiddeti normal gibi algılamasını sağlıyor. RTÜK genelde bunu ana haberde kullanıyor. Mutlaka kadına şiddetle ilgili haber yaptırtıyorlar. Bu da toplumda kadına şiddeti, aile içi şiddeti normalleştiriyor. Bu tarz haberleri her gün görmek, kişide bunun olması gereken bir durummuş algısı oluşturuyor.
Aileyi sözde koruyan kanunlarda düzenlenmesi gereken diğer konular neler?
Mesela genç yaşta evlilik suç sayılırken, zina serbest bırakıldı. Bununla ilgili de çok ciddi talepler geliyor. Eşleri hapiste, mağdur olan kadınlar arıyorlar; “Biz sevdik birbirimizi 3 tane çocuğum oldu, hayat düzenimizi oluşturduk, belli bir olgunluğa geldik. Ailemizi bir arada tutmak isterken genç yaşta yaptığımız evlilik 8-10 sene sonra karşımıza çıkıyor” diyorlar. Devletimiz aile koruma yasaları çıkartırken, diğer taraftan da erken yaşta evlilik yapmış, çoluk çocuk sahibi olmuş, aile bütünlüğünü sağlamış bir aileyi de parçalıyor. Bunun da düzenlenmesi gerekiyor. Bahsettiğimiz konularla ilgili çözüm tavsiyelerimizi sürekli olarak Aile Bakanlığı’na iletiyoruz. Batı kültüründen alınmış yasalar bize, aile yapımıza uymuyor. Bunları kendi içimizde çözmemiz lazım.
Çok derin, üzerine çokça konuşulması ve bir şeyler de yapılması gereken hassas konulardan bahsettik. Son cümlelerinizi alalım.
Dernek olarak bizim genel düşüncemiz aile bütünlüğünün sağlanması. Aile bütünlüğü sağlandığı zaman bizi hiçbir güç yıkamaz. Bu aileyi parçalayan yasaların tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Gençleri evliliğe yönlendirmeliyiz. Kadına, erkeğe, hayvana, her canlıya karşı şiddete karşı gelmeliyiz. Evlilik okullarının bir an önce devreye girmesi lazım. Her ilçede bunlar takip edilmeli, Aile Bakanlığı’na bağlı kuruluşlarda kontrol altına alınmalı. Problemler varsa aile içerisinde buna ilk müdahaleyi daha da büyümeden halledilmeli. Aile sosyologları, aile avukatları, psikologları olmalı ve bunlar da hep belgelendirilmeli. Süreç daha büyümeden müdahale edilmeli. Bir de bu uzun süren yargılamalarla ilgili şikayetler var. 2 sene süren boşanmalar gibi. Maksimum boşanmanın 1 yıl içinde yapılmasını tavsiye ediyoruz. Yani iki taraf da anlaşamadıysa bunu 2 sene uzatmanın anlamı yok. Bu birliği davayı 2 yıl uzatarak sağlayamazsınız. Bir an önce bunların yasalaşmasını istiyoruz. Sosyal bir devlet olarak ailelerimize sahip çıkalım. Son zamanlarda artan kadın erkek arasındaki çatışmayı uzlaşmaya çevirelim.
*Röportaj: Elif Ceylan