Feminizm ve İslâmî feminizm kavramlarının sıkça konuşulduğu bugünlerde 2016’da en iyi belgesel ödülünü kazanan kadın yapımcının hayat hikâyesinin ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Feminist Cassie Jaye, Erkek Hakları Hareketi üzerine çektiği belgeseliyle aldı bu ödülü.
Cassie, tiyatro eğitiminden sonra oyunculuk yapmak için Hollywood’a gider. Ahlâksız teklifler yüzünden oyunculuğu bırakır, kadın hakları üzerine belgeseller çekmeye başlar. Dikkat çekici, üzerinde çalışılmamış konular arayışındadır. “Erkek Hakları Hareketi” konusu ilginç gelir. “Kadın düşmanlarının belgeseliyle ne kadar zararlı oldukları ortaya çıkarılmalı” diye düşünür.
Üç yıl boyunca yaptığı araştırmalar ve röportajlarını “The Red Pill” isimli filminde anlatır. Ödül alması sonrasında Tedx Talks’da konuşma fırsatı verilir. Konuşmasından bir bölümü (Youtube’ta bu konuşmanın tamamını alt yazılı da izleyebilirsiniz) sizlerle paylaşmak isteriz:
Peşin hüküm
Belgesel için 2 saatten, 8 saate kadar süren röportajlarla toplam 44 kişiyle görüştüm. Önemli bir kural vardır: Belgeselci insanların sözünü kesmez. Soruları soruyor ve hayat öykülerinin tamamını kaydediyordum. O zaman fark etmemişim ama şimdi görüyorum ki onları aslında dinlemiyormuşum. Önyargıyla inanmak istediğim şeyi ispatlayacak bir cümleyi, kelimeyi duymayı bekliyormuşum.
Bir yıl süren çekimlerden sonra biriktirdiğim 100 saatlik kaydı incelemeye başladım. Kaydı tekrar seyredip, konuşma metinlerini yazıyordum. İnanın ki hiç kimse sizi, sözlerinizi yazıya döken biri kadar iyi dinleyemez. Şunu fark ettim ki; bazı sözlere gösterdiğim tepkilerin aslında haklı bir temeli yoktu.
Biri bana şöyle söylemişti; “Dışarıya çık ve etrafına bak; gördüğün her şeyi bir erkek inşa etti” Dişlerimi sıktım ve sessizce oturdum. Bir belgeselci öyle davranmalıydı.
Köprüleri ve gökdelenleri erkeklerin inşa ettiğini söylemek kadın düşmanı olmak mıydı? Peki buna karşı cinsin senaryosu ne olurdu? Belki bir feminist şunu derdi; “Etrafına bir bak; gördüğün herkesi bir kadın doğurdu” Bu doğru bir söz. Peki bu erkek düşmanlığı mı? Sanmam. Bence bu, topluma yaptığımız benzersiz katkının tanınması.
Erkek olmanın faturası
Bir erkek hakları savunucusu şunu söylüyordu; ”Dünyada intihar edenlerin %78’i erkektir.” Ona içimden şu karşılığı veriyordum; “Ama kadınlar daha fazla deniyor. Al bakalım!” Oysa ki, bu bir yarış değildi ki! Neden sadece erkeklerin sorunlarını dinleyip anlamıyor, erkek kurbanlara merhamet duymuyor ve gerçek kurbanların kadınlar olduğunda inat ediyordum?
Yıllarca süren araştırmalarla, erkek hakları savunucuları şunu söylüyordu: Büyük oranda veya sadece erkekleri etkileyen bir çok insan hakları sorunu olduğu inkar edilemez. Babalık sahtekârlığı*, mecburi askerlik, iş kazası ölümleri, savaşta ölenler, intiharlar, cezada eşitsizlik, ortalama ömür, çocuk velayeti, çocuk nafakası, asılsız tecavüz suçlamaları, mahkemelerdeki tarafgirlik, erkek düşmanlığı, evsizler, gazilerin problemleri…
Empati yapmak
Erkek hakları savunucuları ile tanışınca cinsiyet eşitliği denkleminin diğer tarafındakileri de dikkate almaya başladım. Söyledikleri her şeyi onaylıyorum manası çıkmasın. Ama onları dinlemenin ve dünyayı onların gözünden görmenin, çok değerli bir şey olduğunu anladım.
Belgesel gösterime girdi. Eleştiriler yağmaya başladı. Medyanın cinsiyet siyaseti etrafında nasıl grupçuluk fikri güttüğünü gördüm. Zorlu bir ders aldım. Düşmanı insan olarak görmeye başlarsan, karşılığında kendi topluluğun seni şeytanlaştırabiliyor. Bana yapılan şey buydu. Filmde ele alınan sorunları tartışmak yerine, çamur atma kampanyasında hedef haline getirildim. Filmi hiç izlememiş kişiler sinema girişinde protesto yapıyor, sloganlar atıyordu. Onların kafa yapısını biliyordum. Eğer bu filmi ben yapmasam ve “erkek hakları savunucularını anlatan bir belgesel yapılmış. ErErkekler canavar gibi gösterilmiyor” deseler, ben de protestolara katılır, en azından filmin yasaklanması için imza verirdim. Çünkü bana erkeklerin düşman olduğu öğretilmişti.
Tanıştığım bütün erkek hakları savunucuları kadın haklarını destekliyor ve basit bir soru soruyorlardı: “Erkek haklarını toplum neden umursamıyor?”
En büyük zorluk: Nefsim
Yine de bütün bu süreçte karşılaştığım en büyük zorluk filmimin protesto edilmesi değildi. Karşılaştığım en büyük zorluk kendi ön yargılarımdan arınmaktı. Görünen o ki, bu çekimleri yaparken kendi şeytanımla da tanışmıştım.
Artık bir feminist olmadığım sır değil. Ama belirtmeliyim; anti-feminist de değilim, bir erkek hakları savunucusu da değilim. Kadın haklarını hâlâ destekliyorum ve artık erkek haklarını da önemsiyorum. Ancak, inanıyorum ki; eğer cinsiyet eşitliğini gerçekten tartışacaksak, masaya bütün sesleri davet etmeliyiz. Bu yapılmıyor. Erkekler sürekli iftiraya uğruyor ve sesleri sistematik bir biçimde kısılıyor. Ne erkek hakları savunucuları kusursuz, ne de feministler. Ancak, eğer bir grup susturuluyorsa bu hepimiz için problemdir.
Tavsiye vereceksem derim ki: İncinmeye hazır ruh hâlinden vazgeç. Hakikaten, açık fikirle ve samimiyetle dinlemeye başla. Bu, kendimizi ve diğer insanları daha iyi anlamamızı ve birbirimize merhamet hissetmemizi ve çözüm için birlikte çalışmamızı sağlayacaktır. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz. Bunu yapmaya başladığımızda içten dışa doğru iyileşebiliriz. Ama bu mutlaka dinlemekle başlamalı. Dinlediğiniz için teşekkürler.
Dipnot: *Babalık sahtekarlığı: Batıda evlilik esnasında başkalarıyla birlikte olan kadınlar, hamile kaldıklarında çocuğun kocalarından olduğunu söyleyerek onları kandırmaktadırlar
Çeviri: Berat Güven. (Konuşmanın tamamını Youtube’da dinleyebilirsiniz.)
Kaynak: www.kelambaz.com