“Cenab-ı Hakk’ın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahluklara (evladına) muhabbet ise; saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musibetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me’yusane feryad edersin.”
Bediüzzaman Said Nursi
Hayat yaratılmış olduğu gibi, ölüm de yaratılmıştır. Her ikisi de mucizedir. Tarih, ölümü Allah’a vuslat bilip, ölüme sabreden bahadırlarla doludur.
Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) oğlu Abdullah’a, Taif günü bir ok saplanmış ve vefat etmişti. Ebu Bekir (r.a.) oku oğlunun vücudundan çıkarıp saklamıştı.
Taif dönüşü Ebu Bekir (r.a.), kızı Aişe’ye (r.a.) uğradı. Aişe (r.a.):
“Babacığım, ne olur kendini üzme. Kardeşim Abdullah şehit makamına erdi inşallah.” Diyerek babasını teselliye uğraşırken, babası Ebu Bekir (r.a.):
“Kızım, bana teselli vermene ne gerek var? Allah’a yemin ederim ki, sanki ağılımdan bir koyun tutup çıkarılmıştır. O benim emanetimdi, Rahman (c.c.) yanına aldı” dedi.
Bunun üzerine Aişe (r.a.)hüzünlenerek şöyle dua etti:
“Sana bu sabır ve metaneti veren Allah’a şükürler olsun.”
Bir müddet sonra Taif’ten Ebu Bekir’in (r.a.) yanına bir heyet geldi. Görüşmeleri bittikten sonra Ebu Bekir (r.a.) yerinden kalktı ve oğluna saplanan oku getirdi. Heyete oku göstererek:
“İçinizde bu oku tanıyan var mıdır?” diye sordu.
Aclan oğlu kabilesinden Ubeyd oğlu Sa’d:
“Bu ok benimdir, ben attım” dedi.
Ebu Bekir (r.a.):
“Benim oğlumu öldüren ok budur. Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki, senin elinle ona mertebe ihsan etti” dedi.
Şeyma Özdemir