Oğlumla yürüyüş ve alışverişe çıktık. Serin havada biraz oksijen depolamak ikimize de iyi gelecek umarım. Miniğimin üzerini sıkıca giydirdiğimden emin olmanın rahatlığıyla, elini hiç bırakmamacasına karşılıklı tebessümlerimiz adımlarımızı kuvvetlendirirken, keyifle ilerliyoruz. Küçük oğlumun gönlünü etmek için rotamızı belli gibi. Çünkü az önce gözümüze bir kaydırak ilişti. Koşar adım kaydırağın yanında kendimizi bulmuş olduk. Perçinlediğimiz ellerimizi çözüp, kaydırağın merdivenlerini heyecanla tırmanan yavrumu takip ediyorum. Göz ucuyla da hemen dibimizdeki banklarda vakit öldüren gençleri fark etmekte gecikmedim. Sulu ve haylaz tavırlarına, gayr-i ahlâkî hallerini görüp de rahatsız olmamak neredeyse imkânsız. Hoşnutsuzluğumu dik dik bakarak belli etmeye çalışıyorum. Kendi kendime söyleniyorum. Büyük harflerle konuşuyorum. Sesli düşünüyorum. Huzursuzluğumu her bir tavrıma yansıtıyorum ki biraz olsun akıllarını başlarına toplayıp kendilerine gelsinler. Ama nafile. Ne yapsam boş. Yavrumu böylesi sevimsiz bir ortamda tutmamak için, çareyi yavrumu kapıp bir an evvel buradan uzaklaşmakta buluyorum. “Ne haliniz varsa görün siz de!”
Sinir küpüne döndüm. Ağlamaklı oluyorum. Elimden başka bir şey gelmeyeceğini kendimi iknaya çabalıyorum. Bir yandan da yavrum için dua biriktiriyorum, zamanın fitnelerine, nefsine yenik düşmemesi için… Yavrumun dikkatini başka taraflara celp etmeye çabalayarak hızlıca yedeğimizdeki yiyecek torbasını açıyorum. Biraz sakinleştim sanki. Küçüğüm “Anne üşüdün mü?” diye seslenip gözlerini kırpıştırışına, başımı sallayıp “Tüm kalbimle” der gibiydim. Meğer ellerim buz kesmiş ve titriyormuş. Yolumuzun üzerindeki markete biraz da ısınmak bahanesiyle hemencecik dalıveriyoruz. Hem ortamı, hem de tepetaklak olan duyguları değişime uğratmak adına.
Ufacık boyuyla alışveriş sepetini itmeye, alacaklarımızı tekrar tekrar sayarak bana hatırlatmaya gayret eden yavruma, sağa sola çarpmadan sağ selamet ilerleyebilmek için yardım ediyorum. Zira her manevrasında sıkıca sepeti yakalayıp hızını kesiyorum ki olası sakarlıklara meydan vermeyelim bu labirentte. Soğutucunun önünde birkaç saniye eğleşip kararsızlığımızın doruklarını yaşarken, hemen dibimizdeki teyzenin dikkatsizliğine şahidiz şimdi de. Raflardaki ürünün birkaçı devriliyor. Yerle yeksan ürünlerden bir- ikisinin ambalajı patlayıp akmaya meylediyor. Kahramanımız ise sağa sola bakındıktan sonra bir güzel tekrar yerlerine iliştiriyor. Bej renkli zemine siyah siyah yağan damlacıkları ayakkabısının tabanıyla kaybedişi saniyelerini almıyor bile. O anı kurtarıp acelece reyonun önünü aldırmadan terk ediyor. Etsin bakalım, biz ne yapalım? Biz de işimize bakıyoruz.
Marketten çıktık, bir yere daha uğrayacağız. Biz kaldırım boyunca ilerlerken, kaldırımı takip eden yol boyunca bir motosikletli asfalta “s” ler ve nihayetinde tüm alfabeyi çizerek gaza basıyor. Yaşı da küçük gördüğüm kadarıyla. Kazaya davetiye çıkarışını yüreğim ağzımda şaşkınlıkla izlerken, içimdeki çığlık çığlığa bağıran itirazı ise, bu kez civarda yetkili kimsenin olmayışına bağlayarak, susturuyorum. Başımı yine çeviriyorum.
Son maceramız iki yaşlarında bir kız çocuğuyla. Kendi haline koşuşturmaca oynuyor girdiğimiz kıyafet mağazasında. Ve derken giysilerin hınca hınç asılı olduğu metal askılığın uzun çıkıntısına ayağı takılıp gözden kayboluyor. Kıyafetlerin arasına gömülü kalarak çıkmaya çabalıyor ağlayarak. Bu kez kararlıyım. Asgari bir doğruyla dahi olsa bugünün telafisini mümkün kılmak istiyordum artık. Yanına sokulup “Bir şeyin var mı evladım?” diye başlayan cümlemi henüz bitirememiştim ki kız çocuğunun ciyak ciyak bağırtısıyla karıştı ortalık. Bağırtısına muhtemelen ebeveyni olduğuna hükmettiğimiz kişiler yanımızda belirdi. Durumu izah etmeye, olan-biteni anlatmaya kalmadan, homurdanarak çekip gidişlerine, küçük oğlumla bakakalıyoruz. Sadece yardım etmek istemiştik hâlbuki… Görmekle hata mı ettik acaba?
Nihayet evdeyiz. Başım ağrıyor, pek de dinlendiğimi söyleyemeyeceğim maalesef. Gözümle şahit olduğum hatalara sadece kalbimle buğz etmekten öteye geçememiş oldum bugün de. Ve ben yine pek bir şey yapamadım. İyiliğe emredip, kötülükten sakındırmak işi sadece lafta kaldı gibi. Her birimiz ahirzamanın kötülüğünü bahane edip, eli koynunda me’yus duruyoruz. Toplum olarak duyarsız, Müslüman olarak gamsız olduk. Duyduğumuza sağır, gördüğümüze kör, haksızlığa- ahlâksızlığa- imansızlığa razı olduk. Üç maymunu oynuyoruz her daim. Evde, işte, sokakta, okulda, parkta, alışverişte… Her birimiz kendimize gelelim önce, bu meyyitane tavırları bir kenara bırakalım.
“Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor”1 diyorum, daha da konuşmuyorum işte.
Asaletli kelimelerin ardına sığındım. “Ben, yine ben…” diyerek sizi riyakârlığıma seyirci, hislerime hissedar ettim. Ve illa ki görmedim, duymadım, bilmiyorum da…
Dipnot: 1. Bediüzzaman Said Nursi/ Şualar