Uçsuz bucaksız koca âlemde, kendine nokta kadar yer edinemeyen dünyanın zerrecik mahluku olan insana, maddî pek çok uzvun yanında “manevî cihazlar” da verilmiş. “Dünyayı yutsa tok olmayan” bu manevî cihazlara ehemmiyetli şifreler derç edilmiş. Asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi’nin dile getirdiği “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku” hakikatini anlayamayan insan, bu şifreleri bulamıyor, maddî-manevî cihazatını istikamette ve yaratılış gayesine uygun kullanmayı beceremiyor. Ebed için halk olunmuş ve iki cihanın saadetine vesile olacak cihazlar fıtratına uygun kullanılmadığı için, sahibini dünya hayatında da azab-ı elimde bırakıp, pek çok ruhî ve psikolojik hastalıkların temelini oluşturarak, dünyevî ve uhrevî hayatın mahvına sebep oluyor.
Bu manevî cihazlardan biri olan ‘endişe-i istikbal’ hissini sadece dünyevî hayatın geleceğine sarf eden bir insan, o hırs ile dünyanın mal, mülk ve makamı için ömrünü heba eder, çoğu zaman da neticeye ulaşamadan bu fani diyarı terk edip gider. Halk arasında “Tam da rahat edeceği zaman vefat etti” cümlesi adeta darb-ı mesel olmuştur. Eğer bu hissin gaye-i fıtratı olan, azını dünya hayatına, çoğunu hakiki istikbal olan kabirden sonraki ebedi hayatı için sarf etse, hem dünya, hem de ahiret saadetine düçar olur.
Kâinatın sebeb-i vücudu olan muhabbet hissi ki; Cemil-i Baki’nin esmasının gölgelerine verildiği vakit, sahibini azab-ı elimde bırakır. Çünkü kendi ile birlikte muhabbet besledikleri de hızla bu fani âlemi terk etmektedirler. Eğer İbrahimvarî “Ben batıp gidenleri sevmem” deyip sebeplerin Sahibi ve Halıkı olan Mahbub-u Baki’yi bulsa bütün sevdikleri onunla birlikte ebedileşir ve daimi hayatın kazanılmasına birer basamak olur. Yoksa o hadsiz muhabbet, hadsiz bir azaba sebep olur.
Hem de o ‘manevî cihazlar’a koyulan şifrenin bir başka yönü ki; dünyanın hiçbir metaı onları tatmin etmiyor. Zira insanın hadsiz emelleri, hayalleri, fikirleri ve duyguları var. Şu kısa ve bir gün son bulacak olan dünya hayatı bu hadsiz meyiller için yeterli ve kafi değil, onları doyurmuyor. Kainatta bütün ilimlerin şahadetiyle sabit olan bir hakikat var ki; bu âlemin Sanii en küçük bir zerreyi dahi israf etmiyor, abes iş yapmıyor. Elbette böyle bir Fail-i Hakim başka hiçbir sebep olmasa dahi saadet-i ebediyeyi kuracak ve insanı yeniden halk edip oraya koyacak ve hadsiz manevî cihazlarını, sonsuz bir hayatla nemalandırıp israf etmeyecektir. Çünkü o Zat’ın hiçbir tasarrufunda israf ve abesiyet yoktur. O halde insanın amellerini muhasebe için kaydettiği gibi; emellerinin, hayallerinin neşvüneması için de ebedi bir zemin ihzar edecektir.
Hem insandaki saadet-i ebediye meyli dahi ‘ebed’ için bir mikyastır. Nasıl ki bebeğin anne karnında kullanılmayan cihazatı dünya hayatının delili sayılabilirse, insanın fıtratına derç olunmuş olan saadet-i ebediye meyli de hakiki ve daimi bir saadetin delilidir. Susturulmamış ve tefessüh etmemiş bütün vicdanlar “ebed-ebed” diye haykırmaktadır…