Kuran’daki ibretli musibetler
Kuran-ı Kerim’de, Allah’ın inkâr edildiği, peygamberlerin reddedildiği, mü’minlere zulmedildiği dönemlerde “semavî âfetler”in geldiği defalarca hatırlatılır. Bir İlâhî ikaz olarak değerlendirilen bu hadiseler Kur’ân’da birer tarihî hadise olarak zikredilmeyip, günümüz insanlarına da ibret dersi olarak yer almaktadır. İşte Kur’ân’da yer alan ve kavimlerin sonunu hazırlayan ve her biri bir sebebe bağlı olarak gelen âfet ve felâketlerden örnekler:
Hz. Nuh (as) ve Nuh tufanı
Kûfe civarında bazı kimseler yaşıyordu ki, bunlar o güne kadar hiç bir zaman Allah’tan başkasına ibadet etmemiş; Tevhid dininden asla ayrılmamışlardı. İşte Hz. Nuh’un (as) ailesi de bu kimseler arasındaydı. Mesud ve imanlı bir ailenin çocuğu olan Hz. Nuh (as), halim selim, mütefekkir bir kimse idi. Onda başkalarında olmayan bir çok üstün meziyet vardı. Üstelik İdris Aleyhisselâm’ın da neslinden gelmekte idi. Hz. Nuh (as), peygamber olduktan sonra, müşrik kavmine, böyle gittikleri takdirde başlarına gelip çatacak dehşetli bir azaptan haber vermekteydi.
Onlar ise, Hz. Nuh’u (as) dinlememek için parmaklarını kulaklarına tıkıyor; yüzünü görmemek için de, elbiselerini başlarına örtüyorlardı.1 Hz. Nuh (as) ise, Rabbine dayanıp, yılmadan usanmadan ve onların zulüm ve hakaretlerine aldırış etmeden kudsî dâvasının yolunda azimle ilerliyor “Ben, sizleri Allah’ın azabından korkutan bir peygamberim. Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Yoksa sizi mahvedecek olan acıklı bir günün azabından cidden endişe ediyorum”2 diyerek, tebliğine devam ediyordu. Müşriklerin kendisine itirazlarına karşı; “Ey kavmim! Ben sizi zorla imana getirecek değilim. Benim vazifem sadece tebliğdir. Fakat bu davranışınızla, kendi kendinize yazık etmiş ve elim bir azaba mâruz kalmış olursunuz”3 diyordu.
Nuh Kavminin, Hz. Nuh’a (as) ve ashabına eziyet ve işkenceye başlamaları üzerine, Cenab-ı Hak kırk sene yağmurları kesti. Bu müddet zarfında onların malları ve hayvanları helâk oldu. Bağları, bahçeleri kurudu, kadınları doğum yapmaz olup, nesilleri kesildi. Bir zamanlar Hz. Nuh’la (as) alay edip onu yalanlayanlar, şiddetli bir kıtlığa duçar oldular. Geçim sıkıntısından ne yapacaklarının şaşkınlığı içinde, ister istemez Hz. Nuh’a (as) müracaat ederek, bu tahammül sınırına aşan sıkıntılarından nasıl kurtulabileceklerini sordular.4
Hz. Nuh (as) şöyle cevap verdi: “Ey kavmim, başınıza gelen bunca belâlar, işleye geldiğiniz günahlar ve kusurlar yüzündendir. Allah’a ibadeti bırakıp putlara taparak kâinatı yaratan Cenab-ı Hakkın öfkesini çektiniz. Bu sebepten yağmurlar kesildi. Sizin yüzünüzden masum hayvanlar da zarar gördü. Ama sizin Rabbiniz günahları affedici, Rahîm ve Kerîm’dir. Rabbinizden kusur ve günahlarınızın bağışlanmasını isteyin ki, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Mallar ve evlâtlar ihsan ederek imdat etsin. Sizin için Cennet gibi bağlar, bahçeler ve onların arasından şırıl şırıl akıp etrafına Allah’ın izniyle hayat bahşeden nehirler yaratsın.”5
Nuh kavmi nasihatleri dinlemedikleri gibi kendilerine doğru yolu gösteren Hz. Nuh’u (as) suçladılar. “Ey Nuh, gerçekten bizimle çok mücadele ettin, bunda da oldukça ileri gittin. Bu işe başladığın günden beri, bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sabrımız taştı. Eğer sözünde doğru isen, şu azabı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun”6 dediler.
Hz. Nuh (as), Cenab-ı Hakkın emri üzerine, en büyük mucizesi olmak üzere tarihte ilk gemiyi inşa etmeye başladı.7 Cebrail Aleyhisselâm, geminin inşaasında Allah’ın emri üzerine yardım ediyordu. Geminin nasıl yapılacağını tarif ediyor; Hz. Nuh (as) da ona göre gemiyi inşa ediyordu. Sıkıntılı ve elemli günlerde Hz. Nuh’un (as) etrafından ayrılmayıp canları pahasına sabır ve sebat gösteren ihlaslı mü’minler; geminin inşaasında da aynı beraberliği devam ettiriyorlardı. Böylece günler geçti ve nihayet bir gün geminin inşaası tamamlandı.
Hz. Nuh’a (as) gemi yapması emri verildiği zaman, ayrıca gemiye mü’minleri, kendisinin ve o mü’minlerin evlât ve iyalini ve bir de hayvan neslinin devamı için her türden birer dişi ve erkek hayvan alması emredilmişti.8
Recep ayının 10’unda başlayıp bütün şiddetiyle devam eden tufan suları, kısa bir müddet sonra, bütün karaları kapladı. Yeryüzü sadece denizlerden ibaret oldu. En yüksek dağlar bile görünmez olmuştu. Mü’minler selâmete ermiş; kâfirler ise tek kişi sağ kalmamak üzere helâk edilmişti. Vaad-i İlâhî böylece tahakkuk etmiş oluyordu.9
Hz. Hud (as) ve Âd kavmi
Nuh Tufanından sonra, dünyada yeniden bir hayat başlamış ve hızla çoğalan insanlar, Arap Yarımadasının çeşitli bölgelerine yayılmaya başlamışlardı. Bu arada Hz. Nuh’un (as) torunlarından biri olan Âd da, Yemen’de Hadramut civarında Ahkaf adıyla bilinen bir yere yerleşmişti.10 Âd’ın nesli çoğala çoğala nihayet büyük bir kavim oldu. Bu kavim, dedeleri Âd’a nisbet ederek, Âd Kavmi diye anılmaya başladı.
Âd Kavmi, Nuh Kavminin helâk olmasına sebep olan putlara tapmayı yeniden ihya etmişlerdi. Güç ve kuvvetin, maddi refahın verdiği gururla sarhoş olup sefahete dalmışlardı. İşlek yolların kenarına yüksek kaleler, büyük kâşâneler ve binalar yaparak kendilerini buralarda, tamamen oyun ve eğlenceye vermişlerdi.
Âd Kavmi, böyle umumî yerlerden başka, yüksek tepelerde de kireçle dondurulmuş gayet sağlam ve muhteşem saraylar yapıyorlardı. Dünyada o güne kadar misli görülmemiş bir ihtişama sahip11 olan bu sarayların içlerinde ve bahçelerinde havuzlar vardı. Bunlar, akıllara hayret verecek şekilde süslenmişti.
Ahlâkî değerlerini ve insanlığını kaybetmiş bir cemiyetin elinde, kuvvetin ve maddî imkânların nasıl bir zulüm âleti olacağı açıktır. Ahlâk ve insanlık namına ne varsa her şeylerini yitiren Âd Kavmi, ellerindeki maddî imkânlarla etrafa dehşet salmakta idiler. Fakir halkı ve komşu kabileleri, zulümleri altında inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyor, çeşit çeşit işkencelere tabi tutuyorlardı.12 İşkence etmekten, sadistçe bir zevk duyuyorlardı. Böylece, putlara tapıp, Allah’a şirk koşmakla manevî hayatlarını; insanlara hunharca muamele etmekle de insanî taraflarını kaybederek manen hayvanlardan daha aşağı bir dereceye düşmüşlerdi.
Kavminin bu tehlikeli durumunu gören Hz. Hud (as), kendisine verilen peygamberlik vazifesini yerine getirmeye bütün gücüyle çalışıyor, kavmini ikaz ederek başlarına gelecek azaptan onları kurtarmaya gayret ediyordu. Hz. Hud’un (as) aynı şeyleri tekrar etmekten vazgeçmediğini gören kavmi, nihayet ona şöyle dediler:
“Ya Hud, sen ister vaad et, istersen etme, bizim için senin vaad etmenle etmemen arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü sen bu işe başladın başlayalı, bizim putlarımıza, saraylarımıza, kulelerimize, halka ve yoldan gelip geçenlere yaptıklarımıza diluzatıp dünya ve âhirette kahredici bir azaba duçar olacağımızı söyleyip duruyorsun. Halbuki bütün bu bizim eskiden beri yapıp geldiğimiz şeyler, dedelerimizin yaptığından farklı bir şey değildir. Eğer bu hareketler bir azabı gerektiriyor ise, neden onlara bir şey olmadı da kabirlerinde rahat rahat uyuyorlar. Öyle ise Ey Hud, bize de azap gelmeyecek ve biz dahi ne sana ve ne de senin Rabbine inanacağız. Hem de bildiğimiz gibi yaşayacağız.”13
Âd Kavmi, böylece Hz. Hud’a (as) ve Cenab-ı Hakka açıkça isyanlarını ilân ediyorlar ve bulundukları bu hâl üzere devam edeceklerini kesin olarak belirtiyorlardı. 400 sene gibi uzun zamandan beri risalet vazifesini çetin şartlar altında ifa eden Hz. Hud’u (as), bu sözler son derece üzmüştü. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu beldenin yağmurlarını kesti. Bağlar, bahçeler kurumaya, hayvanlar telef olmaya ve güçlü kuvvetli kavimde dermansızlık zuhur etmeye başladı. Bu yüzden nesil de kesildi.14 Devamlı olarak bunaltıcı ve kuru bir rüzgâr esiyor, halkın dudaklarını ve nefes borularını kurutuyordu. Neredeyse ağızlarını güçlükle açıyor, zorla nefes alıyorlardı. Tozdan dumandan göz gözü göremiyordu.
Âd Kavmi, bir rivayete göre, üç sene bu şekilde perişan bir hayat yaşadı.15 Hz. Hud (as) bu fırsattan istifade ile, onları, acz ve zaaflarını göstererek tevbe ve istiğfara davet ediyordu.16 Fakat Hz. Hud’un (as) bu daveti, onları yumuşatacak yerde, tam tersine her seferinde kızgınlıkları arttırıyordu. Hattâ bu hale gelmelerine onun sebep olduğunu öne sürerek, bir keresinde onu öldürmeye bile kalkışmışlardı.
Hz. Hud’a (as), azabın ne zaman gelip çatacağı vahyedilmiş; bütün müşrikler helâk olurken, mü’minlerin kurtulacakları müjdelenmişti. Hz. Hud (as) vahiy gereği olarak, Arapların Berdü’l-Acûz dedikleri, Türkçe’de “Kocakarı Soğuğu” denilen kış günlerinden bir gün17 fecirden sonra, müsait bir yerde ashabını etrafına topladı.
Müşriklerin ileri gelenlerinden bir kısmı da o civardaydı. Günün ağarması üzerinden çok geçmeden, ufukta siyah bir bulut peyda oldu.
Aylardır yağmur yüzü görmeyen ve susuzluktan kıvranan Âd Kavminin ileri gelenleri, ufukta görünen bu siyah bulutu görünce sevinçlerinden yerlerinde duramıyorlardı. Neşe içinde adeta bayram yapıyorlardı. “Bakın, işte bu bulut, bize bol bol yağmur yağdıracak!” diye kavminin sevinçten yüzyüzlerinin gülmesine bedel, Hz. Hud’un (as) rengi atmış, benzi solmuştu. Soğuk soğuk terler döküyor, az sonra bu müşrik kavmin başına gelecekleri düşünüyordu. Onlar sevinç içinde, “Yağmur yağacak” diye bağırırlarken, Hz. Hud (as) onlara son ikazını yapıyordu. “O sizin çabuklaştırılmasını istediğiniz azâbın tâ kendisidir. O bir rüzgârdır ki, içinde pek acı bir azap vardır.”18
Korkunç bir ses çıkararak vadiyi kaplayıp gelen bu nesne, gerçekten de bulut değil, bir rüzgâr idi. Hızına ve soğukluğuna bir ölçü tayin etmek mümkün olmayan bu rüzgârın adı, Kur’ân lisanıyla “sarsar”dır.19
Putperest kavmin eza, cefa ve alaylarına aldırış etmeksizin, Hz. Hud’la (as) omuz omuza canları pahasına gayret gösteren mü’minlerle Hz. Hud (as), hep beraber bir yerde toplanmışlardı. Etrafa dehşet saçan bu rüzgâr, onların kılını bile kıpırdatmadığı halde “Bizden daha kuvvetli kim olabilir?” diye böbürlenen Âd Kavmini, saman çöpü gibi savuruyordu.20
Sarsar rüzgârı, Âd Kavmi üzerinde 8 gün 7 gece hiç durmaksızın esmiş, 8. gün sonunda onlardan ölmedik tek fert bırakmayarak, hepsinin cesetlerini önüne katıp sürüyerek denize dökmüştür.21
Dipnotlar:
1. Nuh Suresi/ 7
2. Nuh Suresi/ 9
3. Hud Suresi/ 28-29- Şuara Suresi/ 112-113
4. Mehmed Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, 4: 1666.
5. Nuh Suresi/ 11-12.
6. Hud Suresi/ 32.
7. Hud Suresi/ 38
8. Hud Suresi/ 40
9. Mehmed Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyan fî Tefsiri’l-Kur’ân, 4: 2786.
10. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1: 19.
11. Fecr Suresi/ 7-8.
12. Şuara Suresi/ 13.
13. Şuara Suresi/ 136-138.
14. Bilmen, Ömer Nasuhî. Kur’ân-ı Kerîm Türkçe Meâl-i Alisi ve Tefsiri, 2: 1482.
15. Vehbi, Mehmed, age. 4: 1668
16. Hud Suresi/ 52.
17. Vehbi, Mehmed, age. 4: 6105
18. Ahkaf Suresi/ 24.
19. Hakka Suresi/ 6.
20. Ahkaf Suresi/ 25
21.Hakka Suresi/ 7.
Kaynak: Yeni Asya Neşriyat/ Musibetlerin Dili