Asr-ı Saadetin, her biri bir yıldız hükmündeki güzel insanları, iki cihan serveri Efendimizden (asm) aldıkları nuru günümüze kadar yansıtıp bize her konuda örnek ve yol gösterici olmaktalar. Allah’ın izniyle kıyamete kadar da ışıkları sönmeyecek. Güçlü bir imanın, nasıl büyük teslimiyetler doğurduğunu, o teslimiyetlerin ellerinde nasıl çiçekler sümbüllendiğini gözyaşlarımızı silerek okuyup öğreniyoruz.
Hususan biz hanımlara, o devrin eli ayağı öpülesi mübarek kadınlarından çok önemli, özel mesajlar var. Sadece iman, itikad, ibadet konularında değil; günlük ve sosyal hayatımızı şekillendirmede de aklımıza, ruhumuza, gönlümüze dost oluyorlar.
Evet, dost… Zamanlarımız birbirinden çok uzak da olsa, onlarla akıl, ruh ve gönül dostluğumuz var. Sanki hemen yanı başımızdalar ve öğüt veriyorlar.
Her devrin getirisi, götürüsü, şartları, imkânları farklı da olsa, insan fıtratı hep aynı. Kadın ve anne ruhu da öyle. Her ne kadar çağımızda fıtratları bozmak için birileri elinden geleni ardına koymuyorsa da, değiştiremeyeceği esaslar var.
Kadın her zaman nazenin, her asırda müşfik, her devirde fedakâr…
İnandığı değerler uğruna canını, malını, eşini hatta evladını kaybetmeyi göze alan, kaybedince de “Nasıl yapabildi?” diye hayretler içerisinde kaldığımız teslimiyet örneklerini bizlere miras olarak bırakan, nice Sahabî anamız var. Eşitlik iddiasıyla, kocasını evin reisi olarak kabul etmeyen, eşine bir bardak çay vermeyi kendine zül sayan günümüzün pek çok kadınının aksine; eşinin hep yanında, refikinin kendisine fikir danıştığı, derdini paylaştığı gerçek birer hayat arkadaşı olmuşlar.
Böylesi bir hayat arkadaşlığının en güzel örneklerini de hiç şüphesiz, Peygamberimizin (asm) hanımları göstermişler.
Dikkatimizi çeken bir diğer önemli konu da; insanlığın belki asırlardır tartışa geldiği; “Kadın çalışsın mı, çalışmasın mı?” meselesini, onların daha o devirde çözmüş olmaları. Hatta aslında böyle bir soru sormanın gereksiz olduğunu, bizzat yaşayarak anlatmışlar bize.
Öyle ya, kadın zaten çalışmıyor mu? Her türlü ev işi, çocuk bakımı ve eğitimi vb. bile başlı başına çalışmak değilse nedir? Üstelik, şimdi bizim elimize dilimlenmiş olarak verilen ekmeği dahi, o zaman kadınlarının hazır yeme ve yedirme lüksü yokken. Önce tahıl öğütülüp, un elde edilecek, hamur yoğrulacak, ateş yakılacak, ekmek pişirilecek, su dışarıdan taşınacak, yün elde eğrilecek, elbise makinesiz dikilecek, ayakkabılar evde onarılacak… Yani kadın değirmencilik, fırıncılık, terzilik, ayakkabı tamirciliği gibi meslekleri doğal olarak icra ediyormuş aslında!
Peki, Asr-ı Saadet kadını sosyal hayatta hiç mi yoktu? Olmaz olur mu?
İşte ticaretle iştigal eden kadınlar ki en bilineni Hz. Hatice (r.anha) validemiz… İşte muallimeler, özellikle de ilk aklımıza gelen Hz. Aişe (r.anha) validemiz, sonra; tabibeler, edibeler, şaireler, hatibeler… Hatta çarşı esnafını denetlemekle vazifelendirilmiş bir Sahabî kadın… Demek ki; dinî hassasiyetlerin ve kadın fıtratının korunması kaydıyla, biz hanımların sosyal hayatta yer alması, para kazanması yasak değil.
O halde, mübarek annelerimizin ve çağdaşları olan yıldız misali hanımların yolumuza tuttukları ışık parlayıp dururken, sahte pırıltılara aldanarak kendimizi karanlıklarda bırakmanın mantıklı bir izahı var mı?